2019'a giderken siyasetin ana gündeminin seçimler olacağı tartışmasız. Seçimlere dair tartışmalar ve yorumlarda sık sık, değişen koşullar göz ardı ediliyor. İktidarın ve bağlaşıklarının, değişen koşulları “daha ileri düzenlemelermiş” gibi anlatmaya çalışması, çoktandır yalanın propagandası üzerine kurdukları siyaset tarzı bakımından “tutarlı ve anlaşılabilir”. Zaten ne diyebilirler ki; “baraj altında kalma riskimiz vardı, o nedenle daha düne kadar küfrettiğimiz bir parti ile ittifak yasası çıkarttık!” ya da “Cumhurbaşkanlığı seçimi risk altında, o nedenle ideolojilerini yerden yere vurduğumuz bir parti ile beraber ittifak yasasını planladık!”. Bunları diyecek halleri yok. Sonra da gelsin beka meselesi, 15 Temmuz ruhu, seçimlerin güvenli yapılması falan!

Muhalefet cenahında da bilinçli olarak, değişen koşullargözlerden kaçırılmaya çalışılıyor bazen: siyasi hesap vermekten kaçınma, konforlu muhalefet alışkanlığı, kişisel siyasi gündemleri üstün tutma gibi gerekçeler etkili oluyor. “Siyasi oryantasyon bozukluğu” diyebileceğimiz bu tutum unutkanlık, alışkanlık gibi gerekçelerle de olabilir tabii ki… Hükümetin/yürütmenin artık -en azından ilk seçimler sonrasında- parlamentodan çıkmayacağını unutmak gibi. Boykot tartışmaları sırasında yapılan yorumlarının çoğunun bu siyasi oryantasyon bozukluğu ile malul olduğu kanaatindeyim. (Bu konuda daha uzun bir yazı yazmayı sonraya bırakıyorum)

Önemi konusunda herkesin hemfikir olduğu 2019 sürecinin, her türlü hamaset ve kirli bilgiden uzak, nesnel değerlendirilmesi zorunluluktur. Başta ittifak yasası olmak üzere seçim güvenliği tartışmalarının “tüketilmesi”ve tutarlı bir sonuç çıkarılması zorunludur. Örneğin İttifak yasasını önce “seçimi çalmak için çıkarılan bir yasa” olarak ilan edip, çalma mekanizmalarını ortadan kaldıracak önlemler geliştirmeden, hiçbir şey olamamış gibi davranamazsınız. Seçim sürecini, salt bir oy verme ve oyların sağlıklı sayılması mekaniğine indirgeyip “siyasetsiz bir seçim” sürecinde seçmeni örgütleyemezsiniz. Sandığa zaten pamuk ipliği ile bağlı hatta güvenini yitirmiş genç ve eğitimli nüfusun sandığa gitmesi, siyasal süreçlerin etkin katılımcıları haline gelmeleri, gösterilecek tepkilerin ve alınacak önlemlerin güçlü bir şekilde örgütlenmesi ve bu tartışmalardan sağlıklı sonuçlar çıkarılması yoluyla sağlanabilir.

Bu yönde katkı sunacağını umarak bazı olguları vurgulamakta fayda olacağını düşünüyorum. Öncelikle “Hangi koşullarda seçim yapılacak?” sorusu önemli. Bu sorunun cevabı daha çok OHAL bağlamında cevaplandırılıyor. Ancak unutulmamalı ki OHAL’e ruhunu veren KHK’lerin tamamı yasalaştı. Ayrıca Referandum sonrası iktidarın seçim süreçlerine etki edebilecek tüm alanlara müdahale kabiliyeti daha da arttı: yargıda ve kamudaki kadrolaşması zirveye ulaştı, ihtiyaca uygun yasalar çıkarttı, medyadaki havuzunu iyice genişletti, yargı sopası ile muhalefette epey adam eksiltti. Özetle seçime “Anayasal OHAL’i” aşan olağanüstü/olağandışı koşullarda gideceğiz. Daha da şapkadan ne tavşanlar çıkacak belli değil. Hiçbir hukuki, ahlaki sınır tanımayan bir iradenin şapkadan fil bile çıkarabileceğini öngörebiliriz!

Seçim süreci ve özellikle İttifak yasası değerlendirilirken sadece hiçbir ülkede eşi benzeri olmayan yasal baraj oranlarının yüksekliği tartışılıyorken, parlamentonun ve cumhurbaşkanı seçimi sürecindeki iradenin sağlıklı oluşumu önündeki diğer engeller göz ardı edilebiliyor. Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin danışma organı konumundaki Venedik Komisyonu sınırlı olarak saymadığına vurgu yaparak bu engelleri, aday seçimi, mali ayrıcalıklar, parti ayrıcalıkları, aday finansmanı, kampanya araçları, doğal barajlar olarak belirlemiş. Ama bizdeki uygulamalarla mukayese edince verdiği örnekler pek naif kalıyor. Örneğin aday seçiminde yaş ve önseçim gibi sorular üzerinden değerlendirme yapıyor. Ama bizde “yargı yoluyla adam eksiltme” gibi çok vahşi işleyen bir mekanizma var. İşte; tutuklu milletvekilleri ve genel başkanlara, abuk sabuk gerekçelerle verilen mahkumiyetler. Kampanya araçları başlığında, yayınlarda muhalefet ve iktidar partilerine eşit süre verilip verilmediğini tartışıyor. Oysa bizde henüz resmen başlamamış bir seçim kampanyasında Neo-MC adayının en uyduruk siyasi faaliyetlerinin bile neredeyse tüm kanallardan naklen verildiği bir yayın pratiği var.

Özetle 2019 a giderken hangi koşullarda seçimlerin yapılacağının farkında olmamız, yapmamız gereken ilk şeydir. Bu hem karşı hamlelerin belirlenmesi hem de meşruiyet açısından önemlidir.

Bu tespitleri yapmak kesinlikle bozgunculuk, teslimiyet, sızlanma hele hele umutsuzluk aşılamak değildir. Tam tersi umut tacirliği, beceriksizlik, hamaset ve komplo teorileri le zihinleri bulandıranların yarattığı kirliliği temizleyerek, doğru hamleleri belirlemenin ilk adımıdır.

İttifak Yasası ile devam etmeyi umuyorum.