İktidar, 15 Temmuz gecesi olan çatışmaları askeri darbe olarak tanımlıyor. Darbeye karşı “milletin kendiliğinden karşı çıktığı”, RT Erdoğan’ ın çağrısının da bu karşı çıkışı kitleselleştirdiği iddiasında.

Kazananlar, galibiyetlerinin tarihini geçmiş için değil gelecek için yazarlar. Daha yaşanıldığı anda söylenceleştirilerek yazılan bir tarih! Örneğin, sokağa çıkıp tankların karşısına dikilenlerin eylemini içten içe Adnan Menderes’ i kurtaramamış olmanın suçluluğuna bağlamak, bu tür bir girişim.

Tarih yazma eyleminin gelecek tasavvuruyla bağı açık. RTEakp, 15 temmuzun tarihini kurmayı umduğu ‘yeni Türkiye’ nin’ miladı kabul ettirmek için o gece ve sonrasını destanlaştırma derdinde.

Mitosa gerçekte olup bitenden daha çok inanılır. Askeri darbe girişimine karşı sokağa çıkan, tankın önüne geçen ve ölümü göze alarak darbeyi engelleyen halk imgesi herkesin gözünü kamaştırmış durumda. Milletin kaderini yendiğini, artık bir daha kimsenin askeri darbeye yeltenemeyeceğini, bu milleti hafife alanların tarih önünde rezil olduklarını, iki paket makarnaya oy veriyorsunuz diye halkı aşağılayan seçkinlerin insan içine bile çıkmamalarının gerektiğine giden yorumların, tahlillerin ardı gelmiyor. Sosyoloji diplomanızı yırtın diye alay edenler, bu halkı küçümseyenler ağızlarının payını aldı diyenler. Öyle ki solculara siz ne yaptınız diye hayıflanan yaşlı başlı duayen solcular (!) bile var. Her zaman ki gibi bilgi yerine kanaatlerle attırılan tahliller hakikatin üzerini örterken iktidarın gerçeğine katkı veriyor.

Bütün bu tahlillerin de mitos inşasının bir bileşeni olduğunu unutmadan şu soruya yanıt vermek gerekiyor. İktidarın yazmaya çalıştığı tarihle gerçekte olan arasında bir yarık var mı? Eğer var sa bu yarık daha özgür, daha adil, daha eşit bir dünya mücadelesi için bir fırsat da barındırıyor mu?

15 Temmuz gecesi darbeye karşı mücadele edenler arasından 240 kişi öldü. Ölümlerin 170’ i sivildi. Net bir rakam bulmak mümkün olmamakla birlikte darbecilerden ölenlerin 24 kişi olduğunu söyleyen haberler var. Henüz kayıpların acısı o kadar taze ki, ölümler üzerine konuşmak kalanların yasına saygısızlık riski taşıyor. Böylesi bir duyarlılığın zerresi ise RTEakp cenahında yok. Ölenlerin yakınları için Beştepe’ de yapılan törende yakınlara yaşatılan acılara tanık olduk. Onlara saygısızlık etmemeyi gözeterek şu soruya yanıt aramak gerekli. Sivil ölümler olmayabilir miydi? Bu sorunun yanıtı için kimlerin sokağa çıktığı, ne zaman, nasıl ve ne amaçla çıktıkları soruları aydınlatılmalı.

Ölümlerin nerdeyse tümü Ankara ve İstanbul’ da. Ancak sivil ölümlerinin hangi saatlerde olduğuna dair bir bilgiye ulaşmak imkansız. Yine de ağırlıklı olarak sivil ölümlerinin RT Erdoğan’ ın sokağa çıkın çağrısından sonra olduğunu düşündüren bilgiler var. Örneğin Ankara’ da Beştepe’ deki Cumhurbaşkanlığı önünde gerçekleşen ölümler, 16 temmuz cumartesi sabah gün ağardıktan çok sonra gerçekleşmiş. Benzer şekilde Genelkurmay Başkanlığı önündeki kalabalığa helikopterden ateş açılması da, Boğaz köprüsü ve Saraçhane önündeki ölümler de sokağa çıkın çağrısından sonraya denk geliyor. Ancak TRT önündeki çatışmalarda gerçekleşen ölümlerin daha önce olduğunu düşündüren haberlere de rastlamak mümkün.

Sokağa çıkanlar üç ana gruba ayırılabilir. Boğaz köprüsünün askerlerce kapatılmasıyla Başbakan Binali Yıldırım’ ın, NTV’ den bu bir kalkışmadır her şey kontrolümüz altında açıklamasını yaptığı saate kadar (saat 23 00) olan zaman ilk bölüm olarak görülebilir. Başbakan’ın açıklaması girişimin hükümete (AKP’ ye, Erdoğan’ a) yönelik, hükümeti devirmeyi amaçlayan bir hareket olduğunu kanıtlamış oldu. Saat 23 45’ te TRT’ de silahlı kuvvetlerin yönetime el koyduğuna dair bir bildiri okundu. Başbakanın açıklamasından sonra RT Erdoğan’ ın halkı sokağa ve savaşmaya çağırdığı saate kadar olan ikinci bölüm (saat 00 25) ve Erdoğan’ ın açık çağrısından sonra 16 temmuz öğle saatlerine kadar olan bölüm. Bu bölümleme olayların seyri ve çatışmaların yoğunluğu açılarından da işlevsel. Nitekim, Başbakanın çağrısından hemen sonra internete sınırlama getirildi, facebook ve twitter engellendi. Ancak bu sınırlama ve engellemeler kısa bir süre sonra kaldırıldı. Engelleyen de, engeli kaldıran da hükümet olduğuna göre, iletişimin engellenmesinin darbecilere yarayacağı ve kitleye ulaşıp, onu yönlendirmenin güçleşeceği fark edilmiş olmalı.

Hem şiddetli çatışmaların (Özel Harekat Merkezi, Genelkurmay ve Meclis’ in bombalanması), hem de sivil ölümlerin ağırlıklı olarak bu son bölümde gerçekleştiği anlaşılıyor.

15 Temmuz gecesi sokağa çıkanlarla ilgili üç araştırma yayımlandı. AndyAr, Seta ve Konda’ nın araştırmaları. Üçünün de gösterdiği bir gerçek var. Sokağa çıkan ve çatışmalara giren sivillerin ezici çoğunluğu aktif, organik bağla AKP’ ye bağlı, çoğu parti üyesi. Bu üyelerin de demokrasi için mi, Reislerini korumak için mi sokağa çağrıldıkları belli değil.

AKP, üyesiyle sıkı bağlar kurmuş, onlarla her an iletişim kurabilen, hızla örgütleyebilen ve yönlendirebilen bir parti. Bu haliyle Türkiye’ nin en “modern” partisi. Çağdaş olduğu iddiasındaki CHP’ nin örgütlenme anlamında AKP’ den alacağı çok ders var, ama almaya niyeti olduğu dahası yöneticilerin de böylesi bir vasıf olduğu çok şüpheli.

AKP, bu örgütlü gücünü zorda kalırsa rahatlıkla paramiliter bir güce, silahlı milise çevirebileceğini de görmüş oldu.

Şu soruyu sormamız gerekiyor. Sivil ölümler engellenebilir miydi? En çok sivil ölüm Boğaz köprüsü, Saraçhane önü, Beştepe, Akıncı jet üssü önünde oldu. Bu alanlarda konuşlanan darbecilere sivillerin müdahale etmesinin psikolojik etkiden başka değeri var mıydı? RT Erdoğan, vatandaşı (kitlesini) İstanbul’ da Taksim’ e, Ankara’ da Kızılay’a da toplanmaya çağırsa daha büyük bir psikolojik etki elde edilemez miydi? Her iki alanı dolduran yüz binlerin protestosu daha güçlü olmaz mıydı?

İnsanların acılarını deşmeden, yaslarına özenimizi yitirmeden bu sorulara yanıt aramaya başlamamız gerekiyor.