Kedilerin ressamı, “Yakutiler”in hikâyecisi Cihat Burak ile Fikret Otyam, Kadıköy’de bir meyhanede içerler.

Burak, içkiyi biraz fazla kaçırmıştır.

Otyam, bir taksiyle evine götürmek ister.

Burak, bir süre sonra Otyam’a şöyle diyecektir:

“Siz kimsiniz, ne işiniz var benim yanımda; şoför bey indirin bu adamı!”

Otyam şaşkına dönmüştür, “Abi, ben Fikret Otyam” derse de Burak’ı inandıramaz. Durmadan, “Tanımıyorum sizi efendim, inin lütfen efendim!” diye ısrarını sürdürmektedir.

Şoför, ne yapacağını şaşırmıştır.

İnersin, inmezsin tartışmasıyla güç bela evine bırakırlar Cihat Burak’ı…

Bunun benzeri bi olaya da bizzat ben tanıklık etmişimdir.

12 Eylül Darbesi'nde Tekirdağ Malkara’da er olarak askerliğimi yapmaktayım.

Yeni evlenmişim ve eşim Bilge askerliğim süresince Göztepe’de anne evinde kalmakta…

Bir gün İstanbul’a gitmeme izin çıktı.

Akşam, saat 20.00 civarında Kadıköy’de idim. Evdekilere zahmet olmasın diye hem karnımı doyurmak, hem de iki kadeh bir şey içmek için Rıhtım’da küçük bir geziye çıktım.

Baktım, Fazıl Hüsnü Dağlarca yalnız başına, Rıhtım caddesini arkadaki paralel sokağa bağlayan pasajın içindeki bir küçük meyhanede çilingir sofrasını kurmuş, demlenmekte…

Selam sabahtan sona ben de bir sandalye çekerek karşısına oturdum.siz-kimsiniz-efendim-132389-1.

Emekli bir subay olduğu için biraz askerlikten konuştuk. Bu arada ben askerdeyken başından geçen bir olayı anlattı.

Üstadın bir özelliği “alkolik demesinler” diye her akşam aynı meyhaneye gitmeyip değişik mekânlarda demlenmesidir. Bir de eli sıkı olduğundan hesabı öderken bahşiş bırakmadığı için garsonlar tarafından pek sevilmemektedir.

Neyse...

Üstat Çamlıca’da kiralık bir evde oturmaktadır. Ev sahibi zam için kapıya dayanır. İtiş kakış olur. Adam Dağlarca’dan güçlü kuvvetlidir. Üstat eline aldığı keseri adamın kafasına indirecek, sonrasını da şöyle anlatacaktır:

“Hesaplayarak adamın kafasında iki milim delik açtım. Biraz daha hızlı vursaydım, adamı öldürebilirdim. Ama bunu yapmadım.”

Olay geçiştirilir, ama asıl etkisi Kadıköy meyhanelerinin garsonları üzerinde görülecektir.

Garsonların çoğu kiralık evlerde oturmaktadır. Bir ev sahibini dövmesi sevinçle karşılanan Dağlarca’nın itibarının gradosu da garsonlar nezdinde yüksek bir düzeye çıkacaktır.

Bunları konuşurken masanın üzerine bir gölge düştü.

Başımızı kaldırdık, karşımızda Cihat Burak…

Dağlarca ile göz göze geldiler. Konuyu hangisi açtı, hatırlamıyorum.

Önce birbirlerini tanımadıkları üzerine konuştular. Ardından söz, 40’lı yılların üzerine düştü.

Bir gazinodan söz ediliyor, Dağlarca Taksim’de diyor, Burak Tepebaşı’nda…

Bir kadın var, birine göre kırmızı giysili, ötekine göre yeşil…

Hiçbir konuda anlaşamadan bu tartışma gece yarısına kadar sürdü.

Vakit epey geç olmuştu. Bu saatte Bilge’yi uyandırmak istemedim. Kırkardeşim Mahmure Tünel’de oturuyor. Kadıköy iskelesinde de bir vapur var, kalkmak üzere… Mahmure’ye gitmek üzere vapura atladım.

Bir süre sonra baktım, vapur bilmediğim bir yöne doğru gitmekte…

Üst güvertede oturuyorum, sivil giysili bir takım gençler biraz sonra üniformalı olarak ortaya çıkıyorlar.

Sonuçta Heybeliada vapurunda olduğum anlaşıldı.

Nitekim bir süre sonra vapur iskeleye yanaştı. Deniz Harp Okulu öğrencileri indi, bir tek ben kaldım.

Mevsim kış, aylardan şubat…

Bu saatte hangi parayla hangi otele gidebilirsin.

Asker olduğumu öğrenince imdadıma geminin süvarisi yetişti. Gece bir vukuat çıkmasın diye sigaramı ve çakmağımı aldı, tuvaletin yanındaki bir odaya hapsetti beni.

Deliksiz bir uyku çekmişim.

Sabah dokuza doğru uyandım. Gemi 3-4 sefer yapmıştır herhalde…

O yıllarda ada vapurları Sarayburnu’a yanaşıyordu. Gemiden indim, niyetim çalıştığım Cumhuriyet gazetesine uğramak, oradan da Malkara’ya gitmek…

Sirkeci’den Çağaloğlu’na çıkıyorum, tam önümde Bilge’yi görmeyeyim mi?

Şimdi başımdan geçenleri anlatsam…

Ona görünmeden Ebussut caddesinden Sultanahmet’e çıktım.

Yine bir Cihat Burak hikâyesini düşünüyordum:

Ressam Cihat Burak, Ankara’da Ziraat Bankası Genel Müdürlük binasının yapımında inşaat müdürüdür.

Bir gün işe gelmez, gelmediği için istihkak imzalanmaz ve çalışanlar maaşlarını alamazlar.

İş, sonradan anlaşılır.

Burak, bir gece önce içkiyi fazla kaçırmıştır.

Gece yarısı, o yıllarda devlet büyüklerinin oturduğu Mithat Paşa Caddesi’nden geçip evine giderken polislerin dikkatini çeker.

Polisler, Burak’ı alıp karakola götürürler.

Burak, her ne kadar “Ben mimarım, Ziraat Bankası inşaat müdürüyüm” falan derse de polisleri inandıramaz.

Üzeri aranınca da cebinden 25 kuruş çıkar.

Bu kez polisler, “Böyle bir mimarın cebinde 25 kuruş mu olur?” diyerek Burak’ı o gece nezarette tutacaklar, bu nedenle de Burak ertesi gün işe gidemeyecektir.