Kısa vadedeki çözüm içerikleri belli oldu: teknolojik, demagojik, ideolojik boyutlara bir de düpedüz gıcıklaşma katıldı. Lafı uzatmadan

Kısa vadedeki çözüm içerikleri belli oldu: teknolojik, demagojik, ideolojik boyutlara bir de düpedüz gıcıklaşma katıldı. Lafı uzatmadan tek tek bakalım...
Kürt sorununa teknolojik çözüm: İsrail’le ilişkiler papaz oldu (ya da haham oldu bilemem) o yüzden, Türkler Heron icat etmeye mecbur kaldı, sorunun bu faslı çözüldü... Tabii ya, koskoca Amerika da bu tür icatları sayesinde önce Vietnam’da başarı kazanmış, ardından Afganistan’da Talibanları sonra da Irak’ta direnişçileri dize getirmişti. Getirmiş miydi? Hadi oradan!
Kürt sorununa “demokratik” değil demagojik çözüm: Seçimler, demokrasinin olmazsa olmazıdır ya, üç vakte kadar, er ya da geç ufukta bir genel seçim var ya, seçimlerde de oy lazım ya, şimdi artık her düzen partisi en hakiki milliyetçidir. Ve şurası bellidir, bu seçimlerde laiklik ve dindarlık yarışı olmayacak, bu seçimde milliyetçilik yarışacaktır; her cenahtan, her ırktan... Çivi çiviyi söker derler ama, bir milliyetçilik ile başka bir milliyetçilik karşı karşıya geldiğinde sadece birbirini keskinleştirir, o kadar... Peki bu tarzı çözüm sayana ne denir? Hadi oradan!
Kürt sorununa “hısım-hasım” laf cambazlığıyla yapılan en ahlaksız ve en gıcık çözüm: Yahu “medeniyetsiz!” Her şey bir yana “medeni kanun” diye bir şey vardır, bunu ihlal ediyorsun ve cumhuriyetimin savcıları da öylece bakakalıyor ya, işte buna helal olsun.  Evet...  Sonunda dindar Türk erkeğini, dört kadın almak helaldir rüşvetiyle ikna etmekten de geri durmadılar ve bunlar şimdi bir de “helal olsun” övgüsü bekliyorlar. Hadi oradan!
Kürt sorununa akla komik şeyler getirten çözüm: Çömelirken çözüm, ayaktayken çözüm... Tövbe estağfurullah! Ya da Erdoğan ile Kılıçdaroğlu birbirleriyle işte böyle gıcıklaştılar. Şayet böyleyse, ikisine birden: Hadi oradan!
Kürt sorununa küreselleşmeci, piyasacı bir ideolojik çözüm: Bu minvalde en harbi (yani harbe ait!) kavram “taşeronluk” lakırdısı. Küresel piyasanın asli dinamiklerinden birisi dış kaynak kullanımı (taşeronluk) olarak öne çıkar. Yahu bu arada “taşeron” diyene bakın! AB eliyle sözüm ona demokrasi getirmeye soyunur, Kürt açılımını ABD stratejisine göre yapar, yani “kendisi” olarak kılını kıpırdatmaz!  Çünkü “kendisi” olarak hiçbir kıymeti yoktur. Bu tür işlerin projesini küresel müteahhitlere havale eder, demokrasi ve çözüm konularında bu müteahhitlerin taşeronluğuna soyunur. Sonra da taşeronluk lafını küfür olarak kullanır. Ve cevabını almaz mı? Alır: Hadi oradan!
Kürt sorununa “muhatabım değilsin” lafıyla bir çözüm: Böylesi günlük dilde, gıcık vermek için kullanılan fiyakalı laflardan birisi. Böyle deyince karşındakini küçümsemiş olursun. Bir nevi psikolojik savaş...
Hattı zatında çözümsüzlük aslında muhatap/aracı noktasında yatmıyor mu? Ve hangi araçların kullanılacağı konusunda... Yani kestaneleri ateşten kim alacak? Kim maşa olacak?
Öcalan’a diyorlar ki maşa olursan paşa olursun. O da haliyle kabul etmiyor, pazarlık edelim diyor. Hele bir hatırlayın açılımın ilk başlangıcında Öcalan’ın söylediklerini; çıtayı epey aşağıya indirmişti. Sonra muhatap/araç olarak kabul edilmediğini gördüğünde çıta tekrar yükseldi... Son günlerde çıta tekrar aşağıya iniyor gibi... Şu kısacık sürede dökülen şunca kandan sonra tekrar “ateşkes” sürecine girilecek gibisinden emareler... Yani? Hadi...
Hadi hayırlısı...