Gündem her zamanki gibi yüklü. Tartışmalar da hayli hamasi! Şu son haftada yaşanılanlara ve konuşulanlara bir bakalım...

Gündem her zamanki gibi yüklü. Tartışmalar da hayli hamasi! Şu son haftada yaşanılanlara ve konuşulanlara bir bakalım:
Bitmeyen çatışmalar ve her gün ölüme gönderdiklerimiz...
Sayıları 100 bini aşan Suriye’den gelenler...
İndirilen uçaklar, kapanan hava sahaları, sınırdaki tehditler...
Bir yandan savaş, öte yanda kriz derken, zorlanan dış ticaret ve artan cari açık...
AB’nin hazırladığı İlerleme Raporu ve düşünce özgürlüğüne ilişkin dikkat çeken uyarılar...
Yerel seçimler ve öne alınması tartışmaları...
Sendikalar ve toplusözleşme ile ilgili yasalarda getirilmek istenen kısıtlamalar ve sendikalardan gelen tepkiler.
Yerel yönetimlerin güçlenmesi istenirken merkezin gücünü arttıracak  yerel yönetimler “reformu”...
Depreme karşı dayanıklı binalar derken, kent merkezlerinde rant kapısına dönüşen kentsel dönüşüm...
Bitmeyen davalar, uzayan tutukluluklar, adaletin bir kenara konduğu duruşmalar.
Ölümler, operasyonlar bitmezken, kimi siyasetçilerin tutuklandığı, kimi siyasetçilerin susturulmak istendiği Kürt sorunu...
BDP Kongresi ve Öcalan’la ilgili koşulların hafifletilmesi için açlık grevine giden gençler...
Kürtler ve PKK’lılarla ilgili olarak insani bir yaklaşımı dile getirmeye çalışan bir Emniyet Müdürü ve siyasetteki yansımaları...
Yoğun, ciddi ve çok düşündürücü bir gündem. Böyle bir gündemde siyasette olup bitenler ise, fars gibi...
Bir yanımızda savaş var, öte yanımızda “demokrasi” nutukları. Bir yanımızda cenaze namazları eksik değil, öte yanımızda “reform” duyuruları. Bir yanımızda Meclis’teki komisyon kavgaları, öte yanımızda günde, haftada bir kucağımıza düşen yeni yasalar...
Hani, maşallahımız var, dense yeridir. Hem dışarda nam salıyor, hem içerde yargı reformu, sağlık reformu, eğitim reformu derken, kentsel dönüşüm, yerel yönetimlerle birlikte “reforma” uğramamış alan bırakmıyoruz!
İyi de, tüm bunlar yaşanırken demokrasi nerede? Bunu soranlar da, oyunun “aptalları” olsa gerek.
Yine de soruyorlar: Toplumsal uzlaşma aranmadan reformu mu olur? Olursa da, o dönüşüm ve reformların, o “tek adam” döneminin dillere pelesenk olmuş “toplumsal mühendisliğinden” farkı kalır mı?
Ama onların ki, cızırtı. Güç tek elde toplanmış, Meclis’te çoğunluk var, çene kuvvetli, toplumun nabzına göre şerbet vermekte “usta”...
Geride kalanlar da, “konuşma demokrasisi!” ile avunsun artık!
Mesela Kılıçdaroğlu, “indirilen uçakta savaş malzemesi var mı” diye soruyor; Başbakan, “bakar kör” diye nitelendiriyor onu.
Ne kadar demokratik değil mi?
Ya da Başbakan, şehitleri öne sürüp, BDP’lilerle görüşmeyeceğini, ama Kandil ile, İmralı ile görüşebileceğini söylüyor. Yaklaşımındaki çelişki ve tutarsızlık bir yana, bu yaklaşım, Kürt sorununda siyasal ve demokratik çözümün baştan reddiyesi anlamına geliyormuş. Size ne?
Konuşma demokrasisinde ahkam büyüklerindir!
Buna karşın, CHP Başkan Yardımcısı, Başbakan’ın, “İmralı mı, Kandil mi diye papatya falı” açtığından söz etmekte. Olur ya;  o da konuşma demokrasisinin nimetlerini kullanmakta!
Ala –yu-vala ile aday olduğumuz, demokratikleşme adına çıpa diye değerlendirdiğimiz AB, İlerleme Raporlarında özgürlük ve demokrasi adına sinyal veriyormuş. Vay haddini bilmezler! Televizyon ekranından seyrettiğimiz gibi, rapor mapor dinlemez, “çöpe atarız” olur biter!
Artık buna, “çoğunluk demokrasisi mi”, yoksa “çoğunluk vesayeti” mi denir, kişiye kalmış. Nasılsa “konuşma demokrasisi” devrede; istediğiniz kadar konuşun!