Siyasetin seçimlere doğru kızışması olağan rejimlerde de görülür. Ama AKP Türkiye’sinde durum çok farklı. Muhtemelen bugünkü konjonktürde daha da farklı olmaya doğru gidecek.

Siyaset ve ekonomi kızışırken

Oğuz Oyan

Ekonominin kızışması yani çözümsüzlüklerin çoğalması ve kırılganlıkların pekişmesi 2018’den beri gündemde. Bir ileri bir geri yapa yapa birikti. Faiz kararlarındaki yalpalamalardan izlenerek bile anlaşılabilir. Son yalpalama şimdilik daha kalıcı görünüyor; en azından seçimlere kadar.

Siyasete olağandışı müdahaleler

Siyasetin seçimlere doğru kızışması olağan rejimlerde de görülür. Ama AKP Türkiye’sinde durum çok farklı. Muhtemelen bugünkü konjonktürde daha da farklı olmaya doğru gidecek. Gerçi AKP’nin parlamentoda çoğunluğunu yitirmesi yeni değil; sorun, MHP ittifakına rağmen çoğunluğun korumayacak olması olasılığının büyümesi.


AKP’nin meseleye şöyle baktığı da düşünülebilir: Önümüzdeki seçimlere hazırlanırken daha önce tecrübe edilen iki farklı seçim konjonktürü esas alınarak politik çizgi belirlenebilir. Bunlardan ilki, 2009 Yerel Seçimleriydi. İçerde siyasi kutuplaşma/hasımlaşma dozu zayıf tutulmuş, İsrail Cumhurbaşkanı’na atıp tutularak bir dış gerilim yaratılmak istenmişti. Bu yapay “dış gerilim” o zaman Arap ülkelerinde olduğu kadar Türkiye kamuoyunda karşılık bulamamıştı. Buna karşılık şiddetli ekonomik küçülmenin etkileri sandığa yansımış ve AKP’nin oyları yüzde 38,5’e düşmüştü. Diğer seçim konjonktürü 2015’te iki farklı biçimde yaşanmıştı: Haziran 2015’te bir uzlaşma algısı hâkim olmuş ve iktidar çoğunluğunu kaybetmişti; kasıma kadar bu süreç tersine çevrilerek, Türkiye’nin bir kan gölüne çevrilmesine “göz yumularak” “başarı” sağlanmıştı. Daha sonra 2017 referandumunda da 2016 darbe girişimi kullanılmıştı. 2018 ve 2019 seçimlerinde ise kutuplaştırma rüzgarları yeterince etkili olamamış ve iktidar oyları gerilemişti. Dolayısıyla şimdi yeniden büyük bir düşmanlaştırma siyasetine ihtiyaç oluşmuştur.

Bir de şunu dikkate alalım: İktidar, Haziran 2023 “nihai” tarihindeki genel ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine 2018 ve 2019’a göre daha da zayıflamış, giderek kitlesel tepkilerin odağı olmaya başlamış bir durumda gidiyor. Sicili bunca kirli ve karanlık bir iktidarın seçim sandıklarını kaderine razı olmuş bir tevekkülle beklemesi düşünülebilir mi?

Herkes yanıtın olumsuz olduğunu, seçimlere gidilirken iktidarın siyasetini sertleştireceğini, mevcut kutuplaşmaları derinleştirmek için daha da kışkırtıcı olacağını, muhalefeti hırçınlaştırarak insicamını bozmak ve hata yapmaya zorlamak isteyeceğini, bunun için kolluk ve yargı sopalarını fütursuzca kullanacağını seziyor ve biliyordu. Somutta hangi araçların devreye sokulacağı konusunda tam değilse de kısmi bir belirsizlik vardı. Seçim ve siyasal partiler yasalarının değiştirilme hazırlıkları biliniyordu örneğin, ama yeni yasa seçim ittifaklarını geçersiz kılarak somutta muhalefet cephesine beklenenden daha dağıtıcı bir etkide bulundu. Seçim kurullarının yapısıyla oynanarak, bu kurulların iktidara daha “angaje” yapı kazanması adımı atıldı; yani büyük farklarla kazanılamayan yerlerde, sonuçların seçim kurullarının “insafına” kalması sağlama alınmış oldu. Bunlar aynı zamanda muhalefetin bam telleriyle oynamak, moralini bozmak için de kurgulandı.

Anayasa 138’e temelden aykırı olarak iktidardan talimatlı bir yapı kazanan siyasi ceza davalarında yargının giyotini zaten hiç durmadan çalışmaktaydı. Montrö’yü savunan amirallere dava açılması, uydurma 28 Şubat davasının mahkûmiyetlerle sonuçlanması, AHİM kararlarına rağmen Kavala ve Demirtaş’ın özgürlüklerinin engellenmesi, vb. yakın dönemin “meydan okumaları” idi. Ukrayna savaşının, NATO ve Batı’nın gözünde Türkiye’nin önemini artırması, Erdoğan iktidarının elini daha serbest hissetmesine yol açtı. Gezi davasındaki mahkûmiyetler ve Canan Kaftancıoğlu davasının sonucu -tam sürpriz sayılmazsa da- iktidarın gerilimi tırmandırma, muhalefeti hırçınlaştırma ve Batı’yı sınama operasyonları anlamına da geliyordu.

Olağanüstü rejim ve paramiliter güçler

Batı’yı sınamanın ucunun nereye varacağı ise şimdilik meçhul. Seçim sonuçlarını lehine çevirmek için bazı operasyon hazırlıklarının da habercisi olabilir mi mesela? Soruyu başka türlü de sorabiliriz: İktidar, olağanüstü bir rejime mi hazırlanıyor? Otokratların, fırsat bulurlarsa, olağanüstü bir rejime karar vermeleri çok sürpriz sayılmaz gerçi. Mesele, böyle bir olasılığa karşı muhalefetin halkın tepkilerini örgütleyip örgütleyememe irade ve kapasitesine gelip dayanabilir.
Bu bağlamda anamuhalefet partisi liderinin, iktidarın eteklerinde palazlanmış paramiliter bir kurum olan SADAT’a karşı tam da şimdi giriştiği hamlesi doğrudur. Şunları söylüyor Kılıçdaroğlu: “Şu anda önünde bulunduğumuz SADAT bir paramiliter kuruluştur. Ve düne kadar Erdoğan’ın danışmanlığını yapıyordu bunlar. Bu kuruluşun hedefleri arasında gayri nizami harp eğitimi var. Yani, sabotaj, baskın, pusu kurma, tahrip, suikast ve tedhiş. SADAT gibi kuruluşlar seçimi gölgeleyecek herhangi bir şey olursa sorumlusu burası ve Saray’dır. Erdoğan al şu paramiliter artıklarını, ne yaparsan yap. Seçim yaklaştıkça zulmünü artırma niyetindesin biliyorum. SADAT’tan da medet umuyorsan bil ki her türlü pisliğe karışmış bu zorbalardan zerre korkuyorsak namerdiz! (…) Bu seçim olacak. CHP demokratik yollarla bu ülkede seçimin yapılması için her türlü çabayı gösterecektir. Seçim güvenliği ne pahasına olursa olsun sağlanacak. Sizler sandığa gidip rahatça oyunuzu vereceksiniz. CHP var. 100 yıldır buradayız. Merak etmeyin.”

Bu girişim ve açıklama, iktidarın olağanüstü bir rejim hazırlığına dikkati çekme, buna meydan okuma ve halka seçim güvenliği konusunda CHP’nin teminatını vererek moral aşılama çabalarının bir bileşkesidir. Eylemin kendisi gelişmelerin alabileceği yön konusunda dramatik bir uyarıdır ve o ölçüde de vahim bir gidişata işaret etmektedir.

Kuşkusuz SADAT’ı simge olarak almak bugün için doğrudur. Ancak “sandık demokrasisine” müdahalelerin şimdiye kadar süper-NATO ile nizami iç güçler (TSK) ortaklığı üzerinden geldiğini ihmal etmeye götürmemelidir. Onların onayı olmadan da SADAT’lar bir hiçtir.

Sonuç: Ekonomide ne oluyor?

Ekonomide herşey kötüyü gidiyor. Saray rejimi artık gerçekleri inkâr etmekle kalıyor, yeni bir gerçeklik inşa edemiyor. Rejimin yüzünün varlıklı kesimlere/sermayeye dönük olduğu, mevcut “programın” bir çıkış stratejisi olmadığı gizlenemiyor; iktidar söylem ile eylem zıtlıkları içinde bocalıyor, çaresizlik sinyalleri çoğalıyor.

Bu durumda ekonomide de savunma yerine saldırıya geçiliyor. Topu dış güçlere/dış etkilere atmak yetmiyor, bunu çürüten ve iktidarın sorumluluğunu sergileyen bağımsız iktisatçılar da hedefe konuluyor, kendi mandacılığını perdeleyip eleştirel iktisatçılara bu sıfat yakıştırılmak isteniyor.

Şimdiye kadar sürdürdüğü ultra-liberal ve nepotist birikim modeline komprador burjuvaziden hiç itiraz duyulmamıştı; muhalefetin itirazları da “beşli çete”den öteye hiç gitmedi. İktidar şimdi dalgalı kur rejiminden kontrollü kambiyo rejimine bazı çaresizlik geçişleri yapıyor. Muhalefet bunları eleştirmekle yetinebilir mi? AKP sonrası dönemde dahi Türkiye’nin önünde bir sermaye hareketlerinin kontrolü meselesi bulunmuyor mu artık?

Siyasetteki meydan okuma ekonomiye ne zaman yansıyacak acaba? Ekonomik sistem eleştirisi yapılmadan gerçek bir alternatif olunamayacağı ne zaman politik bir karşılık bulabilecek? Kitleler de biz de merakla bekliyoruz.