Son bir haftadır siyasette “sokak gündemi” var. Erdoğan, “Sokaklara döküleceklermiş, ya siz 15 Temmuz’u görmediniz mi? Cumhur İttifakı sizi gideceğiniz yere kadar süpürecektir” deyip muhalefete yüklenince herkesin aklına aynı soru geldi: “Nereden çıktı şimdi bu?” Öyle ya düzen muhalefetinin sokak çağrısı falan yaptığı yoktu. CHP, Mersin’de gerçekleştirdiği mitingin arkasını dahi getirmemişti. Akşener esnaf dolaşmanın ötesine geçmiyordu. Millet İttifakı’nın diğer bileşenleri de sokağı ön plana çıkaran bir siyaset izlemiyordu. Bu durumda Erdoğan’ın çıkışı ya aşina olduğumuz İslamcı-popülist söylemin bir yansımasıydı ya da yeni bir “oyun” tezgâhlanıyordu.


Düzen muhalefeti, Erdoğan’ın sözlerine cevap vermeyebilir, ekonomik krizin derinleştiği şu konjonktürde sahada vites yükseltebilirdi. Ancak bunun yerine ne yaptı ne etti, “büyük oyunu” bir kez daha görmeyi başardı! Başta CHP olmak üzere Millet İttifakı’nın temsilcileri “sokak” ile işlerinin olmadığını, sandığı beklediklerini açıklama gereği duydular. CHP lideri, “Beyefendi bizim sokağa çıkmamızı istiyor anlaşılan, çıkmayacağız. Zorlayacak, çıkmayacağız, baskı kuracak çıkmayacağız, ama gereğini sandıkta yapacağız” dahi dedi.

Düzen muhalefetine göre Erdoğan’ın taktiği boşa düşmüş, “oyun bozulmuştu.” “Kutuplaşma silahı” iktidarın elinden alınmıştı. Herkes gönül rahatlığıyla seçimi bekleyebilirdi. Hâlbuki kendileri görmek istemese de, tam aksi bir tablo ortaya çıktı. İlk seçimde iktidara geleceğini söyleyen Millet İttifakı, en temel anayasal hak söz konusu olduğunda müzmin mağlup psikolojiyle hareket ederek AKP- MHP’nin değirmenine su taşıyıverdi. Bugün sokağı öcüleştirmenin yarın başka siyasal ifade alanlarını yitirmek olduğunu görmek istemedi. Nitekim tam tartışma kapandı derken geçtiğimiz cumartesi Devlet Bahçeli sahne aldı ve muhalefete gözdağı listesine adını yazdırdı: “CHP Genel Başkanı sanki bağ bağışlar gibi ‘sokağa çıkmayacağız’ diyor… Sokağa dökülseniz ne yazar, dökülmeseniz ne çıkar?” Bahçeli için değişen pek bir şey yoktu, ne de olsa kendisi benzer sözleri bundan yaklaşık 1,5 yıl önce de sarf etmişti.

GİDİŞATI GÖRÜYORLAR

Erdoğan’a malum çıkışı yaptırtan ise ülkenin dört bir yanından gelen şikâyetlerdi. AKP Genel Başkanı, epey bir aradan sonra partisinin vekilleriyle grup halinde görüşmeler yapmaya başladı. Bu görüşmelerde milletvekilleri -kısık sesle de olsa- tabandaki rahatsızlığı anlatıyor. Çiftçinin, esnafın geçinemediğini, Saray’ın anlattığı “başarı öyküsünün” seçmende bir karşılığı olmadığını ima ediyor. Bunlar, başka saha gözlemleri ve anket sonuçlarıyla da birleşiyor. Saray her ne kadar görmezden geliyormuş gibi davransa da gidişatın kendisi için pek de hayra alamet olmadığını fark ediyor. İktidarı erken seçime zorlayacak bir toplumsal muhalefet dalgasına karşı “ön alma” çabası da bundan. Sokağı “provokasyon” ve “şiddet” ile eş tutarak hem düzen muhalefetinin başına gelmesi muhtemel işlere (bkz. İBB kuşatması) karşı onu hareketsiz kılmaya çalışıyor hem de toplumsal muhalefeti yalnızlaştırmak istiyor.

Bu iktidar için “akıllıca” bir taktik olabilir. Asıl sorun düzen muhalefetinin sokağa iktidarın merceğinden bakmasında yatıyor. Başkanlık referandumunda “hayır’ın” sesini yükseltenin sokak olduğunu, Adalet Yürüyüşü’nün aslında sokağın gücü olduğunu, İstanbul’un 2’nci kez kazanılmasında sokağın başat rol oynadığını CHP’nin bilmemesi ihtimal dahilinde değil. Ancak CHP yöneticileri, toplumsal muhalefetin “pişmiş aşa su katacağı” korkusunu yaşıyor. Kontrol edemeyeceklerini düşündükleri bir kolektif gücün ortaya çıkmasından endişe duyuyorlar. Ortada henüz “pişmiş bir aş” olmadığını, devletleşmiş bir iktidar mevcutken toplumsal muhalefete rağmen siyasi başarı kazanmanın bir hayal olduğunu görmek istemiyorlar.

SOKAK VE SANDIK

Halbuki kamusal mekânlarda kolektif barışçıl eylem anlamında sokak, sandığın “ötekisi” değildir. Sokak ve sandık bir bütündür. Hak arayışları, talepler, kolektif tecrübe sokakta mayalanır, sokakta siyasete yön verir, partilerin tutumlarını ve vaatlerini etkiler. Kurumlar iktidar tarafından teslim alınmışsa, paramiliter güçler yedekte bekliyorsa; seçimde yurttaşın oyunun korunmasında, seçim başarılarının tasdik edilmesinde toplumsal muhalefet bir sigortadır.
Muhalif kitleler bir yerden talimatla, emirle kamusal mekanlara akmaz, Türkiye’de düzen partilerinin hiçbiri kitleleri “sokağa dökecek bir kapasiteye” sahip değildir. Bu sokakların halihazırda cansız, sessiz, tepkisiz olduğu manasına gelmez. “Geçinemiyoruz” diyenler, “Zamları geri alın” diye haykıranlar, iş bırakan emekçiler; doğasına, geleceğine sahip çıkanlar zaten sokaktalar. Türkiye’de emekten, eşitlikten, adaletten yana bir düzen kurulacaksa bu ancak sokağın sesine kulak verenler tarafından kurulabilir. Memlekete Sol lazım derken kastettiğimiz de budur.