‘Sokaktan gelen değişim, sandıktan gelen diktatörlükten uzun sürer’

MELTEM YILMAZ

Şili’deki referandum deneyimi üzerine çekilen “No” filmine konu olan ‘NO: Hayır’ın Öyküsü’ adlı Kitabın yazarı Başak Tan’la Şili ve Türkiye’de yaşananları, sandığı ve ötesini konuştuk

» Şili’deki “Hayır” kampanyası, Türkiye’de de son zamanlarda en çok tartışılan kampanya. Sizi bu kitabı yazmaya iten nedenler nelerdi? Türkiye’nin içinde bulunduğu bu evet-hayır atmosferi mi?
Şili’deki “Hayır” kampanyasını anlatan No filmi, önceki genel seçimlerde olduğu gibi yeniden gündeme gelmişti. Filmi izleyip ilham alan, birbirine öneren insanlar beni fikirlerimi yazmaya itti galiba. Konuşmalara, tartışmalara şahit oldukça sandıktan “Hayır” çıksa da sokaklarda “Evet” hâkim olmaya devam edecek gibi geliyor bazen. Barışmaktan, şimdiye dek yaşananları karşılıklı olarak onarmaktan çok zafer ve ötekine gününü gösterme hırsı yalnızca iktidar destekçilerinde yok ve bu rahatsız edici.

sokaktan-gelen-degisim-sandiktan-gelen-diktatorlukten-uzun-surer-270666-1.

» Kitabınızda filmden ziyade Şili’deki hayır kampanyasına yer veriyorsunuz. Kampanyanın öne çıkan özellikleri ve başarısının sırrı nedir?
Hayır diyen kampanya filmlerinde neşe ve huzur vardı. “Her şey yolunda, bir sorun yok” mesajı veren görüntülerle müspet bir gelecek çizdiler. Gökkuşağını biliyorsunuz zaten; herkesi, bütün renkleri kapsadılar. Başarısının yalnızca kampanya yürütücüleriyle alakası yoktu ama. Pinochet, hem iç hem dış siyasette meşruiyetini kaybettiği için plebisiti önerdi. Bir ay boyunca televizyon kanallarında muhaliflerin hayır kampanyasına yer vermekle kalmadı. Seçim günü sıkıyönetim kaldırılmıştı, oylar muhaliflerle birlikte sayıldı, yabancı gözlemcilerin oy sayım merkezlerinde bulunmasına izin verildi. Bunlar şaibeli netice beklenen bir seçimde muhaliflerin kazanmasında önemli noktalar. Başarıda sadece kampanyanın değil, koşulların da etkisi var.

» Bu kitabı yazarken Şili’deki süreç hakkında ayrıntılı bir araştırma yapmış olmalısınız. Şili’deki referandum sürecinin Türkiye ile ne gibi benzerlikleri olduğunu gördünüz?
Ben 34 yaşındayım ve birçok hükümet gördüm. Kurulduğu gibi lağvedilen ya da birkaç yıl değişmeyen hükümetler. Bugün 20 yaşında olan birinin gördüğü ise yalnızca tek bir iktidar. Her şeyi onunla gördü, sevmese de onun varlığında yaşamayı öğrendi ve ona alıştı yeni kuşak, başka türlüsünü bilmiyor. Şili’de de böyleydi. Bu, artık oy kullanma hakkı olan yeni kuşaklar için karamsarlığı, kararsızlığı pekiştiriyor. Yani burada da Şili’de olduğu gibi “Televizyonlarda tek bir adam var.” En büyük ve önemli ortak özellik bu bence. Neoliberal politikaların neticesi olan kriz, baskı ortamı aslında biraz tali kalıyor zaten her iktidarda olabileceği için.

sokaktan-gelen-degisim-sandiktan-gelen-diktatorlukten-uzun-surer-270667-1.

» Türkiye’de Şili’deki gibi bir kampanya tutar mıydı size göre?
Benim memleketimin kültürü çok farklı. Adaptasyonu olabilirdi, -Şilili reklamcı- Ferrada’yı da bunu merak ettikleri için getirdiler. Biliyorsunuz, “Hayır neyi öneriyor, ben anlamadım.” dedi ve gitti. Adam haklı. Buna hayır diyorsun ama peki neye evet dediğin için buna hayır diyorsun? Kendi tek adamına mı? Sokaklarda insanlar bunu bir referandum değil, genel seçimmiş gibi düşünüyor. Adamın biri bana diyor ki “bu giderse kim gelecek?” Sakin ol, kimsenin gittiği yok, genel seçim değil bu diye yatıştırmaya çalışıyorum mesela. “Ben Recep Tayyip Erdoğan’a hayır demiyorum, tek adama hayır diyorum; muhaliflerden biri cumhurbaşkanı olup böyle bir paketle referanduma gitmeye karar verseydi, ona da hayır derdim” diyorum. Orada yavaş yavaş bir anlaşma başlıyor. En azından taşlar, o ikili konuşmada yerleşmesi gereken deliklere doğru yuvarlanıyor. Bir başkası ise şimdinin iktidarını istemiyor ama nedeni dikta karşıtı olması değil, başka diktatör istemesi. Onu koruyup diğerlerini, yani tehlikeyi ortadan kaldıracak olan başka bir diktatör.

» Sizce Türkiye’de nasıl bir kampanya yapılsa daha çok insana ulaşır ve başarı kazanır? Şu ana kadar yürütülen kampanyaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Anadille, inanç özgürlükleriyle, yaşam alanlarımızla ilgili samimi vaatleri olan, sosyal ve ekonomik açıdan adil bir yapılanma umudu veren türde bir kampanya gerçekten başarılı olabilir. Başarı da çektiğimiz yerine göre değişebiliyor tabii. Şu an “evet” ayağa düştü, “evet” çok ucuz, öyle ki “evet” demeyeni hakikaten de dövüyorlar. “Hayır” öyle mi ya? “Hayır” demek ve bunu yaymaya çalışmak, bu baskı ve korku ortamında sadece özgürlüğünüze, itibarınıza değil, canınıza mal olabilecek kadar pahalı. Buna rağmen genç insanlar vapur çıkışlarında bildiri dağıtıyorlar, yüzlerce sanatçı bir araya geliyor. Akademisyeninden öğrencisine, işvereninden işçisine bir seferberlik var, herkes canını dişine takmış, bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bence bu zaten umut verici bir başarı, sonrası için.

» “Hayır” gibi olumsuz bir çağrının olumlu etki yapması nasıl mümkün olabilir?
Ben savaşa hayır diyorsam, barışa evet demiş olurum. Hayata, yaşam hakkına, huzurlu bir dünyaya evet demiş olurum. Hayır dediğim şeyin zıttı önemli. Az önce dediğim gibi, “Bugünün tek adamına hayır” deyince diktatörlüğe hayır demiş olmuyorum, çünkü bugünün tek adamının zıddı olan muhalifler var. Bu noktada hayır sözcüğünü olumlamak için neye evet dediğimi kurduğum cümlelerle belirtmem gerekir. Bütün tek adamlara hayır, hepimize evet demiş olmak için.

» Kitabınızda sadece Şili’deki süreç ya da hayır kampanyası anlatılmıyor. Dünya çapında gerçekleşen büyük karşı çıkışlara da yer veriliyor. Neden konuyu bu şekilde genişletmek istediniz? Sizce hayır diyenler dünyanın her yerinde ortak özelliklere mi sahip?
Bu şekilde genişletmek istedim çünkü “nihai kurtuluş” gerçek bir ütopya. Biz insanlar var oldukça, yeryüzünde iyiler ve kötüler her zaman var olacak. Biz iyilerden olmayı seçeceğiz ve iyiler tırnaklarındaki “oy vermiştir” mürekkebiyle yetinmeyecek. İsyanlar, sokaktaki dehşetli gürültü, dünyanın bir ucundaki savaşlardan bahsedip duran sıkıcı iş arkadaşları bayılacağımız değişimlerin nedeni olacak her zaman. Pinochet, plebisitten sonra ömür boyu senatörlük hakkını kendi kendine tanıyarak uzun yıllar görevde kalmaya devam etti. Yani o filmler, mutlak kurtuluşu getirmedi. Diğer yandan diktatörlükler, çok daha büyük gürültülerle kendi duvarlarına toslayarak yok oldular. Sokaktan gelen değişim, sandıktan gelen diktatörlükten daha uzun sürer.