Partilerin şu andaki gündemi seçim. İttifakların geleceği ise cevabı aranan soru durumunda. Ama hiç kimse taşları oynatacak adımı atmıyor. Anlaşılan o ki tüm taraflar Erdoğan’ın kararını vermesini bekliyor. O ana kadar liderler iç siyasette vagon sallamaya devam edecek.

Siyasette vagon sallama günleri

Millet İttifakı’nın erken seçim çağrısı, Sedat Peker’in ifşası, Süleyman Soylu isminin sürekli suç örgütleri mensuplarıyla birlikte anılması ve HDP’nin Millet İttifakı’na dair söyledikleri yaz aylarına dair beklentileri artırdı. Ama bugüne kadar bu beklentilerin gerçekleştiğini söylemek doğru olmaz. Tarafların durumu daha çok peşrev çekme ya da tren sallama kıvamında. Bu durumun en önemli nedeni hiç kuşkusuz iktidar cephesinde yaşanan kafa karışıklığı ve tereddüt oldu.
Erdoğan’ın tüm çabasına rağmen işler istedikleri gibi ilerlemiyor. Cumhur İttifakı’nda ki aşağıya doğru gidiş durdurulamıyor. AKP örgüt olma özelliğini yitirmiş, hizipler kavgası var. Soylu-MHP yakınlığı AKP’liler içinde de endişe verici boyuta ulaştı. Erdoğan’ın konuşmaları, tüm bu gelişmelerin farkında olduğunu gösteriyor. Öyleyse neden adım atmıyor, neyi bekliyor?

NETLEŞMEYE BAŞLADI

Erdoğan ülke içinde herhangi bir adım atmadan uluslararası ilişkilerde pozisyonunu netleştirmeye çalışıyor. Bir yandan da Biden sonrası oluşmaya başlayan yenidünya düzeninde rolünün netleşmesini, mümkünse 2000’li yılların başında olduğu gibi ayrıcalıklı bir pozisyona kavuşmayı bekliyor. 14 Haziran görüşmesinin ardından ayrıcalık olmazsa bile görevler konusunda belli bir mesafe alındığını da söylemek mümkün. Özellikle Afganistan ve göçmenler konusunda batı Türkiye’ye yeni bir görev tanımladı. Ankara’da bu konuda çok iştahlı olduğunu gösterdi. Bu mesele rayına oturup netleşmeye başladığında ikinci ve biraz daha netameli olacağı anlaşılan Suriye, Libya ve Irak meseleleri masaya gelecek gibi görünüyor. Ama her şeyden önce Erdoğan’ın artık Biden’in dümen suyuna girdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Dış politikada Hulusi Akar’ın Çavuşoğlu’ndan daha fazla görünür olması ve görüş açıklaması bu yönelimin en önemli işaretlerinden biri.

Bu sürecin bugünden yarına ve hiçbir sıkıntı yaşanmadan mutlu sonla bitmesi mümkün değil. Özelikle Suriye boyutu ikili ilişkilerde kilit olma özelliğini koruyor. Bu kilidin anahtarı bulunursa ondan sonra hızlıca iç politikanın dizaynına tanıklık edebiliriz. Bugünlerde MHP-AKP arasında çekilen peşrev de bitecek ve artık her şey daha net konuşulmaya başlayacaktır.

MECBURİ EVLİLİK

AKP-MHP ittifakında Bahçeli’nin çizdiği rotaya sürekli atıf yapılıyor. Dümenin aslında MHP’nin elinde olduğunu söyleyenler bile var. Kuşkusuz bu değerlendirmenin doğru boyutları da var. Ama 7 Haziran seçimlerinden bu yana devam eden ittifak artık sadece Erdoğan için değil Bahçeli için de mecburi bir evlilik haline geldi. MHP için mecburiyeti besleyen iki önemli nokta var. Birincisi görünürde koalisyon ortağı olmamasına rağmen devlet içinde ulaştığı büyük kadrolaşma. Neredeyse her bakanlıkta üst düzey yönetici olan partililer var. Ticaret, İçişleri gibi bakanlıkların yanına Merkez Bankası gibi kilit kurumları da aldılar. Bir de bakanlıkların dolayımından geçen ihaleler ve diğer kamu yatırımları düşünüldüğünde MHP gibi gücü sınırlı bir parti, hayal bile edemeyeceği bir belirleyiciliğe ulaştı. Diğer önemli bir neden de İyi Parti’nin varlığı. MHP olası bir seçimde geriye giderek, iktidarı kaybedeceğinin ve dolayısıyla şu anki durumunu bile mumla arayacağının farkında. O nedenle en az AKP kadar bu ittifaka mecbur artık.

İki başlığa bir üçüncüsünü eklemek de mümkün. Bu da MHP’nin bir anlamda çerçevesini çizdiği siyasal hat olarak tarif edilebilir. MHP’yi yakından takip edenler bilir ki “hat” meselesi hiçbir zaman mutlak olmadı. Bu Bahçeli öncesinde de böyleydi. İki parti arasındaki devam eden görüşmeler yeni duruma MHP’nin ikna edilmesine dair irtibat olarak değerlendirilmeli. Baraj dahil seçim sistemi, yeni anayasa gibi başlıklar önümüzdeki dönem ilişkinin nasıl devam edeceğini belirleyecek yol haritası niteliğinde. Değerlendirmelerin aksine MHP’nin dış politikada makas değişikliğine(ABD çizgisi) çok zorlanmadan adapte olabileceğini söyleyebiliriz. Ne de olsa MHP’nin Amerika’yla ilişkisi AKP’den çok daha eski ve derinlerde. Burada belki Süleyman Soylu’ya ayrı bir parantez açabiliriz. MHP ne kadar esnemeye müsaitse Soylu’da en az o kadar kırılmaya müsait. AKP’nin ve Erdoğan’ın istemediği şimdi ise sadece iş gördüğü için bir anlamda tahammül edilen bu ismin, MHP ile anlaşıldığı ilk anda kapı önüne konulacağı çok açık.

Önümüzdeki hafta itibarıyla AKP-MHP arasında hızlanacak temasların ilk somut çıktıları beklenecek. Arkasından daha çok seçime doğru “radikal” adımlar gelecektir. Erken seçimin olup olmayacağı ve Cumhur İttifakı’nın geleceği bu görüşmelerin akıbetine bağlı. Elbette, birinci öncelik seçimi kazanmak olunca, Erdoğan’ın tüm oyunu yeniden kurmayı göze alabileceğini de unutmamak gerekir.

HDP’NİN İTTİFAK YAKLAŞIMI

Cumhur ve Millet ittifaklarının oy oranları birbirine yaklaştıkça seçim ve ittifak konuşulan her yerde mesele Kürt seçmenin tavrına geliyor. HDP milletvekilleri, eski yöneticileri ve son olarak eş başkanlar da bu konuda konuştu. Ortak yaklaşım Millet İttifakı’nın HDP’yi öteleyen yaklaşımını eleştirme ve Kürt seçmenin oylarının “çantada keklik olarak görülmemesi” oldu. AKP’yle olur mu olmaz mı konusunda tam bir ortaklık olmamasına rağmen ağırlıklı yaklaşımın bu koşullarda Erdoğan’la masaya oturmanın mümkün olmadığı yönünde oldu. HDP’lilerin açıklamaları kamuoyunda farklı pencerelerden bakılarak genişçe tartışıldı. Ama gözden kaçan bir başlık var ki bence önümüzdeki dönemi belirleyecek konu da bu olacak. 16 Nisan referandumundan bu yana siyasal konumunu “AKP karşıtı blokta” ifade eden HDP’nin bugün bir önceki periyoda göre aynı kararlıkta olmadığıdır. Eş Başkan Buldan bunu “İstanbul seçimleri gibi olmaz” diyerek ifade etti. Bu açıklamalar HDP için (en azıdan bugün itibarıyla) öncelikler meselesinde, yeniden 16 Nisan Referandumu öncesi noktaya geldiğinin emareleri. HDP’den gelen açıklamalarda ki bu yaklaşım, Millet İttifakı’nın kendilerinden ve Kürt meselesinden uzak durma çabasına karşı geliştirilen tutum olarak ifade edildi. Türkiye’nin bugüne gelişinde önemli eşik sayılabilecek iki referandum yaşadı. Birincisi 12 Eylül 2010 diğeri de 16 Nisan 2017. HDP iki seçimde iki farklı tutum sergiledi. Partiden gelen açıklamalar yine bir karar aşamasında olunduğunu gösterdi.

Açıklamalardan anladığımız bir başka nokta ise HDP’nin kararında Türkiye’de yaşananlar kadar bölgede yaşanacakların da etkili olacağıdır.