Kendimle bir yabancı olarak tam tanışacakken araya hep iktidar giriyor ve bizi hem kendimizle hem de birbirimizle tanıştırıyor; “Sen şusun, sen de busun; senin fıtratın şöyle, seninki de böyle” diyor ve inanıyoruz

Siz hiç kendinizle tanıştınız mı?

Kendimle bir türlü tanışamadım. “Ben” geliyorum, o gitmiş oluyor. Ne zaman karşılaşacağız, merak ediyorum. “İnsan olmak, kendi kendine yabancı olmaktır – tam anlamıyla, başka biriymişcesine durmaksızın kendi kendinle tanışmaktır” (Dehşetler ve Uzmanlar, Metis). Adam Philllips yabancı olanla tanışmaktan söz ediyor ama yabancıyla karşılaşmamız sorunludur. Çok geçmeden yabancıyı kendimize benzetiriz çünkü ve yabancılığını yitirir. Diyelim ki siyah bir Afrikalı mahallemize düştü, çok geçmeden ona “Arap” adını takar ve bildik bir stereotipe dönüştürürüz. O da mahallede tutunmak için bizim klişelerimize katlanmak zorunda kalacaktır. Çocukluğumuzdan beri farklı olanla her karşılaştığımızda ona ad takarak hem tahakküm kurmaya hem de onu belirli kategorilerin içine kapatmaya çalışıyoruz. Hatırlayalım, gözlüklü olanlara “dört göz”, ideal kilodan sapanlara “şişko”, kulakları farklı olanlara “kepçe” diye adlar takardık. O yüzden yabancı olanla, farklı olanla hiç tanışamadık. Onu farklılıklarıyla kabul etmek, farklı olanla yan yana durabilmek yerine, ad takarak kendimizin kılmaya ya da dışlamaya çalışıyoruz.

Tekinsiz olan, tanıdık yabancı

Peki, kendimizle de bir yabancı olarak karşılaşabilir miyiz? Pek emin değilim. Zaten “kendi”nin çoğu parçası çoktan evcilleştirilmiştir. Ve evcilleştirdiğimiz parçalarla kurarız kendimizi. Evcilleştiremediğimiz parçalar ise hala bize yabancı; üstelik tanıdık yabancılar. Freud tekinsiz olanı, tanıdık yabancı olarak tanımlıyor. Tanıyoruz ama hiç bahsetmek istemiyoruz, bastırıyoruz ve aniden karşımıza çıktıklarında tekinsiz deneyimler yaşıyoruz. O halde yabancı olan ve hep yabancı kalacak olan tekinsiz parçalarımdır: Canavarlarım, şeytanlarım, iblislerim. Asıl mesele canavarlarımızla tanışmak.

Toplumsal canavarlarımız da var bizim; tekinsizlerimiz, tanıdık yabancılarımız. Mahallemize düşen ama kendimize benzetemediklerimiz ve hep yabancı olarak kalacaklar. Kürtler mesela. Elimizden gelen her şeyi yaptık kendimize benzetebilmek için. “Kart kurt” diye ad taktık, olmadı; “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” dedik yine olmadı. Bir türlü benzetemedik kendimize. Kürtlerle her karşılaşma hep şaşırtıyor bizi, canavarla karşılaşmış gibi oluyoruz. Tam evcilleştirdik derken oyun bozuluyor ve “meğer sizi hiç tanıyamamışım” diyoruz. Sorun bizde.

Tüm yabancıları kendimize benzetmek

Çünkü yabancıyla her karşılaşma, evcilleştirme sürecine dönüşüyor. Yabancının topraklarına girmeyi fethetmek olarak anlıyoruz. Niye dünyanın tüm yabancılarını kendimize benzetmek istiyoruz ki? Çok mu matah bir şeyiz biz? Daha doğrusu biz hakikat miyiz? “Aklın yolu birdir” derler, siz kendinizi “bir”in aklı mı sanıyorsunuz? Yeryüzü akılların çokluğudur. “Aklın yolu bir” diyenler, yoksa iktidarın aklından mı söz ediyor?

Kendimle bir yabancı olarak tam tanışacakken araya hep iktidar giriyor ve bizi hem kendimizle hem de birbirimizle tanıştırıyor; “sen şusun, sen de busun; senin fıtratın şöyle, seninki de böyle” diyor ve inanıyoruz. Kendimizle ve başkalarıyla tüm ilişkilerimiz dolayımlanıyor. Yabancıyla tanıştığımızı sanıyoruz ama tek bildiğimiz bize iktidarın anlattıklarıdır. Olmuyor, yabancıyla tanışamıyoruz. Yabancı olanla karşılaşmayalı çok oldu. Yerleşik hayata geçtiğimizden beri çitlerle çevrili evcilleştirme alanlarına hapsedildik. Yabancı olanlar çitlerin dışında kaldı. Çitlerin içine sadece evcilleştirebildiklerimizi aldık. Doğa ve doğamız, yabancılar, çitin dışında kalanlar. Bazen çitleri ihlal ediyor ve kendimizle bir yabancı olarak karşılaşıyoruz ama dedim ya, bu karşılaşmalar tekinsiz karşılaşmalardır. Korkuyoruz, kendimizden korkuyoruz.

Artık yeryüzüne doğrudan değil, bir perdenin, çitin arkasından bakıyoruz. Lacan’ın dediği gibi, yeryüzünün yabani bakışını imge perdesinde yakalayıp evcilleştiriyoruz ama evcilleştirilen biziz, kafeslerde, kapalı sitelerde yetiştiriliyoruz. Unutmayın, evcilleştirilenler de yabanileşebilir bazen. Bedenlerimiz mesela. İkili cinsel kodlama sistemine göre evcilleştirilmiş bedenler halden hale geçip translaşınca aramızda canavarlar dolaşmaya başlıyor. Norma göre kurulmuş davranış ve düşünce kalıplarını kırdığımızda iblisleşiyoruz. Hadi gelin, içimizdeki yabancıyla karşılaşalım ve tanışalım kendimizle. O kadar evcilleştirildik ki kapatıldığımız çitlerden ancak bir yabani, yabancı kurtarabilir bizi. Yabanın çağrısını duymuyor musunuz?