Kapitalizmde sermaye sınıfı genellikle güncel politikanın önünde görünmemeye özen gösterir. Sistemin kendi iç dinamiklerinin, örneğin işçi emekçi sınıfının “ölçüyü aşan” taleplerini türlü yöntemlerle önleyebileceğini, tehlikeli boyutlara ulaşmasına izin verilmeyeceğini bilir. Yine bilir ki bürokratik mekanizma sistemin yerleşikliği ölçüsünde denge noktasını sağa, sermaye sınıfının çıkarlarına doğru kaydırır. *** Sermaye çevreleri rejimden genel olarak memnun olmakla birlikte, […]

Kapitalizmde sermaye sınıfı genellikle güncel politikanın önünde görünmemeye özen gösterir. Sistemin kendi iç dinamiklerinin, örneğin işçi emekçi sınıfının “ölçüyü aşan” taleplerini türlü yöntemlerle önleyebileceğini, tehlikeli boyutlara ulaşmasına izin verilmeyeceğini bilir. Yine bilir ki bürokratik mekanizma sistemin yerleşikliği ölçüsünde denge noktasını sağa, sermaye sınıfının çıkarlarına doğru kaydırır.

***

Sermaye çevreleri rejimden genel olarak memnun olmakla birlikte, uluslararası ilişkilerde tehlikeli sularda yüzülmesinden de hoşnut değildir. Bu kaygının nedeni iktidarın, uluslararası güç dengeleriyle oynayabileceği, farklılıkları değerlendirebileceği, böylece gücü olmasa da uluslararası alanda politika kurabileceğine inanması, hevesini dizginleyememesidir.

***

Aynı ısrarı ekonomi politikasında da görüyoruz. Ne var ki, “verileri ikna etmek” mümkün olmadığından bu alanda manevra olanağı hemen hemen sıfırdır. Sermayenin çıkarlarını böylesine kollayan bir yönetim ancak askeri darbelerde mümkün olabiliyordu; rejimden çok memnun olan sermayenin itirazı değil, ama korkusu, bu alandaki beceriksizliklerin faturasının yüksek olması, kriz görece kolay atlatılabilecekken, ki artık çok geçtir, akutlaşması, dengelerin hepten bozulmasıdır.

***

İktidarın rejime sadık bir sermaye kesimi yaratmak için tüm olanakları kullandığı biliniyor; ne var ki bu kesim ağırlıklı olarak inşaat ve ticarette yoğunlaşmış durumda. Krizden doğrudan etkilenen bu kesimin kurtarılmasında kamu kaynakları kullanılıyor. KOBİ’lerdeki ya da esnaf kesimindeki bağlılık daha çok ideolojiktir ve ama ekonomik sonuçlara bağımlılığı daha fazladır.

***

Sermaye, içeride bir halk hareketinden değil daha çok dışarı ile ilişkilerde aşırıya kaçabilecek politikalardan, milliyetçi kesim ile (böyle bir ayrım pratik olarak anlamlı olabilir) ulusalcı kesimi peşine takabilecek sapmalardan çekinir. Bu güçlere dayanılarak seçimlerde birinci güç olma konumunu koruması halinde meşruiyetini tartışma dışı tutmayı başaracak olan rejim, IMF gibi kuruluşlar üzerinden uluslararası sermaye ile ilişkileri düzeltmekte zorlanabilecektir.

***

Rejimin köklü bir rota değişikliğinde büyük mesafe aldığı, laik cumhuriyeti bir islam cumhuriyetine dönüştürmek için atılacak adımların azaldığı ortada. Ama yine de keskin bir adımın ters sonuçlara yol açmasından kaygı duyulduğu söylenebilir. Bunun için sürekli olarak aşağıdan kışkırtılan taleplerle yukarıda gerçekleştirilen ideolojik ve bürokratik yeni yapılanma hızla birleştiriliyor.

***

Siyasi iktidar bu gelişmelere paralel olarak köklü bir değişiklik geçirdi; eski kadrolarını iyi düşünülmüş yöntemlerle büyük ölçüde tasfiye etti. Korku ikliminin yalnızca belli kesimler üzerinde değil eski kadrolar, yandaşlar üzerinde de etkili olması hedefler arasındaydı, hala öyledir.

***

Bütün bu tahlilde halk sınıflarından neden söz edilmiyor? “Hareketsizdirler, o nedenle” diye yanıt vermek belki gerçekçi görünebilir, ama küçük ve mevzi de olsa hareketlenme hiç yok denilemez. Bir de muhalif siyasi özneler hissedilen potansiyelin farkına varabilirlerse “işte buradalar” demek için çok da fazla beklenmeyecektir.

***

Ana muhalefet ise tıpkı sistemden hiç bir zaman kopmamış “ana akım medya” gibi iktidarın hala eski “meşruiyet” çerçevesinde hareket ettiğine inanıyor; kendi eylemini de bu olmayan “meşruiyet” içinde arıyor.

Meşruiyetin sınırlarını daha da daraltacak sağa kayma politikasında atacağı başka adım kaldı mı bilemiyorum, ama merak ediyor insan!.