Google Play Store
App Store

Saray rejiminin topyekün saldırı haline karşı muhalefetin ‘Siyasal İletişim Uzmanlığı’ altındaki bireysel performansları ve büyük kampanyaları halka ulaşamıyor. Siyaset Bilimci Örnek, “Kırmızı kart kampanyası, gibi işler profesyonel siyasal iletişimciliğin, gerçek mücadelenin yerini almasının ürünü. Toplumun yaşadığı yoksulluk ve yıkımı hissetmeyen kampanyacı profesyonellik, zaten matah olmayan siyasetin içini daha da boşalttı” dedi.

Siyasetin ‘imaj devri’nde halk yok
Fotoğraflar: Depo Photos

Öncü DURMUŞ

Siyasetin üst perdesinde kurulan gündemler ile halkın gündemi arasındaki makas günden güne açılıyor. Bir yanda gündelik siyasete sıkışan politikalar diğer yanda ise yaratılan derin yoksulluğun neden olduğu öfke var. Gerek oyun kurucu rolündeki Saray rejiminin gerekse iktidarın minderinde siyaset yapma alışkanlığından kendini alıkoyamayan muhalefetin durumu halkı siyasetin dışına itiyor.

Kadınları, emeklileri, işçileri, gençleri toplumun bütün kesimlerini sefalete hapseden Saray rejimi toplumsal desteğini günden güne yitirse de yumuşama, çözüm süreci, anayasa tartışmaları, Suriye’deki yeni denklem gibi yukarıdan kurulan ve topluma kabul ettirilmeye çalışılan gündemlerle ayakta kalmayı başardı. Bunun yanı sıra yargı sopası ve türlü baskı politikaları da iktidarın en büyük kozu haline geldi.

Muhaliflere yönelik gözaltı ve tutuklamalardan belediyelere atanan kayyumlara, mali operasyonlardan İstanbul Barosu’nda açılan davaya kadar toplumsal muhalefetin tamamını sindirmeye yönelik saldırıları devreye sokan rejim, kendisi için dikensiz gül bahçesi yaratmayı hedefliyor.

Saray yönetiminin bu hamlelerine karşı en kritik nokta da muhalefet cephesinin aldığı pozisyon. Rejimin sürekli savunma durumunda bıraktığı meclis muhalefeti, şu ana dek bu ablukayı kırabilmiş değil.  Alışılmış eylem biçimleri, toplumsal taleplerden kopan koparken, bireysel performanslar üzerine kurulan gösteriler de halkın değişim iradesini sahiplenmekten uzak bir görüntü çiziyor. Yerel seçimlerde açığa çıkan değişim iradesinin yeterince kavranamaması, tabanda biriken öfkeyi yumuşama tartışmaları ve tematik mitinglerle frenledi. Büyük sürpriz olarak duyurulan “Kırmızı Kart” kampanyası tabanda tepkileri artırdı.

Belediyelere atanan kayyumların dahi normalleştiği, tepkinin örgütlenmesinin çok cılız kaldığı bu koşullarda sorunları dillendirmekten öte çözme iradesini koyan ve örgütlenebilenler ise aslında bir nevi pusula özelliği taşıyor. Geçtiğimiz haftalarda 6 aylık direnişini zaferle taçlandıran Polonez işçileri de AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın gece yarısı kararnamesi ile getirdiği grev yasağını tanımayarak patron sendikası MESS’i masaya oturtan Birleşik Metal İşçileri de muhalefete nereden başlaması gerektiğini hatırlatıyor.

SİYASETLE HALK ARASINDA YABANCILAŞMA ARTIYOR

Siyaset Bilimci Cangül Örnek, muhalefetin siyaset yapma biçiminin geldiği yeri halka yabancılaşmanın arttığını söyledi. CHP’nin kırmızı kart örneğinin siyasette bir süredir belirleyici hale gelen “Siyasal İletişim Uzmanlığının” bir örneği olduğunu söyleyen Örnek, “Siyasette kampanyalar ve genel olarak propaganda çok önemlidir. Ancak propaganda gücünü, halkın yaşadığı sorunların ağırlığını ifade edebilme ya da partilerin ülke gündemine sokmak istedikleri siyasal başlıkları örgütleme kapasitesinden alır” dedi.

Örnek gelinen noktayı şöyle değerlendirdi: “Son yıllarda hızla profesyonelleşen siyaset ekolü ise, siyasetle halk arasındaki yabancılaşmayı derinleştiriyor. Bugüne kadar bu yabancılaşmayı frenleyen şey, toplumun AKP’ye gösterdiği tepkinin büyüklüğüydü. Türkiye’deki muhalif kitle yıllardır AKP’den kurtulmak için ana muhalefet partisini inisiyatif almaya itekleyen, zorlayan bir enerji gösterdi.

Yerel seçim sonrasına odaklanacak olursak, son bir yıldır ana muhalefet partisi, böyle bir mücadelenin verilebileceği başlıkların hiçbirinde radikal bir tutum takınmış değil. Radikal tutum, kürsülerden yüksek tonda konuşmak ya da bir takım sembolik işler yapmak demek değil. Yani konuşma metninizin iyi hazırlanması ya da iletişim uzmanlarının “dikkat çekici”, “akılda kalıcı” diyerek önerdiği mesajlar, gerçek mücadelenin yerine geçmiyor. Örnek vermek gerekirse; Temmuz 2024’te asgari ücrete zam yapılmamış olması, yenidoğan ünitelerinde öldürülen bebeklerin acı bir şekilde gösterdiği bir gerçek olarak sağlıkta özelleştirmenin yaşam hakkını tehdit eder hale gelmesi, çocukların işçileştirilerek iş cinayetlerinde öldürülmesi, sermayeye vergi afları gelirken emeğiyle geçinenlerin tek vergi kaynağı olarak görülmesi, vb., pek çok başlık sayılabilir. Geçtiğimiz bir yılda bu tür başlıklar ya muhalefetin kendi içindeki liderlik tartışmaları nedeniyle kadraja giremedi ya da “yapıcı siyaset” ya da "karşı mahalleye ulaşmak" adı altında iktidara meşruiyet aşılayan yaklaşımlar nedeniyle ikinci planda kaldı. Oluşan siyaset boşluğunu ise, bir yönüyle kampanya profesyonellerinin, siyasal iletişim uzmanlarının ya da anket şirketlerinin önerileri doldurur oldu.

İDEOLOJİK MÜCADELEYE İKAME EDİLİYOR

Bilindiği gibi siyasette bu tür bir profesyonelleşmenin anavatanı ABD’dir. ABD’de 20. yüzyıl başında gelişmeye başlayan ve “tüketiciye daha fazla tükettirmeyi" amaçlayan “halkla ilişkiler uzmanlığı”, II. Dünya Savaşı’ndan sonra siyasette de yükselişe geçti. Bunun bir nedeni bu ülkede siyasetin farklı kulvarlarında yarışan siyasetçilerin ve partilerin kayda değer bir ideolojik farklılıklarının olmamasıydı. İdeolojik fark azaldığı oranda kampanya siyaseti ön plana çıktı çünkü ideolojik mücadelenin yerini siyasetçilerin mesajlarının hedef kitlesi, toplumun mesajları nasıl algıladığı, hangi kesimin hangi mesaja daha açık olduğu, siyasetçinin imajı, vb., başlıkları siyasetin yerine koyan bir profesyonellik aldı. ABD’de sonuç, halkın siyasete ilgisini büyük ölçüde kaybetmesi oldu.

Gecikmiş olarak Türkiye’ye gelen bu kampanyacı profesyonellik, son yıllarda siyaseti gittikçe daha fazla belirler hale geldi. Dikkat edilmesi gereken nokta şu: Bu profesyonellik, radikal siyasal çıkışları ve ideolojik farklılıkları ikame ettiği gibi, bu tür bir siyaseti olumsuzluyor. Siyaset ile toplum arasında açılan mesafeyi ise imaj çalışmalarıyla, iletişim teknikleriyle dolduracağını iddia ediyor ki Türkiye gibi sorunları çok büyük bir toplumda bunun başarılı olması mümkün değil.”