Karşı karşıya olduğumuz siyasal krizin önemli bir boyutunu temsiliyet sorunu oluşturuyor. Diğer bir anlatımla, siyaset toplumsal alanla baş edemiyor. Ne demek bu? Bu şu demek; kurumsal siyasal alanda mücadele eden partiler desteğini kazanmak için yöneldikleri toplumsal alandan doğan talepleri temsil etmekte her gün biraz daha yetersiz kalıyorlar. Kaldıkları ölçüde de, toplumun siyasal sisteme olan inancı zayıflıyor.

Temsil edenlerle edilenler arasında ortaya çıkan bu sorun kuşkusuz yeni değil. Doğrudan demokrasi dışındaki tüm temsiliyet ilişkilerinde temsil kapasitesi bir sorun olagelmiştir. Liberal demokrasilerin uzun süredir yaşadığı meşruiyet krizinin gerisindeki en temel sorun da temsil edilenlerin iyi temsil edilmediklerini düşünmeleri. Seçimlere katılım oranlarının giderek düşmesinin gerisinde de aynı neden var.

Türkiye yakın zamanda bu hoşnutsuzluğun dışavurumunu bütün çıplaklığıyla Gezi protestoları vesilesiyle yaşadı. Kuşkusuz protestoların merkezinde AKP ve onun politikalarından doğan hoşnutsuzluk vardı. Ama protestolar, aynı zamanda, siyasal sistemin toplumsal talepleri ifade etmekte yetersiz kalmasına da bir tepkiydi. Geniş halk kesimleri, kurumsal siyasal alan ve onun tanımladığı siyasal araç ve repertuvarları yetersiz bulduğu noktada, sokaklara çıkıp kendi sözünü söyledi. Kurumsal siyasal alan bir kenarda kaldı; kentlerin sokak ve meydanları doğrudan demokrasinin mekânlarına dönüştü.

Bu durumun Türkiye’ye özgü olduğunu düşünürsek yanılırız. Yunanistan’daki yakın dönem gelişmelere bakın. Önce kurumsal siyasal alanda mücadele eden sağ ve sosyal demokrat partiler, borç içinde yüzen ülkede dayatılan kemer sıkma politikalarını sorgulamadan uyguladıkları için, hızla halk gözünde itibarlarını yitirdiler. Bu gidişi tersine çevirme sözü veren SYRIZA, neredeyse sıfırdan başlayıp, çok kısa süre içinde iktidara geldi. Ardından SYRIZA da, büyük güçlerin dayatmaları karşısında, verdiği sözleri yerine getirmeyip, kemer sıkma politikalarına yöneldiğinde, kendi içinde bir bölünme yaşadı. Çipras, henüz halk gözünde tükenmemiş kredisiyle, yapılan erken seçimde iktidara tutunmayı başardı. Ancak düşük katılım düzeyi siyasal sisteme duyulan güveninin biraz daha aşındığına işaret ediyor. SYRIZA önümüzdeki dönemde radikal bir çıkış yapamazsa, siyasal sistemin bir sonraki kurbanı olması işten bile değil.

Demokrasinin beşiği sayılan İngiltere’de, İşçi Partisi’nde geçen günler içinde yaşanan liderlik yarışı kurumsal siyasetin ne derece derin bir krizde olduğunu bir kez daha gösterdi. Uzun süredir neoliberal politikalara eklemlenen İngiliz İşçi Partisi, bütün dünyanın gözleri önünde, marjinal konumdaki bir sosyalist milletvekili tarafından teslim alındı. Aday olmak için gerekli imzayı toplamayı son anda başaran Jeremy Corbyn, parti seçkinlerinin karşısında cepheleştiği bir yarışta, üyelerin yüzde 60’nın oyunu alarak Parti’nin yeni lideri oldu. İyi temsil edilmediklerini düşünenler bu sorunu içtenlikle kampanyasının merkezine koyan Corbyn’i liderliğe taşıdılar.

Liberal demokrasilerde kurumsal siyasal alanı halk gözünde bu derece değersizleştiren temsil krizinin gerisindeki nedenleri ayrıntılı biçimde burada tartışmak mümkün değil. Ancak güncel bir neden üstünde durmakta yarar var. Siyaset seçenekler üzerinden yapılır. Seçenek yoksa siyaset de yoktur. Oysa son dönemlerde dünyanın dört bir tarafında, neoliberal politikalar, “başka alternatif yok” denilerek toplumlara dayatılıyor. Bu politikalardan hoşnutsuzluk duyan halk kesimleri iktidar dışı partilere döndüklerinde, oralarda da aynı duruşu görüp, her gün biraz daha ‘kurumsal siyasal alana’ olan inançlarını yitiriyorlar.

Böyle olunca, siyaset halktan arındırılmış, seçkinler arası bir oyuna indirgeniyor. Daha kötüsü, siyasal seçkinler, ortaya çıkan bu meşruiyet krizini çok da dert etmeden, içe kapanan bu siyaset tarzından haz duyuyor; kalın çizgilerle tanımlanmış alanda kendilerini mutlu ediyorlar.
İyi de, bu tür bir siyaset tarzı krize girdiğinde, bu durumdan nasıl çıkılacak? Bu önemli bir soru çünkü toplum bu derece siyasetin dışında bırakıldığında, siyasal krizleri çözmenin nihai makamı olmaktan da çıkıyor! Nasıl işlediğini bilmediği bir makine bozulduğunda, halktan onun tamir edilmesini beklemek ne kadar gerçekçi olabilir ki?

Türkiye sandığa giderken, hatırlatayım dedim.