Ne yapacağız bunca üniversite ve bunca içi boş kadro varken? Nasıl güveneceğiz unvana sahip olanın gerçekten de unvanının hakkını verdiğine?

Sizde o yürek var mı?

H. TUĞÇA ŞENER

Bil ki bir adamın diğer bir adama üstünlüğü, onun başaramadığı şeyleri yapmakla olur…” der Cervantes, ünlü eseri Don Kişot’ta. Üstün olana duyulan saygı yıllar boyu aynı kalsa da, bugünkü başarı tanımı ile 30 yıl önceki arasında dağlar kadar fark var. 30 yıl önce ‘şark kurnazı’ denilenler bugünün başarılıları oldu; o zamanların dolandırıcıları bugünün zekisi. 30 yıl öncenin en kutsal mesleklerinden olan öğretmenlik bugün sadece ve tamamıyla bir devlet memurluğu olarak algılanıyor; bir zamanlar yurtdışına ‘bir kıvılcım olarak gidip alev olarak dönecek’ gençler bugün ‘ülkenin karamsarlığında boğulmamak için kaçanlar’, ‘kolaya kaçanlar’, ‘umutsuzlar’ kısaca ‘hayırsızlar’ olarak addediliyor.

30 yılda bu ülkede çok şey değişti. Toplumsal değişim illa ki toplumsal gelişim anlamına gelmiyor ne yazık ki. Son 30 yılda toplumdaki değişiklikler göz ardı edilebilecek cinsten değil ve fakat kendini aşan, iyiye ve ileriye giden bir yolda da değil. Bugünün başarısı, özellikle de söz konusu akademi olduğu zaman eskiye göre epeyi değişti. Artık günün yükselen değeri kimseye fark ettirmeden yapılan intihaller, özgeçmişe usulcacık eklenen palavradan kongreler, üst makamlara atanan akrabalar ve daha niceleri.

Peki, ne oldu da bir zamanların bilgili ve görgülü insanlarının mekânı olan üniversiteler, akademisyenler ve unvanlar bu kadar ayağa düştü? Nasıl oldu da üniversite denildiğinde akla gelen artık saygıdeğer hocalar ve bilim yuvaları değil? Artık akla gelenler; sosyal medyada unvanını yazdığı için yerilen akademisyenlere karşılık haksızca elde ettiği unvanını önüne çıkan her kapıyı açmak için kullananlar; akademik ortamda unvan yerine cinsiyete odaklanan ‘hanım’ hitabetini değil hoca hitabetini tercih eden kadınların karşısında “Bana hoca diyemezsin”ci erkekler; akademisyeni yayın sayısına göre değerlendiren sistemin “Sen yayınına benim adımı yaz ben de benimkine senin adını yazarım”cıları; derse 5 dakika geç gelen öğrenciye etmediği hakareti bırakmayan ama dersin iptal olduğunun haberini dahi vermeye tenezzül etmeyen hocalar; parasını verip makalesini bastıran hocaların parasını verip tez yazdıran öğrencileri; sırça köşklerinde yaptığı bilimi halka anlatmakla vakit kaybedemeyecek kadar önemli, erişilmez bilim insanları ve tabii ki bilgisi olmasa da her konuda mutlaka fikri olan koca bir güruh…

Günümüzde akademik unvan ne kadar elitist bir hal alsa da bence taşıdığı anlam hâlâ önemli. Tabii ki postaneye gidip “Ben profesör doktor bilmem kim” demek değil kast ettiğim ama ortada bilgi içeren bir eylem veya yorum varsa sahibinin kim olduğunu anlamak için unvanın önemli bir kriter olduğu kesin. Şunu da unutmamak lazım ki içi boşaltılan her değerden vazgeçersek bir süre sonra neye kıymet vereceğini bilemeyen, kafası kesik tavuklara döneriz ve buna da oldukça yakınız diye düşünüyorum. Bir kitap okuyacaksam yazarının unvanı benim için önemlidir. Çünkü o eseri yazan kişinin konu üzerinde akademik bir geçmişi olup olmadığı benim eseri değerlendirmemi önemli ölçüde etkiler. Bu her zaman akademik unvanı olan yazarları tercih ettiğim anlamına gelmiyor. Kimi konular var ki işin akademik yanı değil pratik yanı daha ağır basar, o zaman da akademik bir yazar tercihim değil sakındığımdır ama yine de akademik geçmişin kişiye kattıkları asla göz ardı edilebilecek düzeyde değildir.

Peki, ne yapacağız bunca üniversite ve bunca içi boş kadro varken? Nasıl güveneceğiz unvana sahip olanın gerçekten de unvanının hakkını verdiğine? Benim çözümüm uzun, meşakkatli ama insana inanan bir yoldan geçiyor: Değerlerimizden vazgeçmek değil anlamını geri vermek, unvanların içini doldurmak, doğru kriterlerle doğru hedeflere ilerleyen bir akademiyi yeniden inşa etmek. Bunun için de yaptıklarımız kadar yapmadıklarımız, ses ettiklerimiz kadar sessiz kaldıklarımıza da dikkat etmek gerekiyor. Bugün biraz durup düşünün, etrafınızda haksızlığa uğramış kaç akademisyene “Tamam tamam boş ver” dediniz? Bugün biraz olsun bu soruyu düşünün. “Boş ver” demek yerine ne diyebilir, ne yapabilirdiniz? En basitinden “Evet haklısın” diyebilir miydiniz? Sizde o yürek var mı?