Sade küçüklerin değil, büyüklerimizin de
Düştüğü bir tarihsel yanılgı
Çünkü sünnet değil, farzdır Cumhuriyet.

Can Yücel

Ortada sahiden bir cumhuriyet var mı sorusu meşruluğunu korurken, yine de herkes kendi meşrebine göre cumhuriyeti kutladı.

AKP’nin demokrasi, özgürlük, hukuk devleti, adalet ve eşitlik gibi kaygısı olmadığından, “icraat” dedikleri, gerçekte ise rant ve talan olduğu hayli zamandır bilinen bir “siyaset biçiminin” uzantısı olarak, cumhuriyeti, yeni havalimanında “coşkuyla” kutladılar. Ranttan nemalananlar her daim olduğu gibi bu coşkuya dahil oldular ama, krizin belini büktüğü halk, aynı coşkuya sahip miydi, pek emin değilim…

Fiyatların artmaya devam ettiği, alım gücünün hayli zayıfladığı ve kent içi ulaşımın dahi hesabının yapılmak zorunda olduğu bir dönemde, iktidar sembolü olarak açılan yeni havalimanının; işçiyi, memuru, emekliyi, işsizi sevindirecek pek bir yanı yok. İnşaatı sırasında dahi havaalanı işçisine reva görülen “kölelik” muamelesi, AKP iktidarının “halktan” ne beklediğini göstermeye yetiyor. Halk, iktidar kendi gemisini yürütsün diye “köle” gibi çalışacak, Saray karşısında “kul” olacak ve asla hakkını aramayacak! İtaat edecek! Hakkını arayan emekçiler yaptıkları “eseri” parmaklıklar ardından izleyecekler! Nitekim akşamında üniversitelerimizin güzide rektörlerinden birisi, Can Yücel şiirine nazire yaparcasına baklayı ağzından kaçırdı: Erdoğan’a itaat etmek farzdır! Yaşasın cumhuriyet!

Gün geçtikçe rejimin, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen bu “ucube” yapıya niçin dönüştürüldüğünü daha iyi anlıyoruz. Temel amaçlarından birisi siyaseti ve karar alma süreçlerini halktan kaçırmak, Saray’ın duvarları arasına hapsetmekti ve bugün tam olarak bunu yapıyorlar.

Saray damadının, “Bakan” olarak açıkladığı vergi indirim paketi, iktidarın krizde de tercihini kimlerden yana kullandığını gösteriyor. Patronlar anında, duydukları “mutluluğu” dile getirdiler. Zaten AKP iktidarı onları ne zaman mutsuz etti ki?

Peki ya halk?

Vergi indirimlerinin maliyetinin halka nasıl yansıyacağını en geç yerel seçimler sonunda görürüz. Doğalgaza, elektriğe, ulaşıma ve temel gıda ürünlerine yapılan zamları geri almak, halkın üzerindeki vergi yükünü hafifletmek nedense iktidarın aklına gelmiyor ama onca devlet krizi arasında Cumhurbaşkanı’nın maaşına yüzde 26 oranında zam yapmayı unutmuyor! Maaşlar reel olarak “kuşa” dönmüş, işsizlik giderek yaygınlaşıyor, ne gam!

Neo-MC Koalisyonu, siyaseti halktan kaçırmış olmanın rahatlığı ile adeta dalga geçiyorlar. İşte nerede ise Kaşıkçı cinayetini bile Kılıçdaroğlu´na yıkacaklar! Ne mantık dertleri var, ne de tutarlılık! Parlamenter sistemde, Meclis’in iyi-kötü bir gücü ve etkinliği vardı. Halk, temsili siyasetin olağan kanalları üzerinden milletvekillerine ve Meclis’e etki etme imkanına sahipti. AKP’li yıllarda giderek azalmış olsa da hükümet, Meclis’e hesap vermek zorundaydı. Ekonomik krizle boğuşan halkın bugünün siyasetini kullanarak sorunlarına çözüm bulması neredeyse imkânsız.

Peki, biz elimizden yitip giden cumhuriyetin ardından ağıt mı yakacağız, yoksa halkçı bir siyasetin yollarını mı arayacağız? Ankara’da, İstanbul’da binlerce insan, umut ve umutsuzluk, güven ve güvensizlik gibi karmaşık duygularla, geçmiş ve gelecek arasında sıkışarak cumhuriyet için yürüdüler. Onların bu karmaşık duygularını bütünlüklü bir siyasi perspektifle umuda ve cesarete dönüştürmek halkçı bir siyaseti birlikte inşa etmek zorundayız. Neo-MC Koalisyonu’nun bizlerden kaçırdığı siyaseti, yerelde de yeni biçimleriyle düşünmek zorundayız. Bir an önce 24 Haziran travmasını geride bırakıp, sermayenin mutluluğunu düşünen iktidar bloğuna karşı tepkileri ve dayanışmayı birlikte örgütlemeliyiz.
Zaman silkinme, umut ve cesaret zamanı!