Bir futbol topunun etki alanını ve etkilediği insanları sıralamaya kalksak sanırım sayfalar yetmez. Nedenini şu tasvir ile anlatmaya kalksak bir nebze gerçeğe (!) yaklaşmış oluruz.” Futbol sahaları bir mabettir ve orada her hafta ayin düzenlenir. Tanrılar her hafta kendilerine kurbanlar ister ve bu ayin de kurbanlar verilir. Tanrılar değişse de ayin hiçbir zaman değişmez.” Bu […]

Bir futbol topunun etki alanını ve etkilediği insanları sıralamaya kalksak sanırım sayfalar yetmez.

Nedenini şu tasvir ile anlatmaya kalksak bir nebze gerçeğe (!) yaklaşmış oluruz.” Futbol sahaları bir mabettir ve orada her hafta ayin düzenlenir. Tanrılar her hafta kendilerine kurbanlar ister ve bu ayin de kurbanlar verilir. Tanrılar değişse de ayin hiçbir zaman değişmez.”

Bu kadar gerçeğe ‘yakın’ bir mübalağanın hiçbir alan içerisinde kullanmanın mümkün olamayacağını düşünüyorum. Bu futbol topunun kudretidir. Buradan bizim ayinlerimizi düzenleyen yasa tasarısına geçelim.

6222 sayılı şiddeti önleme yasasının çerçevesinde daha önce hazırlanan kanuna yeni eklemeler yaparak alanı genişletilmeye çalışılmaktadır. Ortada bir gerçek var ki bu kanunun çıkış şekli ve hele hele yeni ek tasarıların futbol ile veya futboldaki şiddeti önleme ile bir alakası yoktur. Tamamen iktidarın kaygılardan kaynaklanan bir koruma ve önlem yasasıdır.

Futbolun sosyal etkisi, toplumlardaki kitle yönlendirme aracı olarak kullanılması bakımından politik bir güce sahip olduğu bir gerçektir. Bunu kim neden kullandığı veya niçin kullanmadığının arasındaki çelişki toplumların kültür kodlarındaki kurguya ve demokratik taleplerdeki gerçekliği bağlı olarak farklılık gösterir.
Avrupa’daki yaşanan faşizm dönemlerinde, toplumlardaki siyasi etkileşimi önleyecek ve iktidarın sürekliliğini sağlayacak bir şekilde ‘topraklama’ aracı olarak kullanılan futbol, aynı zamanda bir güç alanı olarak da bu döneme ait siyasi iktidarlar tarafından ciddi şekilde yararlanmışlardır.

Franco ve Salazar bu dönem ait örneklerdir.

1978’de Arjantin’de düzenlenen Dünya Kupası’nda, askeri cuntaya gücünü göstertmek için elde ettirilen şampiyonluğun kaç cana mal olduğunu en acı şekilde yaşayarak öğrenmiş bir ülke olarak tarihteki yerini ‘ibret’ ile almıştır.

Her baskı dönemi, kendi koşullarını koruma kaygısı taşıdığından futbol araç haline getirilir. Bu işin raconu da var.

17 yıllık iktidarın önderliğinde futbola yapılan yatırımların tek önemli parçası, ki o da inşaat olduğu için yeni stadlar olmuştur. Bu statların futbolun iç dinamiği bakımından gelişimine katkı sağlaması tabii ki sınırlıdır, hatta bu anlamda stadlar arka sıralarda kalır. Öncelik sürdürülebilir başarı ve bunu sağlayacak istikraradır. Bu anlamda yapısal ve finansal sorunlar bu kadar açık şekilde suiistimale uğrarken ne devlet ne de TFF hiçbir kontrol birimini harekete geçirmeyerek önlem almadı. Bununla beraber, bu süreç içinde kulüpler aşırı borçlandırılarak yönetilemez hale getirildi. Ama o dönem kulübünü zarara uğratan kişinin TFF başkanı yapılması futboldaki arka plan beklentisinin ne olduğunu çok net bir şekilde ortaya koyuyordu.

Önce kulüplerin içi boşaltıldı, ortaya mutlu bir azınlık çıktı. Sonra kulüpler borçlandı ve devletin kurtarmasına muhtaç hale getirildi.

Devlet ve TFF buraya gelene kadar hiçbir önlem almadı ve kulüpleri kendine muhtaç hale getirdi.

Ziraat Bankası artık futbol için devreye girerek bir plan çerçevesinde yaklaşık 14 milyar TL’ye ulaşan kulüplerin borçları için bir yapılanma planı teklif edecek.

Tabii Ziraat Bankasının asli görevi olan ‘tarım’ alanından elini ayağını çekip medya ve futbol alanına girmesi de başka bir ironi. Sanırım onlar da tarımdan umudunu kesmiş ki yeni alanlara yöneldiler!

Bu süre zarfında, ilginç bir şekilde birden ortaya 6222 ile ilgili bir yeni kanun tasarısı çıktı. Herhalde iktidar, borç yapılandırması ‘fedakarlığı’ ile kontrol merkezi olarak gücü elinde tutmak için, bu tasarı ile muhalif bir tek sözü bile stad içinde kullanılmaması gerekliliği üzerine elini kuvvetlendirecek yasa tasarılarını kullanmaya başlayacak.

İşte, ülkenin kültür kodları ve demokratik gerçekleri ile yüzleşme yeri tam da burası.

Sakın ola ki kimse bu tasarı yüzünden hiçbir kulüpten taraftarını koruyacak bir hamle beklemesin.

Kulüpler Birliği Başkanı ve Beşiktaş Başkanı Fikret Orman “aynı gemideyiz” diyerek konumunu çoktan belli etti zaten. İşin komik yanı, herkes dümen bahanesi ile kaptan köşküne çıkarken o sürekli bekleme salonunda kalıyor.