Geçen hafta ülke siyaseti, bir kez daha, ilginç bir içerik sergiledi; İslam’ın iki mezhebinde yoğunlaştı.

Sünni olduğu bilinen Başkan Erdoğan, Aleviliğe övgüler düzdü. Alevi olduğu bilinen CHP Genel Başkanı da, Alevi olmayan dinci çevrelerden özür dilemeyi sürdürdü.

Ülke siyasetinin dincilik düzleminde bir yarışa dönüşmüş olması, tamamıyla yanlış olmasının ötesinde toplumun geleceği açısında da çok tehlikelidir.

GÖRÜŞ BİRLİĞİNDELER

Erdoğan, önce Ankara’da Hüseyin Gazi Cemevi’ne sonra da, Hacıbektaş’a gitti, toplantılara, törenlere katıldı; tek parti dönemi CHP iktidarının Aleviliğe uyguladığı baskıları saydı. Ancak aynı Erdoğan, Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı sürecinde Aleviliğe büyük önem verdiğine; Sivas Kongresi’nden sonra Ankara’ya dönerken Hacıbektaş’a Cemalettin Çelebi’nin evinde konakladığına ve onun Kırşehir Milletvekili ve TBMM İkinci Başkanı seçilmesine yardımcı olduğuna elbette hiç değinmedi; sadece CHP’ye vurdu.

Kılıçdaroğlu, her gün bir yenisini yaptığı “Helalleşme” toplantılarında Sünni dincilerden, geçmişte “hata yaptık” anlayışıyla CHP adına özür dilemeyi, daha doğrusu bu içeriksiz barışma toplantılarında genel başkanı olduğu partinin geçmişini karalamayı ve kötülemeyi sürdürdü. Katılımcıların, bu tür toplantıları yapmada “80 yıl geç kaldınız” sözlerine hak vererek; “Eğer seçilir de bu sözlerinizi tutmazsanız size karşı da savaşırız” türü parmak sallamalarını sineye çekti. Kısaca, CHP Genel Başkanı sağcı yazar ve yorumcuların ve kendisinden milletvekilliği adaylığı bekleyen partililerinin coşkulu alkışları arasında İslamcılığa devam etti.

Çok somut bir gerçek var. Erdoğan-Kılıçdaroğlu ikilisi siyasal İslamcılık yarışında yan yana koşarken, yalnızca geçmişin CHP’sini kötülemede değil, gerçekte, Cumhuriyet’in kuruluş değerlerini, ulusal bağımsızlığı, dönemin üretimle özgürleşme sürecini, eşitliği, laikliği, bilimselliği ve barışı görmezlikten gelme noktasında birleşiyor.

Taraftarlarından çok yoğun alkış alsa da, Erdoğan-Kılıçdaroğlu ikilisinin aynı çizgide birleşerek yaptıkları tamamıyla yanlış ve çok tehlikelidir.

Çünkü bu anlayış, dinin siyasallaşmasının geçmişte yaşanan kanlı sonuçlarını ve seçimlerde alınacak sonuç ne olursa olsun bu politikanın toplumun geleceğini karartacak niteliğini tamamıyla göz ardı ediyor. Çünkü bu anlayış, ülkeyi, insanlığın, daha fazla eşitlik, özgürlük, bilim ve barış temelli gelişme doğrultusundan daha da uzaklaştırıyor; o ana doğrultudan çok büyük bir sapma özelliği taşıyor.

Toplumu tamamıyla yanlış yönlendiren din eksenli bu yarışın kazananı olmaz; kaybedeni ise Türkiye’dir.

TOPLUMSAL BARIŞ İSTENİYORSA

Erdoğan ve Kılıçdaroğlu ikilisinin bu din eksenli yarışı, taraftarlarınca çok büyük bir değer olan toplumsal barışı sağlama çabası olarak pazarlanıyor.
Oysa toplumsal barışın sağlanması gerçekten isteniyorsa, öncelikle yapılması gerekli ve yapılabilecek çok önemli bir iş var.

Hiçbir siyasi cinayeti faili meçhul bırakmamak.

Bir kez daha vurgulamak gerekiyor. Bu ülke, bir faili meçhul cinayetler (FMC) mezarlığlıdır. Toplum yıllar boyu, düşünür, yazar siyasetçi, bilim insanı ve sanatçısının öldürülmesi ve bu cinayetleri işleyenlerin bulunmaması yıkımını yaşıyor.

Bu kadar çok sayıda siyasi cinayete kurban gitmiş ceset üzerinde açık, özgür, hukuka dayalı bir toplumsal yapı oluşamaz. Helalleşmeye bu noktadan başlanmadıkça, yapılanın başarı olasılığı yoktur. Buradan başlanmadıkça hangi tür açılım yapılırsa yapılsın, siyasetin ve toplumun geleceği yönünden sağlıklı sonuç vermez; nesnel olarak veremez.

Eğer gelecekte sağlıklı bir toplumsal yapının oluşması gerçekten isteniyorsa atılması gereken ilk adım geçmişin bu en karanlık noktasına ışık tutulmasıdır. Özellikle, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 faşist darbelerinin ve 1990’ların siyasi cinayetleri açıklık kazanmalıdır ki sağlıklı bir iç barışın temeli atılabilsin. Kaldı ki, darbelerin, işkence, işten ve vatandaşlıktan çıkarma ve siyasi sürgün uygulamaları da nedense hiçbir “helalleşmeye” konu olamıyor.
Elbette 20 yıllık AKP iktidarından, kendi dönemlerinde işlenen ve geçtiğimiz günlerde aralanır gibi olan Hablemitoğlu örneğinin de kanıtladığı gibi, böyle bir açılım beklenemez.

FMC konusuna önem ve öncelik vermesi gereken, bugün bir kez daha toplanacak olan Kılıçdaroğlu ile onun masa arkadaşlarıdır.

Demokrasi tarihi kanıtlıyor ki, güvenliğini koruma ile geçmişiyle hesaplaşmayı dengelemesini başarabilen toplumsal yapı güçlüdür; siyasi cesetlerinin üzerini örten değil.