Başına gelen beklenmedik bir felaket sonrasında şaşıran, ne yapacağını bilemeyen şoka giren kitleler, daha önceleri kabul etmeyip karşı çıktığı yaptırımlara/politikalara boyun eğmek zorunda kalır! Naomi Klein’in Şok Doktrini-Felaket Kapitalizminin Yükselişi isimli kapsamlı kitabı bu sözlerle özetlenebilir. Özetin de özeti şu şekilde anlatılabilir; muktedirlerin kriz, korku, felaket, savaş ve travmatik olayları kullanarak bu çaresizlikler üzerinden zorla ‘rıza üretme’sidir.

Egemenlerin, muktedirlerin, küresel sermayenin kitleleri nasıl etkilediğini örnek olaylar vererek çarpıcı bir şekilde anlatan Klein, normal koşullar altında insanların kabul etmeyeceği siyasal-toplumsal-ekonomik sistemlerin ‘şok doktrin’le nasıl kabul edilebilir hale getirilişinin resmini çizer. Toplum yaşadığı şok ve travmayla sarsılırken, sistem önceden planlanmış politikaları hayata geçirmekle meşgul oluyor. Klein’e göre ‘şok doktrini’ne inananlar arzu ettikleri geniş boş tuvalleri ancak büyük bir kopuşun -seller, savaşlar, terör saldırıları vb- yaratılabileceğine inanmaktadırlar. Ellerindeki bu tehlikeli işlere hevesli sanatçılar psikolojik olarak dağıldığınız, fiziksel olarak köklerimizden koptuğumuz anda bu yeniden şekillendirilebilir anlarda yeni bir kalıp biçme işine koyulurlar.

Kapitalizmin, böyle bir ekonomik projeye uygun, toplumsal yapılanma ve ruh halini tetikleyecek politik olayları, eğer kendiliğinden ortaya çıkmazsa bizzat yaratmaya çalıştığı yeni bir olgu değil. Yine de toplumsal algı değişiminin nedenlerini anlamak için Şok Doktrini – Felaket Kapitalizminin Yükselişi’ne bakmakta fayda var.

•••

Klein’in ‘şok doktrini’ teorisi dünyanın dört bir yanından, farklı kıtalarda, farklı kültürlerde, farklı demokrasilerde uygulanan ‘şok tedavisi’nin yok ettiklerini ve bunların üzerine inşa edilen ‘felaket kapitalizmi’ni teşhir ediyor. Pinochet Şili’sinden Irak’a, Yeltsin Rusyası’ndan Çin’e, Sri Lanka’dan Asya Kaplanları’na, Tayland’dan Polonya’ya kadar benzer politikalarla ilgili paralel örneklerle açıklarken, yakın tarihe de ışık tutuyor. Doktrinin ilk denemesi 1973’te Şili’de yapılır. Reçeteyi iktisatçı doktor Milton Friedman yazar. Şili’de bu şok algısını yaratacak büyük acıyı ise darbeci General Pinochet oluşturur.

‘Şok tedavisi’nin Şili’den sonraki durağı İngiltere’dir. 1982’de Arjantin ile yapılan Falkland Savaşı’nın getirdiği “milli duygular”dan faydalanan “Demir Lady” Margaret Thatcher bir Batı ülkesinde o güne kadar görülmemiş çapta özelleştirme ve güvenlik hamlelerini devreye sokar, ekonomik ve politik olarak İngiltere’yi neo liberal politikalar doğrultusunda yeniden şekillendirir.

Bütün bu krizlerin, patlayan bombaların, ölümlerin başkanlık sistemiyle, yeni anayasayla bertaraf edileceğinin pazarlaması yapılıyor. Israrla ama ısrarla bu ‘kara propaganda’ tekrarlanıyor. Tek parti yönetimi olmazsa ülkenin nasıl bir felakete sürükleneceği adeta canlı olarak yaşatılıyor

Sonrasında Polonya ve Çin’de denenir. 1989 Tiananmen Olayları’nın yarattığı şok dalgasını fırsata çeviren Pekin, istediği dönüşümleri hayata geçirir. 1990’ların ortalarında bu kez Asya Kaplanları olarak adlandırılan Uzak Doğu ülkelerinde boy gösterir şok tedavisi. Tayvan’dan başlayan kriz Hong Kong, Singapur, Malezya, Endonezya, Güney Kore’yi etkisi altına alır.

2000’li yılların hemen başında bu kez istikamet ABD’dir. 11 Eylül 2001’deki saldırıların ardından insanlarının korkularından yararlanan Washington, istediği politikaları koşulsuz bir şekilde uygulama fırsatı yakalar.

2003’te bu kez mecra Irak’tır. ABD’nin gerçek anlamda yakıp yıkarak şok üstüne şok yaşattığı Irak, Washington’un siyasi ve ekonomik politikalarını denediği bir laboratuvara dönüştürülür.

2004’te bu kez Sri Lanka’da, Tsunami felaketinden sonra devreye sokulur. Yabancı yatırımcılar ve uluslararası kredi kuruluşları panik atmosferinden faydalanarak, el değmemiş tropikal sahilleri gasp eder.

•••

Şok Doktrini ilhamını CIA’in işkence tekniklerinden alır. CIA 1950’lerden itibaren insanların üzerinde yaptığı bazı deneylerde, beyne elektrik şoku verildiğinde ortaya çıkan büyük acının, insan beyninin yeniden şekillendirilmesini sağlayacak şekilde direncini kırdığını keşfeder. Bu keşfin yararlarını anlatan CIA uzmanları işkenceyle boşaltılan zihinleri, üstüne yeniden yazılabilecek ‘boş bir levha’ya benzetir.

Sonrası malum. İş artık “boş levhalar’ın istenildiği gibi doldurulmasına kalmıştır! Neo-liberalizmin ‘arsız’ teorisyenlerinden Milton Friedman’ın Chicago Okulu, bu şokların toplumları etkileyecek boyutlarda olması halinde, bir toplumun bütün belleğini, alışkanlıklarını yeni bir ekonomik düzen kurabilecek şekilde etkileyebileceklerini ortaya atar. Bu tezini de Şili, Arjantin, Rusya, Sri Lanka’da test etme fırsatını yakalar!

•••

‘Şok dalgaları’yla hizaya sokulma sırası Türkiye’de. Şili, Arjantin, Sri Lanka, İngiltere, Rusya’dakine benzer şekilde benzer ‘şok dalgaları’yla Türkiye de yeniden inşa edilmek isteniyor. Dikta Anayasası’nın, Başkanlık sisteminin kabulü, yeni gerici rejimin inşası için ‘şok dalgaları’yla kitleler teslim alınmak isteniyor. Ardı ardına patlatılan bombalar, içeride ve dışarıda sürdürülen savaş, başarısız darbe girişimi, kaos iklimi, kriz… Toplumun üzerine şok dalgaları yayılıyor.

Bütün bu krizlerin, patlayan bombaların, ölümlerin başkanlık sistemiyle, yeni anayasayla bertaraf edileceğinin pazarlaması yapılıyor. Israrla ama ısrarla bu ‘kara propaganda’ tekrarlanıyor. Tek parti yönetimi olmazsa ülkenin nasıl bir felakete sürükleneceği adeta canlı olarak yaşatılıyor. ‘Bakınız başkanlık gelmezse ülke nasıl kan gölüne döner’ diye açıkça mesajlar veriliyor. Şokun etkisiyle seçime giden kitlelerin “istikrar” adına, ülkeyi istikrarsızlığa sürükleyen partiye yöneldiğini gördük 1 Kasım seçimlerinde. Bu kez de ‘başkanlık’, ‘sultanlık’ hevesi uğruna benzer ‘şok dalgaları’yla toplum esir alınmak isteniyor.