Reform için devrime, mevcut devleti sevk ve idare edecek bir hükümete değil, tüm toplumu sevk ve idare edecek kurucu bir iradeye ihtiyaç vardır. Devrim, devrimcilere sorulur.

Siyasetin boşluğu, boşluğun siyaseti

Siyasi yelpazenin merkezindeki muazzam boşluk, son beş senedir Türkiye siyasetinin en yakıcı sorunu haline gelmiştir. Böylesi bir durum, hakim ve yönetici sınıflar bakımından tam anlamıyla kabustur, sürdürülebilir değildir; zira merkez siyasi alan yoksa, hakimiyetlerinin siyasi meşruiyet üretme mekanizması da yok demektir.


Karadeliğe alçıpan ya da Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi

AKP iktidarı, merkez siyaset alanındaki boşluğun hem nedeni hem de sonucu olarak görülmelidir. Nedenidir, zira Cumhuriyetin temel sütunlarında (laik, üniter, sosyal hukuk devleti) giriştiği revizyonu 2010 Referandumunda hukuki çerçevesine kavuşturan Erdoğan liderliğindeki AKP, bu aşamadan sonra hükümet-devlet ayrımını yeniden kuracak şekilde merkez siyasi parti kulvarına çekilmemiş, parti-devlet özdeşliğini müphem bir “dava” adına sürdürmüştür.

Bugünkü AKP, aynı zamanda, merkez siyaset alanındaki boşluğun bir sonucudur. Şahsileşmiş güç kullanımına yasal çerçeve sunan ve adına “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen devlet örgütlenme biçimi, siyasi yelpazenin merkez alanına duyulan gereksinimi ortadan kaldırma girişimi olarak da tanımlanabilir. Bu girişimin kalıcı olacağını düşünmek, kara deliği alçıpanla kapatacağını düşünmekle eş değer bir özgüven sahibi olmayı -ya da aynı anlama gelecek şekilde Profesör Burhan Kuzu olmayı- gerektirir. Nitekim siyasi faaliyeti kallavi laflar üretme sanatı olarak sürdüren MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli “Erdoğan düşerse, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi de çöker” diyerek, sistemin kişiye özel karakterini itiraf etmiştir.

Normalleşelim, güzelleşelim

Merkez siyasetteki boşluk, sıklet merkezinde CHP'nin yer aldığı muhalefet bloğunun da ana gündemidir. Muhalefete göre, “Türkiye'nin normalleşmesi”bu boşluğun kapatılması ile mümkündür. 2015'e dönüş restorasyonu olarak da tanımlanan bu yönelim içinde, “Millet ittifakı” adını alan muhalefet bloğu, kuvvetler ayrılığı prensibi çerçevesinde parlamenter sistemi yeniden inşaa etmekte uzlaşı sağlamış görünmektedir. Bu yönelimin çekim gücü, AKP'deki çatlakları da büyütmüştür; Davutoğlu ve arkadaşlarının olmasa bile Gül-Babacan kliğinin zamanlaması, büyük ölçüde “Millet İttifakı”nın bu yönelimi ile ilgilidir. Gül-Babacan ekibi başından beri AKP'yi merkez siyasi alanı uzun süre belirleyecek bir parti olarak görmüştür; Erdoğan'a (ve aslında onun doktriner temellerini formüle eden Davutoğlu'na) kı(r/z)gınlıklarının asıl sebebi de bununla ilgilidir; yeni merkezin 3-5 on yıl sürecek partisi olmak varken, Erdoğan tarz-ı siyaset, AKP'yi şahsileşmiş güç kullanımının pragmatik aygıtına dönüştürmüştür.

Devleti parti içinde, partiyi de devlet içinde eriten, ortaya çıkan çözeltiyi de milletin kendisi olarak topluma empoze eden bir sistemin sürdürülebilir olamayacağı, Gül-Babacan kliği bakımından da -başından beri- bilinmektedir. Onların korkusu, kendi kaderini ülke kaderi olarak topluma empoze eden siyaset tarzının yarattığı karşı dalganın, bugüne kadar elde ettikleri “kazanımları” da silip süpürmesi ihtimalidir. Son Belediye seçimleri ile o ihtimal de görünür hale gelmiştir. AKP içindeki klikleri harekete geçiren ana siyasi motif, “kazanımların korunması”dır. “Erdoğan'sız AKP” diye formüle edilen siyasi birlik, tam olarak bu motife tekabül etmektedir.

Reform için devrim lazım

“Millet İttifakı”, parlamenter sisteme dönmeyi amaçlayan ve böylece kuvvetler ayrılığı prensibi çerçevesinde devlet ve hükümet ayrımına yeniden hukuki çerçeve kazandıran bir program etrafında AKP’den ayrılan/atılan gruplarla uzlaşmaya hazır görünmektedir. Parlamenter sistem ve güçler ayrılığı gibi iki düzenleyici esasa yaslanacak bu uzlaşı ile Türkiye’nin yeniden normalleşeceğini düşünmek, fazlasıyla saflık olur. Öncelikle AKP’li yıllarda, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu sütunları (laik, üniter, hukuk devleti) neoliberal kapitalizme yeniden derin entegrasyon tesis etmek maksadıyla revizyondan geçirilmiştir. Sözü edilen revizyon, uluslararası sermayenin sinir merkezleri tarafından Güney’in yeni-sömürge ülkelerine 1980’li yıllardan itibaren empoze edilen sermaye programının mantıki sonucu olarak görülmelidir. Özal eliyle gerçekleşmeyen bu revizyon için AKP adı verilen siyasi hareket oluşturulmuştur. AKP siyasi rejim sütunlarındaki revizyonu hukuki düzlemde gerçekleştirmesine gerçekleştirmiştir; lakin bu gerçekleştiğinde artık ortada derin entegrasyon tesis edilecek bir “küresel” ekonomi kalmış değildir. 2008’deki küresel kriz, “açık, serbest ve entegre” olmakla övünen “küresel ekonomiye” büyük bir darbe indirmiştir. “yeniden derin entegrasyon tesis edilecek” bir küresel ekonomik ortamın olmaması, rejim revizyonunun maddi temellerinin de olmaması demektir. Faz farkından doğan bu boşluk Erdoğan için hareket serbestisi alanı oluşturmuş ve ülke bugünlere gelmiştir.

Özetle bugün Türkiye toplumu, siyasi yelpazenin üzerinde yükseleceği rejim sütunları konusunu çözüme kavuşturmuş bir toplum değildir; siyasi yelpzenin merkezini inşaa etmek ile Cumhuriyet'i yeniden inşaa etmek iç içe geçmiş görevler durumundadır. Millet İttifakı henüz bunu bilince çıkarmış değildir. Reform için devrime, mevcut devleti sevk ve idare edecek bir hükümete değil, tüm toplumu sevk ve idare edecek kurucu bir iradeye ihtiyaç vardır. Devrim, devrimcilere sorulur.