Senfoni Orkestrası Konser Salonu’nun açılışında konuşan Erdoğan’ın sözlerine bakıp bugüne kadar yaptıklarından, ayrımcı davranışlarından nedamet getirdi diye düşünürseniz yanılırsınız. Erdoğan’ın ‘yeni Türkiyesi’nde yaşayan sanat emekçilerinin bu sözlere inanması mümkün değil elbette.

Sizi gidi kültür faşistleri!

Önceki gün Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu’nun açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, “Sanat müziğimizden halk müziğine kadar tüm müzik dallarını, kültür dünyamızı zenginleştiren birer nehir olarak görmemiz gerekiyor. Türk müzik tarihinde Itri’nin yeri neyse, Karacaoğlan’ın yeri de orasıdır. Dede Efendi ne kadar hürmete layıksa, Aşık Veysel de aynı derecede hürmete layıktır” sözlerine katılmamak mümkün mü?

“Müzik türlerimiz arasında olduğu gibi, müzisyenlerimiz, bestekârlarımız, sanatçılarımız arasında da ayrım asla yapamayız” diyen bir Başkan var karşımızda… Sanki, özel tiyatrolara destek kapsamında ilerici nitelikleri ile öne çıkan toplulukları pas geçen, sinema projelerine destek fonundan Gezi destekçisi olarak tanımladıkları yönetmenleri yararlandırmayan, ama yandaş ‘sanat’ şirketlerine bol keseden para dağıtan onlar değilmiş gibi… Demek, bugüne kadar yaptıklarından, ayrımcı davranışlarından nedamet getirdi diye düşünürseniz yanılırsınız, çünkü sözlerine şöyle devam ediyor: “Ülkemizde müzik konusunda da bir dönem çok ciddi hatalar yapılmıştır. Türkiye’nin üzerine karabasan gibi çöken Jakoben zihniyetten maalesef Türk müziği de payını almıştır. Milletin değerlerini, zevki ve kültürünü gerilik emaresi olarak gören bu anlayış, sanat hayatımızın çölleşmesine sebep oluştur. Öyle ki, Müzik İnkılabı adı altında Türk halk ve sanat müziğinin alaturka müzik denilerek yasaklandığı tuhaf dönemler yaşanmıştır. Ne zaman ülkemiz bu kültür faşistlerinin tasallutundan kurtulmuş, işte o zaman Türk kültür ve sanat hayatı yeniden canlanmaya başlamıştır”. Tarih vermiyor, ama herhalde AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılını kastediyor.


Sanata pranga

Zaten, sonraki cümlesi tahminimizi doğruluyor: “Türkiye, bizim dönemimizde sadece siyasette, ekonomide, savunmada değil, kültür, sanat, müzik, edebiyatta da prangalarından kurtulmuştur... Sanatçıları arasında ayrım yapan, insanları dinledikleri müziklere, kıyafetlerine göre ayıran eski Türkiye manzarasına son verdik.” “Bu topraklara ait ne varsa, hiçbir komplekse kapılmadan, ülkemizin bir kazanımı olarak hepsini kucaklamaya çalıştık” sözlerine Erdoğan’ın ‘yeni Türkiyesi’nde yaşayan sanat emekçilerinin inanması mümkün değil elbette. Çünkü, sanata prangayı kimin taktığını, ayrımcılığı kimin yaptığını çok iyi biliyorlar.

Pandemi günlerinde, alışveriş merkezleri, camiler, Kuran kursları faaliyette iken, sanat mekânlarının kapatılmasını hangi mantığa sığdırabilirsiniz? Tabii, vaka sayılarının hızla arttığı şu günlerde yapılması gereken, hayatı bir süreliğine durdurmak… Aksi halde, bu gidişi tersine çevirmek mümkün görünmüyor. Bunu yaparken de, emekçilerin asgari geçim koşullarının devlet tarafından sağlanması gerekiyor. Anayasamızın temellerinden biri olan ‘Sosyal Devlet’ ilkesi doğrultusunda.

Yalanlarla, olmadı (aşı geldi, geliyor gibisinden) umut kırıntılarıyla zaman kazanmaya çalışan siyasi iktidar, yandaş müteahhit firmalarının en ufak bir zarar görmeden bu dönemi atlatması için her türlü kolaylığı sağlarken, emekçi halk kesimlerinin, bu bağlamda kültür ve sanat emekçilerinin uğradığı zararları telafi etmek doğrultusunda herhangi bir çaba göstermiyor. Vergi ve prim borçlarının silinmesi, salon kiralarının karşılanması, emekçilerin evine ekmek götürebilmelerini sağlayacak destek paketleri açıklanması gibi ciddi önlemler yerine, ödemelere bir erteleme ve taksitlendirme olanağı ya da tiyatrolara dijital destek verilmesi gibi tali önlemlerle vakit kazandığını sanıyor. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı eliyle medyatik pop-starlara konserler verdirerek ‘zor durumdaki’ bu sanatçılara destek çıkarken, bir yandan da Devlet Tiyatroları’nı vaktinden önce - eylül ayında- açarak, halkı sanatsız bırakmayacaklarını göstermeye çalışıyor.

Bu gösterinin bedelini ise, tam kadro Covid-19’a yakalanan sanat emekçileri ve teknisyenler ödüyor. Perdelerin açık kalmasını, ‘gösterinin devam etmesini’ (show must go on) kim istemez, ama yaşadığımız günler bu güzel sözlerin geçerliliğini sorgulamamızı zorunlu kılıyor. Sanata sahip çıkmak için, hayatta kalmak gerek. Dizi setlerinin devam etmesi anlaşılır gibi değil. Hastaların sahnelerini erteleyip, diğerleri ile yola devam ediyor yapımcılar. Yarın bir başkasının hastalanacağını bile bile… Bir süreliğine -gerekiyorsa bir yıl boyunca- sahnelerden, perdelerden uzak kalmayı kabullenmeli ve tüm uygar ülkelerin sanatçılarına sağladığı desteği, kendi devletimizden talep etmeliyiz. Bu da, yakınmayla olmaz, örgütlü mücadele ile olur. Umarım bu süreç tüm sanat emekçilerine sendikalaşmanın ne denli gerekli olduğu gerçeğini anlatmaya yeterli olur.

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, cuma günü müzik alanındaki meslek birlikleri ile yaptığı toplantıda, önümüzdeki hafta Yunus Emre Enstitüsü web sitesinde duyurulacak bir proje desteği çağrısı ile müzik emekçilerine toplam 20-30 milyon TL’lik bir destek sağlanacağını (kişi başı bin TL gibi inanması güç bir rakam) açıkladı. Herhalde, sinema alanındaki meslek birlikleri ile de benzer bir toplantı yapılıp, bir parmak bal da (nasıl bir balsa) onların ağzına çalınır. Peki, bir meslek birlikleri bile olmayan tiyatrocular ne yapsın?

Kültür ve Turizm Bakanı, CHP Genel Başkan Yardımcısı Gamze Akkuş İlgezdi’nin sorusuna verdiği yanıtta, fonda biriken 320 milyonu sanatçılara destek amaçlı kullanamayacaklarını açıklamıştı. Almanya, Birleşik Krallık (İngiltere), İtalya gibi ülkelerin sanat alanlarında aldıkları önlemleri elbette izliyordur Bakanlık yetkilileri, ama nedense 2021 bütçesi hazırlanırken, bunlardan ilham almak akıllarına gelmiyor. 2021 yılı Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesi önümüzdeki günlerde TBMM’de görüşülecek. Başta CHP adına İstanbul Milletvekili Sera Kadıgil, muhalefet partilerinden milletvekillerinin Meclis Komisyonu’ndaki görüşmelerde yaptıkları itirazlardan bir sonuç çıkmadı. Genel Kurulda’da durumun değişebileceğini sanmam. AKP-MHP iktidarının Kültür-Turizm bütçesi, geldiği gibi geçecektir. Gene de, muhalefet temsilcilerinin şu soruyu inatla sorması gerekir.

Bütçenin yüzde kaçı?

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın komisyondan geçen 2021 yılı Bütçe Teklifi’nde, bakanlığa 6 milyar, 16 milyonluk bir bütçe talep ediliyor. Bu rakamın, genel bütçenin yüzde kaçı olduğunu bilmiyorum, ama yüzde yarım bile olmadığına adım kadar eminim. Oysa, Avrupa Birliği ülkelerinde kültüre ayrılan payın en az yüzde 1 olması ilkesi benimsenmiş. Bu oranın üstüne çıkan ülkeler de var elbette. Bizde ise, Diyanet İşleri’ne ve Cumhurbaşkanlığı’na ayrılan bütçe kalemlerindeki yükselişi kültür alanında görmek olanaksız.

Peki, bu 6 küsur milyarlık bütçenin açılımı nasıl? Elbette, bütçenin önemli bir kısmı turizme ayrılıyor ve her zaman olduğu gibi en büyük pay (1 milyar 740 milyon), personel giderleri ve SGK primlerinin. Eğitim-kültür yatırımları da 1,5 milyar civarında. Kar amacı gütmeyen kuruluşlara yapılan transferlere 235 milyon ayrılmış. Bu kuruluşların kimler olacağını tahmin edersiniz artık. Halkevleri ya da Alevi Kültür Dernekleri olacak değil ya! Milli Kültür başlığı altındaki faaliyetlere 1 milyar 633 milyon, Sanat ve Kültür Ekonomisi’ne 458 milyon ayrılmış. Destek verilecek özel tiyatro projeleri sayısı 338 olarak belirlenmiş. Bakanlıkça desteklenen sinema projelerinin toplam sinema projelerine oranı ise yüzde 15. Elbette, bu sayılar fazla bir anlam taşımıyor, çünkü desteklerin adil biçimde dağıtılması gibi bir uygulamanın çok uzağındayız şimdilik. Ayrımcılığı reddeden, sanata ve sanat emekçilerine hak ettikleri değeri veren bir siyasal rejime kavuşana dek.