“Yani”yi bilirsiniz; “demek oluyor ki”, “kısacası”, “doğrusu” anlamında kullanırız. Aslı Arapça ve Arap arkadaşlarınız varsa İngilizce konuşurken araya ne çok “yani” kattıklarına şaşarsınız. Yani, Arapçada bizdekinden çok daha kullanışlı bir sözcüktür “yani”.

“So what yani”yi de bizim az buçuk İngilizce konuşanlarımız pek sever. Belki de İngilizce konuşan Araplardan gelip yapıştı dilimize. Biri size uzun uzun bir hikâye anlattı da bir yere bağlayamadı, bir sonuç çıkaramadı mı, yapıştır “So what yani?”yi. Bazen merakla “Eee?”, bazen de tiye alarak “Anlat anlat” manasında.

Dün, “tarihi” Trump-Erdoğan görüşmesinden “AKP fikriyatına yakın” gazetelerimizin nasıl bir başarı çıkardıklarını – ki epey zor işti – görebilmek için, hepsine dikkatle baktım. “So what yani?” de işte o zaman gelip oturdu dilimin ucuna.

ABD ziyaretleri ve liderlerimizin Başkan’la görüşmeleri üzerine, hele de görüşmeden bir şey çıkmamışsa, medyamızın kullanmayı pek sevdiği bir ölçü vardır: Kaç dakika görüştüler! Görüşmenin her dakikasını kendimize verilen önemle çarpar, mest oluruz.

Tu kaka ettiğimiz Obama, misal, Erdoğan’la 50 dakika görüşmüştü. Gelişini hacıyolu bekler gibi beklediğimiz Trump 20 dakika! Galiba o yüzden bu konuya pek girmemiş gazeteler.

Bazen her şey son derece net ve basittir. Bu kez de öyleydi. Türkiye, defalarca ve her kanaldan verdi mesajını: 1) YPG/PYD ile işbirliğini bırakın, 2) Gülen’i verin.

Talep bu kadar net olunca, ziyaretin başarısını ölçmek de kolay oluyor. Bu iki konuda istediğinizi aldıysanız başarılısınız, yoksa yok!

Lakin, işi iktidar için PR yapmak olan bir gazetecilik, her durumda bir başarı çıkaracak, mecbur!

İKİ NET MESAJ demişti Hürriyet manşetinde dün, benim de 1 ve 2 diye yazdıklarıma işaret edip, Erdoğan’ın bunları Trump’a söylemesine gönderme yaparak. Net mesaj vermek de önemli ve Hürriyet’in manşeti de bir “başarı”ya işaret ediyor!

Gerçi Sedat Ergin köşesinde “ABD’nin en saygın gazetelerinden Washington Post”un Gülen’in “Artık tanıyamadığım Türkiye” başlıklı bir makalesini yayımlamasının tam da Beyaz Saray’dan içeri adım atarken Erdoğan için “tatsız bir sürpriz” olduğunu belirtmiş ama olsun. Görüşmeden zafer çıkarmak için çırpınan diğer gazetelerin yapabildiği de Hürriyet’ten fazla değil.

Akşam: TARİHİ MESAJ, Güneş: NOKTAYI KOYDU, Karar: BEYAZ SARAY’DA PYD UYARISI, Sabah: BÖLGENİN GELECEĞİNDE TERÖRÜN YERİ YOK, Türkiye: FETÖ’YÜ VER PYD’YE DESTEGİ ÇEK. NOKTA…

Bir de 20 dakikalık buluşma ile ABD-Türkiye ilişkilerinde yeni bir dönem başlatanlar var. Vatan: DÖNÜM NOKTASI, Akit: ABD İLE YENİ DÖNEM, Yeni Şafak: YENİ DÖNEMİN TEMELİ ATILDI

Hayırlı olsun da, so what yani? Daha önce defalarca verilen mesajı vermişiz ama Trump ne cevap vermiş?

Trump da, ortak basın toplantısında, nasıl kahraman bir millet olduğumuzu, askerlerimizin savaşçılığını, Kore’de yaptıklarımızı anlatmış, terörle mücadelede ortaklığımızın önemini vurgulamış, ne PYD’yi ne de Gülen’i ağzına almışsa da Merkel’den esirgediği elini Erdoğan’a uzatıp herkesin içinde tokalaşmış!

Bizim gazetelerde bir tur attıktan sonra dönüp ABD gazetelerine de baktım. Birinci sayfalarında Trump-Erdoğan görüşmesinden pek iz yok. New York Times, Patrick Kingsley imzalı bir video haber koymuş ki web sitesine Midnight Express filminden beter bir Türkiye görüntüsü çiziliyor. Washington Post’ta küçük sayılabilecek bir haber, Trump’ın Suriyeli Kürtleri doğrudan silahlandırma açıklamasının hemen ardından Erdoğan’ı ağırladığını ve bu gerilime rağmen işbirliğine bağlı olduklarını yazıyor. Bir de elçiliğin karşısındaki küçük protestocu gruba elçilik tarafındaki kaldırımdan koşan siyah takım elbiselilerin saldırdığını ve biri ağır 9 yaralı olduğunu.

ABD medyasına bakarsanız, biz Trump’tan “FETÖ”yü almayı beklerken, o Erdoğan’dan FETÖ üyeliğinden tutukladığımız papaz Andrew Craig Brunson’u istemiş!

Kim bilir, belki çok şey almış dönüyoruzdur da, aldıklarımızı dönüş uçağında öğrenir gazeteciler, biz de bugün yarın okuruz.

Belki de acele ettim “So what yani?” derken!