Mert Özsoy ilk kitabı ‘Korku Yokuş Aşağıydı’daki öykülerini ve dilin hikâyeler üzerindeki etkisini BirGün’e anlattı

Sokağın gerçeği

Şebnem Subaşı

Anıl Mert Özsoy’un ilk öykü kitabı “Korku Yokuş Aşağıydı” Temmuz 2017’de Doğan Kitap‘tan çıktı. Özsoy’u çeşitli mecralarda yayımlanan öyküleri, gazeteci kimliği ve yaptığı röportajlarıyla tanıyoruz. Korku Yokuş Aşağıydı, dil işçiliğine oldukça önem veren, imgelerin öykülere işlendiği, gerçeğe dokunan, sokağın içinden, gündelik hayattan olan ve sokakta olup biteni tüm sertliği ve adaletsizliği ile anlatan 14 öyküden oluşuyor.

Anıl Mert Özsoy ile öykü kitabının oluşum sürecini, öyküler hakkında merak edilenleri hakkında konuştuk.

»Eve dönemeyenler kimlerdir?

Ev, anlattıklarımın ana metaforuydu. Bu metaforun yenilmek mi, kendini keşfetmek mi yahut sadece korunaklı bir yerde olma hissiyatı mı olduğunu tam olarak kestiremeden kendimi öykülerin içinde buldum. Bir süre sonra bahsettiğim tüm hallerin karşılı olduğunu hissettim. Ev korunaklı, yenilgiden sonra sığınılan, kendini gerçekleştirmek için kaçılan ilk yer oldu.

Benim eve dönemeyenlerim, bu çağın evinden edilenleriydi. Gezi’ydi. Çağına tanıklık etmiş bizlerdik.

Aklımda Nalan… Onun için “Cinselliği kapı ardına atmıyor, küfürleri ağızda birikmiyor ve kadın erkek ayrımı yapılmıyor” diyebilir miyiz ?

En temelde anlattığım karakterin yaşadığı atmosfere uygun bir dünya yaratmak istedim. Atmosfer, hikâye ve karakter bir bütün olmalıydı. Bu noktada dili kurarken herhangi bir çekinceyle ya da önyargıyla yaklaşmadım. Anlatmaya çalıştıklarıma saygı göstererek yazmaya çalıştım. Bir de tabii ki kendi hayatımda da, kadın ve erkek benim için aynı noktada. Yaratmaya ve anlatmaya çalıştığım karakterler de sokağın içinden gelmiş karakterlerdir. Ve sokaklar cinsiyet ayrımı yapmıyor... O yüzden kitaptaki karakterlerde de yok.

»Aklımda Nalan… Onun için “Cinselliği kapı ardına atmıyor, küfürleri ağızda birikmiyor ve kadın erkek ayrımı yapılmıyor” diyebilir miyiz ?
En temelde anlattığım karakterin yaşadığı atmosfere uygun bir dünya yaratmak istedim. Atmosfer, hikâye ve karakter bir bütün olmalıydı. Bu noktada dili kurarken herhangi bir çekinceyle ya da önyargıyla yaklaşmadım. Anlatmaya çalıştıklarıma saygı göstererek yazmaya çalıştım. Bir de tabii ki kendi hayatımda da, kadın ve erkek benim için aynı noktada. Yaratmaya ve anlatmaya çalıştığım karakterler de sokağın içinden gelmiş karakterlerdir. Ve sokaklar cinsiyet ayrımı yapmıyor... O yüzden kitaptaki karakterlerde de yok.

Fişlenmiş bir mahallede büyüdüm
»Edebiyat yapmak için sokağa inmiş bir eser değil, sokaktan gelip gördüklerinizi yazdığınız bir kitap diyebilir miyiz?

Edebiyat yapmak için sokağa inmiş bir eser değil, sokaktan gelip gördüklerinizi yazdığınız bir kitap diyebilir miyiz?

Benim doğup büyüdüğüm çevre, bugün varoş diye tabir edilen bir çevreydi. O yüzden ‘sokaktan gelmek’ gibi bir pozisyon belirlemedim kendime. Sokaktan çıkarılmaya çalışılan romantizmi ve popülizmi sığ bulduğumu belirtmek isterim. Çünkü sokağın gerçeğine ve adaletine inanıyorum. Sokak bir yerde hırpalıyorsa orada gerçekten bir mağduriyet ve görülmesi gereken bir durum vardır diye düşünüyorum.

Kendi yaşadığım çevre de bunda çok etkili oldu. Fişlenmiş bir mahallenin içinde büyüdüm. Herkesin çok rahat giremediği ve her şeyin çok da iyi olmadığı bir mahalleydi. O yüzden çok uzağında değildim ama şöyle bir kişisel kırılma yaşamış olabilirim. Benden önceki kuşakla benim aramda bir eğitim farkı vardır. Bu eğitim farkı beni bir adım öteye götürmedi fakat yeni bir çevre edindirdi, zenginleştirdi. Geldiğim noktayla şimdi içerisinde bulunduğum nokta arasındaki etkileşimi daha hızlı görmeme sebep olan bir hal ortaya çıktı. Bu noktada ‘sokaktan gelmek’ tabirinden daha ziyade ilk gözümü açtığım yer sokaklardı ve anlattıklarım asfalta yakındı demeyi daha doğru buluyorum.

»Çağına karşı sorumluluğu olan bir yazar diyebilir miyiz size?

Düşünmeye sorgulamaya başladığım ilk günlerden beri Marksistim. Anlattığım, anlatmak istediğim, dert edindiğim nokta da her zaman ezen-ezilen çelişkisi üzerine kurulu. Bu noktada edebiyatın da biraz evvel bahsettiğim hakikatin peşinde koştuğuna inanıyorum. Edebiyatın bu sınıfsal çelişkiyi daha görünür kılacağına, toplumlarda bir kıvılcım yarattığına dair mutlak bir inancım var.

Sorumluluk meselesine gelirsek; yaşadığım coğrafyaya, çağıma karşı bir sorumluluğum var.

“Ankara devlet simgesi, İstanbul ise devletin yıkıldığı şehirdir”

sokagin-gercegi-505688-1.

Öykülerim Ankara ve İstanbul arasında
»Ankara ve İstanbul’u mesken edinmiş öyküler. Sizin için iz bırakan şehirler mi buralar?
Babam emekli polis, ilk görev yeri Ankara’ydı. Ve biz hep Ankara hikâyeleri ile büyüdük. Bunun etkisi var aslında. Ankara bende bir devlet simgesidir. Onun dışında iyi şairlerin sokaklarında dolaştığı bir şehirdir. İstanbul ise bunun tam tersi, sokağın çok daha canlı olduğu ve devletin yıkıldığı bir şehirdir. Kişisel hikayem de tam olarak buna tekabül eder. Dolayısıyla öykülerinde atmosferi bu iki şehir arasında gidip geldi.

»Birbirine selam veren öyküleriniz var. Mesela Ethem Sarısülük ve Gezi...
Gezi’nin bir kazanım olduğu aşikar ama psikolojik olarak o yükü taşıyamadık sanki. Öznel konuşacak olursam Gezi beni döven bir şey oldu zaman getikçe. Gezi’nin hemen akabininde Berkin Elvan’ın annesinin yuhalanması, Ali İsmail’in katledilmesi hep boğazımda bir yumru olarak duruyor.

Birçok şey oldu memlekette, kabul. Her şeye alışacağız belki ama 15 yaşındaki Berkin Elvan’ın 16 kiloya düşmüşken toprağa verilmesi hayatım boyunca unutamayacak olduğum bir faşizm olarak zihnimde yer edecek.
Gezi’yi bu bağlamda çok önemsedim ve öykülerimde işlemeden geçemedim.

»“İyi Hal” öykünde; Vakit ağarmış saçlarına bulaşmıştı, içinde yeni bir dünya doğmuştu”diyorsunuz. Bu sizin tarzın mı?
Bu söyleyiş biçimi üzerinde çok çalışmam gerektiğini bildiğim üslubum. Bir durumu ilk akla gelen şekliyle anlatmak yerine dilin imkânlarıyla yeni bir halde söylemeye çalışıyorum. Çünkü edebiyat böyle bir şey: Yeni bir dil yaratmaya çalışmak, dilin keşfedilmemiş alanlarını keşfetmek...

>> Öykülerde sokağın sert dili hakim. Bu sizin kendi kavganızın yansıması mı?

Benim mücadelemin yansıması. Bu coğrafyada, bodrum katlarda çocukları katlettiler. İnsanların cenazeleri sokaklardan alınamadı. Böylesi zamanların elbette ki sanata yansıması oluyor ve bendeki karşılığı üslup olarak kendini gösterdi. Sert dil, yer yer insanların tepkisini çekebilecek bir argo... Bunlar benim kendi gerçekliğim. Bu ruh halinden kaçamazdım. Edebiyat bir direnme biçimi ve bu noktada konformist olmak yerine daha ideolojik bir çerçevede görmek istedim.

»Yeni çalışmalarınız neler?
Bu ay, Can Çocuk Yayınları’ndan Yeniden Deniz Olmak adında bir çocuk kitabım çıkacak. Onun dışında naçizane öykü yazmaya devam ediyorum. Bir de arabesk kavramının sanat üzerindeki etkisini incelemek istediğim bir çalışma üzerine yoğunlaştım. İki ayaklı bir çalışma olacak.