“Bir tür kendini büyük oynama hali, ünlülük. İçinizle dışınız aynı olmazsa, kendinizi yok etmeye bile gidebilirsiniz”

“Şöhretin yoksa yoksun kafası, maalesef yeni çağın kafası”

sohretin-yoksa-yoksun-kafasi-maalesef-yeni-cagin-kafasi-61023-1.> EZGİ ÇELİK e.ezgicelik@gmail.com

“Herkesin kendi hakkında çok güçlü bir imgesi var. Nasıl göründüğüne ilişkin farkındalık, eylemleri ile ilgili kurduğu direkt, organik ilişkiden çok daha güçlü. Kahvesini yudumlarken, bardağı tutuşunu görenlerin sayısı o kadar çok ki.” Bunu duyan kulaklar, hiçbir kısıtlayıcı sorunun bu masaya yakışmayacağına karar verdi. Artık bize yakışan serbest çağrışımdı. Bu röportaj öyle akmalıydı. Yanılma olmadı. Kadir Has Üniversitesi Tiyatro Bölümü Başkanı, Film ve Drama Yüksek Lisans Programı Direktörü Prof. Dr. Çetin Sarıkartal ile böyle derin, doğru ve en direkt saptamaların daha niceleri masadan aktı gitti. Hayatta herkesin, bir anında bile olsa, böyle insanlara değmelerini diliyorum. Hepsine saygılar!

>> Teori ve pratik arasında fark var mı? Bir oyuncunun her ikisine de ihtiyacı var mı?
Oyunculuk, temel olarak pratik bir iş. Fakat temelde insanın, tasavvur ve tahayyül olmak üzere iki ana kabiliyeti vardır. Tasavvur, tasvir edebilme, rasyonel akıl yürütme, tahayyül ise duyu izlenimlerinin hayallere dönüşebilme kabiliyeti demektir. İşte bu iki kabiliyetin, oyunculuk sırasında özel bir biçimde çalışması söz konusu. Yani normal hayatta tahayyül kabiliyeti, uykular ya da halüsinasyonlar dışında hep tasavvurun emrindedir. Oysa oyunculuk sırasında tam tersi olur. Hayalin gerçeğin önüne geçmesi ama gerçeğin de onun arkasında kaybolmadan devam edebilmesidir oyunculuk. Siz ekranda ya da sahnede, teorik olarak okuduğunuz şeyi yapmıyorsunuz sonuçta. Tam tersi o anda siz bile kendi yaptıklarınıza şaşırıyorsunuz. Dolayısıyla seyirciyi de şaşırtıyorsunuz. E, teorik olarak çözülen bir şeyin o anda gerçekleşiyormuş gibi bir heyecanı olamaz. En fazla o duygunun çok iyi bir fotokopisi olur. Sonuç olarak, tabii ki oyuncu teori çalışmalıdır, fakat pratikte denemesini yapmak şartıyla. Yoksa yapılan ancak bir edebiyat çalışması olabilir. Ve siz iyi bir eleştirmen olursunuz, oyuncu değil.

>> Mucizelere inanır mısınız?
Ben onlara mucize demem ama şöyle örnekleyebilirim. Her oyuncu, hangi yaşta olursa olsun, eğitime, kendisinin geliştirmiş olduğu bir takım engelleri de alarak gelir. Yani hayattaki deneyimleri, saf oyunculuk için engel teşkil eder. Ve mutlaka bu engellerin kalkması için belirli yöntemlerle çalışma yapar. Bizim mesleğimizde her yöntem Roma’ya çıkar. Yani her yöntemle doğru oynanabilir. Fakat kime hangisi daha yapıcı sonuçlar verir, onu bulmak gereklidir. İşte uzun süre boyunca aynı yöntemle çalışan oyuncu, birdenbire yol değiştirip, kendine uygun olanı bulunca açılır. Engellerini atmakta rahatlar ve işte bu oyuncu mucizevi gibi görünen sonuçlara erişebilir. Açılmıştır çünkü.

>> Yeteneğin gizli kalması mümkün müdür?
Eğer oyunculuk söz konusu ise, yetenek her insanda mevcuttur. Ben bunun mimetik yetenek olarak adlandırılacağını düşünüyorum. Walter Benjamin buna ‘ötekine yönelik kapasite’ der. Siz olmayana yönelik bir kapasiteniz vardır. Yani çocukken masa bile olursunuz, nasıl olacağınızı düşünmeden. Herkeste mevcuttur. Fakat evet, yeteneğin kapalı kalması diye bir şey vardır. Bazı insanlarda yetenek uyur halde olur. Zihin üstüne öyle baskı uygulamıştır ki, engelleri aşıp yeteneğini keşfedemez bile. Zaten istemez de. Saçma bulur her şeyi, yöntemleri.

>> Kime ‘yetenekli’ denir?
Oynamaya hevesli birisinin, prensip olarak yetenekli olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü yetenekli olmasa o heves olmazdı. Onun yerine utangaçlık, çekingenlik olurdu.

>> Peki kendi hayatında çok utangaç ama oyunculukta çok başarılı olanlar?
Çok yetenekli demeyelim de çok iyi oyuncular var. Onların yolculukları bir başka engeli daha aşmayı gerektiriyor. Normal hayattan oyun anına geçebilme engeli. Sizin sözünü ettikleriniz bunu çok rahat yapabilen insanlar işte. Çünkü oyun anına geçmenin, ‘kendini’ diğer tarafta bırakabilme hali olduğunu çözmüşler. Hayatın içinde ‘merhaba’ bile diyemez ama oyun anında kendini tamamen bırakabilir, çünkü o kendisi değildir, oyun kişisidir. Ama buradan şu sonuç çıkmasın; utangaç olan daha yetenekli, olmayan daha az, ya da tam tersi. Esas mesele, herkes için, oyun anına geçebilme becerisidir. Yani insan olarak kendi normalliğini bir kenara bırakıp, oyunculuk haline geçebilmektir. Bu beceridir, yetenek; marifettir çünkü. Şalter kapatmaktır. Aslında insan çocukken güzel oynayabiliyorsa, büyüyünce de oynayabilir. Çünkü sonradan orayı tekrar bulabilir. Ama mesela birisi hiç çekingen görünmüyor, ama aşırı kendinin farkında; işte bunlar asla oynayamazlar. Çünkü hayatta oynarlar. Dolayısıyla gerçeği bulmaları çok zordur.

>> Ego nedir?
Bu konuda bilim de tam bir devrim sürecinde. Bu nedenle eksik ve yanlış yapma hakkımı lütfen saklı tutun. Tahminimce ego; ortalama iki ile altı yaş arasında, insan türünün bir örneği olarak doğmuş olan ve o yolda gelişimini ilk iki sene de sürdürmüş olan organizmanın üzerine kurulan, onun asal kullanıcısı olarak, virtüel bir varlığa sahip olan ve de egemenliğini organizmaya da kabul ettirmiş olan, bir kiptir. Bazı araştırmacılara göre, illüzyondur. Ama dışarıdan böyle konuşması kolaydır da bir insanın ‘ben aslında doğduğumda henüz ben değildim’ fikrini benimsemesi çok zordur. Mesela insanlar ‘benim bedenim’ der. Bu bilimsel olarak doğru değil. Çünkü bu beden, o egoya ait değil. O ego, bu organizmanın üstüne kuruldu. O insan eğitimle ve kendi çabasıyla, öykünerek bir ben olmayı öğrendi ve o ben organizmanın hükümranı oldu. Ama sahibi değil...

>> Sizce ego olmalı mıdır?
Kaçınılmaz bir şey. İnsan hayatının bambaşka bir şekilde örgütlenmiş olması gerekirdi. Bütün insanlık tarihi böyle olmamalıydı ki, ego ortaya çıkmasın. Bir zorunluluk olarak çıkıyor ego ortaya.

>> Peki egoyu törpülemek, eğitimden geçirmek mümkün müdür?
Törpüleyen kim? Eğiten kim? Yani bunu siz bir ego pozisyonu olmadan yapabilir misiniz? Kendi kendinize egonuza hükmettiğiniz anda, siz kimsiniz? Siz sadece iyi insan olabilirsiniz. Egoist olmamayı becerebilirsiniz. Sosyalist olursunuz mesela. İyi bir şeydir. Ama örgütlü bir hayat içinde egoyu törpülemek mümkün değil. Sadece bir oyuncu olarak, oynarken, egoyu rahatsız etmeyecek bir biçimde, geçici olarak onu bir kenara koyabilirsiniz mesela. Tehdit edilmediğini düşünürse, o anı rol kişisine bırakabilir. Oyunculuk bu anlamda çok özel bir sanat.

>>Günümüzde inanılmaz bir ‘ünlü’ düşkünlüğü var. Sizce bu bir algı yönetimi mi? Yoksa gerçekten bu insanlar kitleleri peşinden sürüklüyor mu?
Öncelikle seyirci oynama anı ile ilgilenir. O sırada beni yani seyirciyi, şöhret olarak etkilemeniz söz konusu olamaz. Ben o sırada oyuncuyu görmem, bir insan görürüm. Ve etkilenirsem oyuncudan bahsetmem bile. Bayağı hayattan, duygulardan, yani etkilendiğim şeyden konuşurum. Oyuncu, sinema, tiyatro konuşmam. Duygudan bahsederim. Üzerine düşünürüm. Bu yaşanan ‘ünlü’ çılgınlığı, oyuncuların bu yıldız şahsiyetlerini bile isteye üstlerinde taşımaları ile oluşan bir şey. Bu tür oyunculuklar sırasında biz zaten, bahsettiğim duyguların yüceliği yerine, canlandıran oyuncunun yüceliğini hissederiz. Kendimizi de küçük hissederiz. Yani ‘o insansa ben daha az insanım’ gibi. Bir nevi kölelik. Ağır bir durum. Yıldız oyuncu için de çok ağır. Özellikle kendisinin hissettiği şey, dışardan görülen imajla özdeş değilse. Yani ‘içeriden küçük hissediyorum, ama dışarıdan büyük bir şişkinlik görünüyor’ hissi varsa, bu ego kendini yok etmek bile isteyebilir. O şişen egoya yetişemezseniz, yok etmek istersiniz.

>>Sokakta da bu çılgınlık var diyebilir miyiz? Reality şov gibi sokak!
O dışarıda yaşanan reality şovların içindeki insanlar, televizyonun içindekilere de deli gibi başvuruyor şu an. Küçük çocuk diyor ki, ‘abim televizyona çıktı’. Bu onun için ne demek? Abim daha fazla insan, ben daha az insanım demek. Televizyona çıkan kendisini, hayatını yaşayan kendisinden, daha büyük ve önemli görüyor. Şu an durum daha özel bir hal aldı. Şöhret denilen insanlarla bu insanlar birbirlerini yakın görüyorlar, hatta onlarla beraber şöhret oluyormuş hissi var. Atılan twit’lerde filan bu çok görülüyor. ‘Ya ben aslında seni bu projede biraz yadırgadım,’ diyor. Sanki arkadaşıyla konuşuyormuş gibi yazıyor. Ya da ‘ben olsaydım’ gibi yorumlar. Çünkü o zaten, o. Eskiden çıldırıyordu onun için, ama artık sakin kalabiliyor. Kendi hayatının içinde görebiliyor onu artık. Bütün şöhretleri tiyatroda görmek istemeleri de bu yüzden. Son nokta o. Orada canlı bir halde gördükten sonra tamamen rahatlıyor. Aynı yere basıyor ya, tamam artık, o da artık neredeyse şöhret. Kendi çapında. Yani şöhretin yoksa yoksun kafası, maalesef yeni çağın kafası.

>> Oyunculuk mesleğine ve oyuncunun kendisine ne kadar zararı var bu durumun?
Ben açıkçası zaaflarıyla, acımasızlıklarıyla kendisini kabul etmiş, normal insanların, sanatlarını icra ederken olağanüstü bir yere çıkmalarını, hayatlarını yaşarken de olabildiğince olağan bir yerde, kendilerini kabul ettikleri bir yaşam sürebilmelerini tercih ederdim.

>> Bu olası bir durum mu peki?
Tabii ki olası. Bu durum her şeyi normalleştirir de. Şimdi bakın, mesela ben bir şöhretin Suriyeli mülteciler için özel uçakla gelip, kameralar eşliğinde şefkat gösterisinde bulunması hakkında ne söylenir bilmiyorum. Bunun o konudaki duyarlılığı arttırmakta ne kadar etkisi oluyor? Ya da bir kişinin o şöhrete bağlılığından hareketle sanki o konuda da duyarlıymış gibi sanmasına ne kadar etkisi oluyor? İnsanlar Suriyeli mültecilerle ilgili gerçekten ne yapmaları gerektiğini düşünmek yerine, o şöhretin fotoğraflarını paylaşmayı sosyal sorumluluk eylemi olarak algılıyor. Gerçekten yapmaları gereken şeyi yapmadıkları için de vicdanları sızlamıyor. Mesele çok karmaşıklaştı. Oyuncu için en ciddi sıkıntı şu oldu; bir insanın kendi malzemesine erişimini güçleştirdi. Biz oyunculuk eğitiminde, kişilerin kendi alışkanlıklarından uzaklaşıp, başkalarını canlandırması için uğraşırız. Ama artık, zaten kendi kendisinin menajeri gibi kendini dışarıdan izleyen bir kişiyle, önce uzun süre o yapaylığı gidermek için çalışmak gerekiyor.

***

>>Samimiyet kişiye özel bir duygu mudur?
Samimiyet duygudan ziyade bir haldir. Kişi sizce samimi görünmediği halde, kendini öyle görüyor olabilir. Samimiyet yerine ‘açıklık’ sözcüğü daha doğru olabilir. Örneğin, karşınızdaki insanın ya da olgunun sizi etkilemesini kabul etmeniz ve o etkinin sizde yaptığı değişikliği fark etmeniz; işte bu açıklıktır. Herkese tavsiye eder miyim? Bilmiyorum. Çünkü bunun hayatta kötü sonuçları olabilir. Hayat söz konusu olduğunda bu bir tercih meselesi. Ama oyunculuk esnasında için bu şarttır.