Bayramlar geçti... Ülkeye huzur, mutluluk ve barış geleceğinin beklentisinin en saf ve temiz haliyle dile getirildiği bayramlar... Bu duygu ülke gerçeklerinin de bir süre üzerini örtüveriyor. Oysa hepimiz çok iyi biliyoruz ki huzur, mutluluk, barış, refah, adalet, eşitlik, özgürlük bayramın sihirli değnek dokunuşuyla gelmiyor. Meselelerin siyasete taşınmasıyla, insanların o siyasetin öznesi olmayı seçecekleri bir değişim inancının oluşturulmasıyla sağlanacak tüm bunlar.

İktidarın unutturmaya çalıştığı da bu değil mi zaten? İktidar, siyasetin ancak kendi tanımladığı çerçevede yapılmasını kabul edilebilir kılıyor. Aksi halde, bu sınırı aşanların cezasının ne olacağını yine iktidar belirliyor. Yani “yeni rejim” keyfi biçimde meşruiyetin sınırlarını pervasızca çizmeye kalkıyor.

Bu pervasızlık uzun yıllardır süren bir karanlığın 700. Cumartesi günü, polisin copuyla, biber gazının kestiği nefesle ayyuka çıktı. Ve iktidarın bu dokunuşuyla yeniden tanımlanıverdi siyaset: Cumartesi annelerinin talebi bir vicdani meseleydi, siyaset üstüydü. Siyasete bulaştırılmamalıydı.

Hayır! Cumartesi annelerinin talebi siyasidir. Zira kayıplarına, acılarına, isyanlarına yol açmış olan her şey de siyasidir. Cumartesi annelerinin talebi kadar onlara yapılan da siyasidir. Siyaset üstü değildir. Siyasetin göbeğindedir.

Bunu haykırarak başlayacak ülkedeki özgürlük, eşitlik, barış, refah ve huzur inşası da. Talep de, talebe yol açan olaylar da siyasidir. Çözüm de ancak bireylerin bu siyasetin öznesi olmayı seçmesiyle ortaya çıkacak. Onları özne olmaya ikna edecek olan, isyan duygusu kadar, meselenin siyasi olduğu görüşünde ortaklaştıracak bir tanımlamadır da aynı zamanda. Bizlere düşen görev de işte tam burada başlamaktadır!

Vicdanımızı yaralayan birçok acının, ortaklaştığımız ve şahit olduğumuz vahşetlerin ağırlığının omuzlarımıza her geçen gün daha ağır bir yükle yüklendiği bir karanlıktan geçiyoruz. Bu yükü hafifletmek için, siyasetsizliğin yol açtığı apolitikleşmiş toplumsal sarmala düşmemek için tekrar tekrar hatırlatmalıyız. Mesele siyasidir!

Sadece 7 hafta önce, 25 canımızı Çorlu’da tren kazasında kaybettik. Çorlu’daki tren kazası siyasidir. Vicdanlarımızı yaraladığı kesin. Ama mesele siyaset dışı değildir. Siyasetin göbeğindedir. İktidarın ahbap-çavuş ilişkilerine dayanan rantçı düzenin bir sonucudur. Sorumlusu siyasettir. Bir daha olmamasını sağlamak da ancak meselenin siyasileştirilmesi ile mümkündür.

Bir krizin eşiğindeyken ülke ve bu krizi aşmak adına iktidar vatandaşın yastık altına el uzatmışken bu kıt kaynaklarla üçüncü bir Saray yapmayı müjdelemek tercihi siyasidir. Birincisini Atatürk’ün orman çiftliğini talan ederek inşa etmeyi seçmişti bu siyaset. İkincisi için Marmaris’in yeşiline el uzatılmıştı... Şimdi de üçüncüsünün müjdesi geldi. Üstelik bu müjdenin Fethi Paşa korusundaki ağaçların Cengiz İnşaat tarafından kesileceği günlere denk gelmesi de bir tesadüf değil! Tam da bu siyasetin bir sonucu. Ağaçların kesilmesi, Saray’ların dikilmesi, rantçılarla talanda ortaklaşılması... Mesele siyasidir!

“Yerli ve milli duruşla, bugün sektör için fedakarlık günüdür” denilerek başlatılan konut kampanyası siyasidir. Kurdukları rant düzeninin çarklarını döndüren inşaat sektörünü ayakta tutmaktır ekonomik vizyonları. Halktan yana çözümleri değil, göz göre göre bozdukları ekonomik dengelerin yarattığı durgunluğu tersine çevirecek adımları atmayı değil, yerli-milli ambalajıyla günü kurtarmayı seçmeleri siyasi bir tercihtir.

16 yıldır tercih ettikleri politikalar nedeniyle Türkiye’de çiftçi de, tarım da iflas etti. Ülkenin mercimekten pirince, samandan hayvana kadar, ithalata boğulması siyasidir. Bu nedenle halihazırda ithal edilmiş 4 bin büyük baş hayvanda şarbon virüsü çıkması ve bunların ne kadarının kesildiğinin hala belli olmaması da tam olarak siyasidir.

Bu ülkeye yaşatılan bu ve benzer her bir olay ya da gelişme, iktidarın bilerek isteyerek belirlediği siyasi tercihinin bir sonucudur. Bütün bunların, her biri kendinden menkul münferit talihsizlikler ya da belirsiz karanlık güçlerin saldırısı olarak paketleniyor. Böylece iktidarın iktidarını sürdürebilmesinin de zeminini oluşturacak şekilde siyasi olan siyasetin dışına çekiliyor. Oysa mesele tekil sonuçlar değil, temel siyasetin ta kendisi…

Öyleyse yeni bir siyasete ihtiyacımız var. Yaşananların tümünü siyasileştirecek tam da burada tuzağa düşmeyecek bir siyasete. Kafası karışık olmayan, tarafı belli olan, hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak ve hiçbir suçlamadan korkmayacak şekilde halktan yana olan bir siyasete.

Açık bir siyasi tercihin sonucu olan bu rantçı düzenin değişmesi, halkçı ekonominin kurulması, hukukun, adaletin temel olduğu bir demokrasinin inşası... Hepsinin yolu işte buradan, bu yeni siyasetten geçiyor.

Bu siyaseti, hemen, şimdi ve hep birlikte kurmalıyız. Çünkü biraz daha gecikirsek oğlunun fotoğrafıyla yıllardır direnen Emine Ocak annenin de, taşın da toprağın da, birbirimizin de yüzüne bakamayacağız.