Skripal sonrası savaş çığırtkanlığı Putin’e yarıyor

Simon Jenkins

Rusya’yla gerçekten savaşmak istiyor muyuz? Küçük bir çatışma riskini dahi göze alıyor muyuz? Bu ihtimaller şüphesiz İngilizlerin dikkatini Brexit’ten uzaklaştırdı. Ayrıca Theresa May’in de işine yaradı ve savunma sanayii lobisinin kaynak arttırma kampanyasına destek sundu. Savaş hayalleri kurmak adeta demokrasinin en sevdiği şey – böylelikle insanlar birlik oluyor ve coşku doluyor.

Sergei Skripal ve kızına yönelik suikast teşebbüsüne verilen resmi yanıt aceleci ancak hesaplıydı. Salisbury’de yaşanan zehirleme olayına yol olan dinamiklere hakim değiliz ancak Moskova’nın suçsuzluğu kanıtlanana dek suçlu muamelesi görmesi normal. Başbakan May’in küskün ve dışlayıcı tavrı diplomatik açıdan alışıldık bir “dans” ve ABD, Fransa ve ABD tarafından da destek gördü. Peki konu kapandı mı?

Maalesef hayır. Tarihe baktığımızda, tekil olayların gelişmekte olan krizleri nasıl beslediği konusunda dikkatli olmamız gerektiğini görüyoruz. Franz Ferdinand 1914’te Saraybosna’da vurulduğunda, cinayeti işleyen kişi devlet ajanı değil, silahlı bir teröristti. Sorun, arabuluculuk görüşmeleriyle çözülebilirdi. Bunun yerine tüm kıta kendini savaş heyecanına kaptırdı ve gerginlik tırmandı. Kısa süre sonra Avusturya Sırbistan’a, Almanya Rusya’ya ve Fransa Almanya’ya karşı savaş ilan etti. AJP Taylor’ın sonralarda yazdığı gibi, Birinci Dünya Savaşı’nın belirli bir “sebebi” yoktu. “Devlet adamları yanlış hesap yaptı ve kendi silahlarının esiri oldu.” Öyle bir an geldi ki silahlı çatışma kaçınılmaz oldu ve uluslar ilkel kabile çatışmalarına benzer davranışlara girişmek için birbiriyle yarışır oldu.

Rusya’nın iç karışıklıkları çözme şekli çağdışı ve tiksindirici. BBC’nin bu hafta yayınladığı Vladimir Putin profili, aklını parayla bozmuş bir zorba portresi çiziyor – uluslararası seviyede katı ve net bit tavır sergilenmesi şart. Ancak Skripal’in zehirlenmesi “devlet destekli” bir teşebbüs olsa bile, nihayetinde Litvinenko cinayeti gibi, “kişileri hedef alan” bir hamleydi. O halde neden May’in bu hafta yaptığı gibi konuyu “Rus devletinin İngiltere’ye yönelik hukuksuz güç kullanımı” olarak tarif edip, krizi tırmandırıyoruz?

Parlamento da aynı saçmalığı tekrar etti. Muhafazakarlardan Tom Tugendhat, “Bu bir savaş hamlesi değilse bile, savaşçı bir hamleydi” dedi. İşçi Partisinden Chris Leslie ve John Woodcock, “ülkemiz saldırı altında” ve “ülkemize yönelik Rus tehdidi ciddi” gibi laflarla celallendiler. Bu abartı savaşında kelimeler anlamını yitiriyor. İnsanları zehirlemek aşağılık bir harekettir. Rusya’nın çocuksu siber saldırıları ve yavaş sahte haber trolleri de öyle. Bunlar düşmanca hareketler, ama savaş hamleleri değil. Öyleyse neden böyle algılamak için diretiyoruz?

Sovyetler birliği 1989’da çöktüğünden beri batı, Rusya’nın küçük düşmesinden keyif aldı. 1989 sonrası yapılan tüm AB ve NATO hamleleri aynı yıkıcı amaca hizmet etti. Rusya’nın komşuları sevinçle AB’ye alındı. Boris Yeltsin’in ve kısmen Almanya’nın “ateşle oynamayın” uyarılarına karşın NATO, Rus Federasyonu sınırındaki savunma hattını güçlendirdi.
Yeltsin 1990’larda eline yüzüne bulaştırdığı özelleştirmelere giriştiğinde, Londra bankalarını Rusya’nın çalıntı milyarlarına açarak kışkırtıcı davrandı. İngiltere dünyanın en büyük yolsuzluk imparatorluğunu çeyrek yüzyıl boyunca yüzsüzlükle destekledi. Başbakan, Londra ile yüzleşip Rusya kaynaklı kara para aklama faaliyetlerinin durdurulmasını emredecek cesaretten yoksun olduğunu bu hafta da gösterdi.

Tüm bunlar 1919’da Versay’da Almanya’ya itilaf devletlerince yapılan muamelenin tekrarı niteliğinde. Almanya’yı işgal etmiş, onurunu ayaklar altına almış, varlıklarına el koymuşlardı. Almanya nihayetinde diktatörlüğe sığındı. Rusya, milliyetçi dirilişi organize edebilecek liderlik vasfını 2000 senesinde Putin’de bulduğunda, Batı ve NATO adeta rahat bir nefes aldı. İdeoloji ve inanç yoksunu Putin, eski tip pervasız bir otokrattı. Ülkesini soğuk savaş yenilgisinin utancından kurtarmaya hevesliydi. Rus “bölgesinde” (Rusya ve Ukrayna’nın Rusça konuşan kesimlerinde) çarlık düzeninin üstünlüğünü tekrar kurmak istiyordu. NATO için bu, tanıdık bir düşmandı.

Putin, batının ona çizdiği rolden beslendi; yanlış anlaşılma, dışlanma ve kuşatma üzerine kurulu düzende, gurur duyulacak bir şey yokken gururlanarak yükseldi. Çizgiyi her aştığında orantısız tepkiler verildi. Batı, Putin’in güçlenmesini istercesine duruşunu sürdürdü.

Batı için, Soğuk Savaş 2’nin fitilini ateşlemekten elde edilecek bir kazanım yok. Putin düşmanlarıyla ilişkilerinde yalnızca “güçten anlıyor” olabilir ve çizgiyi aştığında “sert mesajlar” vermek gerekli olabilir. Fakat Putin ikinci bir Stalin değil. Avrupa’nın tepesine binmek isteyen bir Napolyon değil. Rusya, Sovyetler Birliği değil. Rusya, tehlikeli bir güvensizlik abidesi.

Putin’de, Freud’un “küçük farkların narsisizmi” dediği olguları görüyoruz. Batı’nın Rusya ve Rus halkı ile mesafeli ilişkisi ve dışlayıcılığı, bunları körüklemek için biçilmiş kaftan. Dolayısıyla May, IŞİD ve “küresel terör” konularında yaptığı gibi her vakayı devletler seviyesinde birer tehdit olarak ele aldığında, Putin’in oyununa alet oluyor. Gördüğümüz, popülizmin eski bir numarası. Suçu “milliyetçileştiren” bir durum. Mantığı maskelemek için vatanperverliği öne çıkarıyor. Orantılılığa engel oluyor. Hata riskini arttırıyor.

Albert Camus “salgınlar ve savaşlar insanları benzer şekillerde hazırlıksız yakalar” demiştir. Skripal’ın bir sonraki Avrupa krizinin Franz Ferdinand’ı olabileceği fikri gülünç olabilir. Ancak batının Sovyet-sonrası Rusya’ya verdiği tepkiler kısa vadede mantıklı olsa da, geneli itibariyle felaket niteliğinde. Rusya’yla çıkacak bir savaş, batının hatası olacaktır.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: The Guardian - bit.ly/2pgwEAV