Türkiye siyasal rejiminin hukuki düzlemde ve işleyiş yönünde eksiklikleri nedeniyle "Cumhuriyet ve demokrasi"

Türkiye siyasal rejiminin hukuki düzlemde ve işleyiş yönünde eksiklikleri nedeniyle "Cumhuriyet ve demokrasi" sorunsalına özgülenen son iki yazı, bizi siyasal yapılanma üzerine yeniden düşünmeye yöneltmiş bulunuyor.

Siyasal partiler olarak "muhafazakâr ve değişimci kanatlardan ikincisi, öncelikli konumuz.

Gerçi siyasal partilerin doğduğu 19. yüzyıl ortalarında günümüze siyasal öğretiler ve örgütler arasında doğrudan bir bağlantı kurulabilir. Öğreti ve uygulamada liberalizm ve sosyalizm, hem değişti, hem de birbirbiri etkiledi. Siyasal örgütlerin de bu sürecin bağrında yer alması doğaldır. Muhafazakâr ve liberal partiler gibi, ama daha çok sosyal demokrat sosyalist ve hatta komünist partiler, kendilerini yenilemek durumunda kalmışlardır.

21. yüzyılın başında ise iktisadi eksenli küreselleşme ile siyasal örgütler arasındaki 'uyum' yerine sol partiler açısından 'çelişki'ye bırakmış bulunuyor. Bu nedenle, çoğulcu siyasal rejimlerde toplumsal eşitlik yönünde değişimi hedefleyen ilerici devrimci partilerin bunalımı belirginleşmiş bulunuyor.

İktisadi küreselleşmenin uluslararası ilişkilerde yarattığı hukuk ve demokrasi eksiği ile Türkiye'deki durum arasında paralellik kurulabilir.

Bu nedenle, "Türkiye solu'nda yeniden yapılanmanın öncüleri, sadece büyük siyasal öğretilerin pratiği bağlamında ortaya çıkan değişiklikleri değil, aynı zamanda ülkemizdeki geleneksel olarak üstlenmiş olduğu emekçiler ve güçsüzler lehine toplumsal eşitliği sağlama"ya yönelik politikaları uygulamaya koyma gereği kadar, hukuk devletini kurma işlevi de yaşamsal bir önem kazanmış bulnuyor.

Türkiye, hukuksuzluk ve şiddet yönünden çoğalan siyasal rejimleri değil, örneğin Kolambiya gibi resmi ve hukuki olmanın dışında birçok sektörde 'paralel örgüt-lenmeler'in de yaygınlaştığı 'ara devlet' görnümünü yansıtmaktadır. Gerçekler, günbegün su yüzüne çıkan çetecilik ve mafya hâkimiyeti, kayıt dışı ekonomi, "tarikat, kışla, siyaset" bağlantılı 'şeytan üçgeni' Kışla'nın Silahlı Kuvvetler'e dar gelmeye devam etmesi... kısacası hukuk devleti yerine "derin devlefkavramının öne çıkmış olması, Türkiye Cumhuriyeti'nin bu değiştirilemez niteliği üzerinde yeniden düşünmemizi gerekli kılmaktadır.

Bütün bunları gelir dilimleri arasındaki uçurum, yoksul kitlenin büyümesi, Doğu, Batı dengesizliği, çevresel yıkım, Türk, Kürt çatışması, laik/anti-laik ayrışması eklenebilir. Bu sorunların çözümü, değişimci bir örgütlenmeyi bekliyor.

Özetle, yeniden yapılanma, 'sol'a, ta-ritsel misyonunun ötesinde, Türkiye'ye özgü görevler de yüklenmektedir. Kuşkusuz, tarihsel görevi, sosyal sınıflar ekseninde açıklanır. Ne var ki, toplumumuzda tanık olunan sorunlar sarmalı, siyasal rejimin aktörleri için daha girişte "dev-lef'in yeniden inşası gelmektedir. Aynı şekilde, Türkiye'nin toplumsal yapısından (etnik aidiyet ve ulusal kimlik) ve tarihsel mirasından (din özgürlüğü ve laiklik) kaynaklanan topluluğu'nun, varlık kaynağı olan 'çevre' ile barışmaları, yaşamsal bir gerekliliktir.

Bu nedenle, değinilen misyonları üstlenmeye aday siyasal görgütlenmenin öncüleri, değişimin diyalektiğini kavramak durumundadırlar. Varlık nedeni değişimi sağlamak olan bir siyasal akımın kendini yenilemesi, ancak dünyadaki gelişmelerinin ve bunun dinamiklerinin özünmseme-siyle mümkün olabilir.

Böyle bir siyasal örgütlenme, üç eksende düşünülmeli: Fikir boyutu, örgütlenme mekânı ve insan öğesi.

Fikri boyut, her ulusal sorun için özgür bir tartışma ortamında çözüm arayışını yaratır. Toprak bütünlüğü dışında, toplumsal sorunların gündeme alınması, görüşülmesi ve çözüm önerilerinin ortaya konması, düşünce ve ifade özgürlüğünün genişliğine bağlıdır. Dolayısıyla şiddete çağrı, ırkçılık, hoşgörüsüzlük söylemini dışlayarak, her türlü konuyu tartışabilme esnekliği, yeni siyasal birliğin aktörleri için ortak payda oluşturur.

Konunun fikri boyutu kadar, örgütlenme mekanı da önemlidir. Bu mekân ise, bütün Türkiye'dir. Siyasal iktidar mücadelesi veren örgütler olarak partiler etnik ayrımları aşmak durumundadır. Değişimci partiler, emekten yana toplumcu niteliğe sahip olduğuna göre; bu erekte onların, örgütlenme süreci de, kitlelerin emeğinin ürünü olarak ortaya çıkmalıdır. Bu durumda önder arayışı göreceli kalır; zira, önderi ya da yönetici ekibi, hareketin kendisi belirler.

Böylece insan öğesi de somutlaştırıla-bilir. İnsan haysiyeti temelinde eşitlik özgürlük ilkeleri hareket noktası olan bireyler için 'inanç', ortak hedefi oluşturmalıdır. Hangi inanç? Bu topraklarda, siyasal birgiğin hedefi de 'inanç' ekseninde belirlenmeli, ama tam tersi anlamında: "hukuka inanç". Bu erekte inanç, uhrevi olmaktan çıkarılarak dünyevi düzenleme alanına yönlendirilmiş olacak. Unutmamak gerekir ki, hukuk devleti, buna 'inançlı bir toplum'da inşa edilebilr ancak; tıpkı, demokratik rejimin çok sayıda demokratın mevcut olduğu bir toplumda uygulama alanı bulabileceği gibi.