Şiddeti toplumsal bağlamdan koparıp, kadını kurbanlaştırıp faili canavarlaştırmaya ve sapkınlaştırmaya yönelik yazılı ve görsel haberler, kadına yönelik şiddetin toplumsal kökenlerinin sorgulanmasını engeller.

Siyasi istismar

İlayda Çağla KOÇOĞLU

Kadın haklarına toplumsal olarak bakışımız uzun süre politik ve akademik düzlemde kadınlara tanınan haklar üzerinden süregeldi.

Siyasi partilerde ve politik arenada cinsiyet temelli yapılandırmalar ve sorunların ele alınışı neredeyse her zaman erkeklerin kadınlar adına karar almasıyla gerçekleşti. Bugün karşı karşıya olduğumuz en büyük sorunların başında erkeklerin, kadınların karşı karşıya olduğu sorunlar hakkında bile en fazla konuşmayı kendinde hak görmesinden gelmektedir.

Geçtiğimiz hafta bir kadına cinsel saldırıda bulunduğu suçlamasıyla hâkim karşısına çıkan CHP Maltepe ilçe yönetim kurulu üyesi Umut Karagöz, tutuklanarak cezaevine gönderildi, olayın partide duyulmasından sonra parti kurulları toplanarak cinsel saldırıdan tutuklanan CHP ilçe yöneticisi partiden atıldı ve bu durum İl Başkanı Dr. Canan Kaftancıoğlu tarafından kamuoyuna duyuruldu.

Son günlerde ana muhalefet partisi CHP içerisinde yaşanan ve yaşandığı iddia edilen taciz ve cinsel şiddet olayları gündemimizde.

Söz konusu kadına karşı şiddet olduğunda bu şiddete karşı susmamak, şiddeti uygulayanın âmâsız fakatsız karşısında olmak, şiddete uğrayanın ise her durumda yanında olmak insanlık görevidir. İnsanlık onuru bunu nedensiz yapmayı gerektirir.

Kadın kimliğinin ve kadın haklarının neye göre tanımlandığını anlamak için medyada kadınla kurulan ilişkinin nasıl bir ilişki olduğunu öncelikle anlamak gerekiyor.

Ne yazık ki medyada iktidarın televizyonlarda konuşulmasına izin verdiği ve biçimlendirdiği yani yönlendirdiği ölçüde kadını ve haklarını konuşuyoruz.

Bu gibi durumlarda hafızayı taze tutmakta fayda olduğunu düşünenlerdenim.

AKP iktidara geldiğinden bu yana geçen 18 yılda 15 bin 557 kadının yaşam hakkı ihlal edildi.

Gülistan Doku nerede hala bilmiyoruz.

Aleyna Çakır’a ne oldu bilmiyoruz.

Nadira Kadirova’ya ne oldu bilmiyoruz.

Gercüş’te neler oldu olmaya devam etmekte bilmiyoruz.

İpek Er’in uğradığı cinsel saldırı sonrası Musa Orhan’nın korunduğunu biliyoruz

Şirin Ünal’ı sorgulayamadığımızı ve bu iktidarda yargılanmayacağını biliyoruz

Hande Kader’in failleri aranmadı bile aramızdalar, biliyoruz.

Peki, ya Pozantı çocuk cezaevinde ne olmuştu?

Televizyonlarda bir süredir dizilerle kadına karşı fiziksel ve psikolojik şiddet meşrulaştırılıyor. Tartışma programlarında ise kadına karşı şiddetin farklı boyutlarıyla karşı karşıya kalıyoruz. Bu programlara katılan erkekler, kadınlar adına konuşarak kadına karşı fiziksel şiddete giden yaşam hakkı ihlaline giden taşları döşüyorlar.

Evet, tecavüz ve taciz hakkında konuşmalıyız.

Ancak tecavüz hakkında nasıl konuştuğumuzu da konuşmalıyız.

Televizyonlarda ve sosyal medyada milletvekilleri, iktidar partisi mensubu erkekler, özgür seküler yaşama sahip kadını erkeksi olmakla itham eden ve kadına önce eş sonra anne görevleri biçen sözde toplum mühendisleri yaşanan olayda olayın kendisini bırakıp bir kadının uğradığı cinsel şiddeti kendi siyasi bekaları için istismar ettiler. Bu istismarı yine bu sefer başka bir kadına, üzerine düşeni yaptığını ifade eden CHP İstanbul İl Başkanı’na politik şiddet uygulayarak gerçekleştirdiler.

Kadınların siyasi alandaki temsiliyeti, cinsiyet ayrımcılığı, stereotipleştirme ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet nedeniyle bir türlü iyileşme gösteremiyor. Yakın zamana kadar da siyasette kadına yönelik şiddetin üzerinde çok durulmuyordu. Ancak araştırmalar siyasi alandaki şiddetin de, bireysel ve sosyal alanda yaşanan şiddet kadar yaygın ve sistematik olduğunu ortaya koyuyor.

Siyasette kadına yönelik şiddet, ağırlıklı olarak, mensup oldukları partilerin diğer üyeleri, muhalif parti üyeleri, milletvekilleri, seçmenler, medya temsilcileri veya dini liderler tarafından uygulanıyor.

Yaşanan bu olayda siyasi bir figür olan CHP İstanbul İl Başkanı Dr. Canan Kaftancıoğlu, hem aynı partiye mensup kişilerden hem de muhalif parti temsilcileri ve üyeleri tarafından politik şiddete maruz kaldı, kalmaya devam ediyor.

Şiddeti toplumsal bağlamdan koparıp, kadını kurbanlaştırıp faili canavarlaştırmaya ve sapkınlaştırmaya yönelik yazılı ve görsel haberler, kadına yönelik şiddetin toplumsal kökenlerinin sorgulanmasını engeller.

Sohalia Abdulali “Tecavüzü konuşmamız lazım içeri biraz ışık girsin istiyorum” kitabında cinsel şiddete maruz kalan insanları anlamak için bir kılavuz hazırlamıştır. Bu kılavuzda cinsel şiddete uğrayan kişi konuşmak istiyorsa konuşsun istemiyorsa bırakın sussun der.

Geçtiğimiz hafta kitle iletişim araçları yoluyla yaşanılan cinsel şiddeti siyasi bir istismara çeviren kişi ve kişiler şiddete uğrayan kişinin en temel isteğini yok saydılar. Onun ne istediğini sormadan erkek reflekslerle kişi adına karar verip isteğini yok saydılar. Bu erkek refleksleri farklı yaşlardaki dört kadının farklı şekillerde şiddete maruz bırakılmalarına vesile oldu.

Evet, tecavüzü konuşmamız lazım! Hiç susmamamız lazım. Yüksek sesle konuşmamız lazım.

Ama sizlerin tecavüz hakkında nasıl konuştuğunuzu da konuşmamız lazım.