Dizi istediği fantastik hikayeyi uydurur elbette. Ama günümüzün en önemli meselesi olan iklim krizini bugün birebir yaşarken, iklim krizini reddedenler güçlenirken bir dizi bunu yaparsa o dizi taraf olur

Snowpiercer: İklim krizini anlamamış bir dizi

Le Transperceneige isimli Fransız çizgi romanından, Güney Koreli yönetmen ve senarist Bong Joon-ho’un uyarladığı 2013 yapımı Snowpiercer filminden bu Netflix dizisinde eser yok. Yaratılan atmosfer post-apokaliptik bir hikâye için fazlasıyla yavan. İcat ettikleri dedektif karakteri ile ilerleyen hikâye inandırıcı değil ve ana meseleye uymayarak diziyi aksiyon polisiye bir türe doğru kaydırmış. Bunun kısa zamanda The100 ayarındaki diziler gibi çıkış noktasının anlam taşımadığı, trende geçen bir aksiyona evrileceğini düşünüyorum. Bong Joon-ho’nun yönetmenlik başarısı, başrolde Chris Evans’ın karizmasıyla sahnelere hükmedişi olmayınca, kurgu da zayıf olunca vasata yakın bir iş çıkmış ortaya. Kaldı ki dizinin başrolündeki Daveed Diggs’i çok severim ama o bu role hiç uymamış. Onu lütfen bir de Blindspotting filminde izleyin, söz veriyorum çok seveceksiniz. Neden iyi bir şeyleri hemen tekrar çekip berbat hale getirmeyi bu kadar seviyorlar anlamıyorum. Üstelik her seferinde de başarısız olduklarını görmelerine rağmen. İsteyen bu tren yolculuğuna devam edebilir ama ben ikinci bölüm sonunda o trenden indim.

DİZİ TARAF OLURSA, SANATI DEĞİL FİKRİ ELEŞTİRİLİR

Dizinin 2013 film versiyonu, küresel ısınmaya neyin sebep olduğuna hiç değinilmeden başlamıştı. Dizi ise çok talihsiz cümlelerle başlatıldı. “Önce iklimler değişti. İnkarcılar, nedenini bilmelerine rağmen yalanlarıyla bizi felakete sürüklediler. Savaş yüzünden dünya daha da ısındı. Buzlar eridi, tüm canlı türleri yok oluşa sürüklendi... zenginler 1001 vagonlu devasa tren Snowpiercer’a sığındılar.” Savaş yüzünden dünya daha da ısındı ve iklim değişikliğine bu mu sebep oldu? İnkârcılar kimdi? Bitmedi, henüz ilk iki bölümü yayınlanan dizinin son bölümünde inek soyunun tükenmesi ile ilgili mühim sahne vardı. Trenin vagonlarından birine besi hayvancılığının yerleştirilmiş olduğu bu sahne kafamı daha da karıştırdı. Böylesi bir trende besi hayvancılığı yapılmasının ekosistem bahanesiyle geçiştirilmesi ise cidden inanılmazdı.

Bilimin bize bugün söylediği gerçekler bir bir aklıma gelmeye başladı. Bunu, eğer kurtuluş olur da her şey normale dönerse, toplumlar her şeye eski düzende devam edecek diye mi okumak lazım? Dünyaya yeni bir rota çizilmeyeceğini mi öngörmemiz gerek? Evet bu bir dizi. İstediği fantastik hikâyeyi uydurur elbette. Ama günümüzün en önemli meselesi olan iklim krizini bugün birebir yaşarken, iklim krizini reddedenler güçlenirken/güçlendirilirken bunu yaparsa o dizi taraf olur. Taraf olursa, onun sanatı değil hikâyesine yerleştirdiği fikir eleştirilir.

ÇEVRESEL BOZULMANIN BAŞLICA SEBEBİ HAYVANCILIK

‘Nihayetinde hatıramızda kalan şey, düşmanlarımızın lafları değil, dostlarımızın sessizliğidir.’ diyen Martin Luther King Jr.’ın bu sözüyle susan dost görünenleri düşünmeye başladım. Ben şimdi size vegan çevreci aktivist olarak işin doğrusunu söyleyeceğim: Çevresel bozulmanın başlıca sebebi HAYVANCILIKTIR. Peki bu dost görünen dünyanın en etkili, köklü çevre örgütleri çevresel hasarın bir numaralı sebebi olan hayvancılığı neden gündeme getirmez ve bu konuda sessiz kalmaya devam ederler? Çoğu üyelikle çalışan bu örgütlerin ana planı bağış yapan insanların sayısını yükseltmek de ondan. Ve hayvancılığı ilk sebep en kötüsü ikinci sebep olarak kabul etmeleri ve kaçınılmaz olarak et tüketimine karşı olmaları insanların gündelik yaşamını zorlaştıracak ve sonuç olarak da fonları zarar görecektir. Bana kalırsa, Green Peace, Sierra Club, Amazon Watch, Oceana, WWF gibi örgütler çevresel bozulmanın başlıca sebepleri arasında hayvancılığı saymadıkları sürece sadece birer ticari kuruluştur. Bu örgütler lobiciler, çıkar grupları, siyasetle sıkı ilişkili hayvancılık sanayisinin adeta güvenlik sübabıdır.snowpiercer-iklim-krizini-anlamamis-bir-dizi-737521-1.

HEM ÇEVRECİ OLUP HEM DE HAYVANSAL ÜRÜN KULLANAMAYIZ

Dr. Richard Oppenlander’ın da dediği gibi, bugünden itibaren hiç benzin, yakıt kullanmasak bile yine de maksimum karbon dengi sera gazı emisyonları sınırını yani 565 gigatonu 2030 yılına kadar aşmış olacağız ve bunu sadece besi hayvanı besleyip yiyerek yapacağız. Ve biliyoruz ki geri dönülemez ciddi sonuçlar ortaya çıkmadan önceki güvenli noktanın sıcaklığında 2 santigrat derece artışı olduğu söylenmekte. Ve dünya bu noktaya hızla yaklaşmakta. Hayvancılık için tüketilen suyun miktarı diğer her şey için tüketilen su miktarından çok daha fazla. En büyük soy tükenmesinin ortasındayız. Gezegendeki toprağın yüzde 45’ini hayvancılık işgal etmekte. Hayvan otlatmak ve hayvan beslemek için soya fasulyesi yetiştirmek amacıyla ormanların kesilmesi ve bu minvalde Amazon Ormanları’nın yok oluşunun yüzde 91’inden hayvancılık sorumlu. Yağmur ormanları saniyede yarım hektar kesilerek kaybolmakta. Kısacası hem çevreci olup hem de hayvansal ürün tüketemeyiz. Kendinizi veya birilerini kandırabilirsiniz ama bu bağımlılığın dünyayı ateşe atmakla eşdeğer olduğu gerçeğini değiştiremezsiniz.