AB’ye üyelik müzakereleriyle ‘demokratikleşme’ yalanı AKP’nin ilk yıllarında sol liberal kesimlerden destek aldı. Özellikle Ergenekon davası sol içinde ciddi bir ayrışmaya neden oldu. O süreçte yaşanan tartışmalar bugünü belirledi.

Sol ne yaptı-2: Demokrasi illüzyonu
Ergenekon davası görülürken sanıklara destek olamak için davayı izleyenlere polis oldukça sert müdahale etmişti. (Foto: Depo)

BirGün Politika Kolektifi

AKP iktidarının ilk dönemlerinde yarattığı illüzyonda en etkili unsur “demokratikleşme hamleleri”ydi. Dış siyasette AB ile iç siyasette ise sol liberal çevreler ile kurulan yakın ilişkiler ve atılan adımlar AKP’den demokrasi uman sol çevrelerde karşılık buldu ve AKP’nin ülkeyi demokratikleştireceğine dair yanılgıyı pekiştirdi. AB ile 2005 yılında başlayan tam üyelik müzakereleri başta Birikim çevresi olmak üzere solun belirli kesimlerinde destek buldu. Ancak solun genel AB üyeliğine mesafeliydi.

Demokratik açılım süreci de bu illüzyonu sürdürdü. Özellikle sol liberal kesim Dolmabahçe kahvaltılarında kendisine yer buldu.

Türban serbestliğini kıyafet özgürlüğü olarak gören kimi sol çevreler AKP’ye desteğini verirken türbanı bir siyasi simge olarak niteleyen sol çevreler AKP’nin karşısında durmayı sürdürdü.

Sol içerisindeki önemli ayrışma ise Ergenekon davalarında yaşandı. Bazı sol çevreler Ergenekon davalarını derin devletle hesaplaşma olarak niteleyip başından sonuna kadar destekledi. Çoğu sol-sosyalist grup ise bu davaları AKP’nin otoriter bir rejim kurmasına yönelik adımlar olarak gördü.

Genel olarak solda AKP’nin bu “demokratikleşme hamleleri” karşısında yaşanan ideolojik ve politik ayrışma iktidarın daha otoriter bir rejim kurmasına engel olunamamasında önemli bir etken oldu. Birikim dergisi çevresindekilerin AKP’nin ülkeyi demokratikleştireceğine dair söylemleri AKP’nin hegemonyasını inşa etmesinde önemli bir zemin oluşturdu.

 Erdoğan, AKP Kongresinde Demokratik Açılımdan bahsederken... Erdoğan, AKP Kongresinde Demokratik Açılımdan bahsederken...

Avrupa Birliği

Kürt Hareketi-DEHAP

Türkiye solu içinde AB’ye karşı en olumlu yaklaşan grubun Kürt Hareketi olduğunu söyleyebiliriz. Kürt Hareketi’nin AB’ye görece olumlu yaklaşmasının başlıca sebebi ise serbest dolaşım ve iktisadi kalkınmadan ziyade AB üyeliğinin insan hakları, özgürlüklere ve demokratik gelişmeye katkı yapacağı, azınlık haklarının tanınmasına, baskı ve şiddetin son bulmasına aracı olacağı inancıdır. Kürt Hareketi demokratik taleplerde tıkanan Türkiye siyasetinin hiç olmazsa Kopenhag Kriterlerini kendisine rehber ederek çözüm bulabileceği kanaatine sahiptir. Öyle ki AB Komisyonu’nun o dönem Genişlemeden Sorumlu Komiseri Günter Verheugen 2004 yılındaki Diyarbakır ziyaretinde Türkçe, Kürtçe ve İngilizce olarak “Vatandaş Verheugen, genişletilmiş Avrupa’ya hoş geldin!” yazılı bez pankartlarla karşılanmıştı. Türkiye ile AB arasında 3 Ekim 2005’te başlayacak müzakere tarihinden bir gün önce Diyarbakır’da DEHAP ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla, "Kürt sorununa demokratik çözüm, AB'ye evet' adıyla bir miting dahi yapmayı planlamıştı. Yine bu dönemde Öcalan’ın “Mezarımda üç bayrak yan yana olabilir: Üniter bayrak, AB bayrağı ve demokrasiyi sembolize eden konfederalizm bayrağı” sözlerini hatırlatırsak o günkü konjonktürü daha iyi anlayabiliriz. Dolayısıyla Kürt Hareketi’nin Kürt sorununa demokratik çözümü Türkiye’nin AB süreciyle ilişkilendirdiğini vurgulayabiliriz.

TKP

Türkiye solu içinde Avrupa Birliği’ne karşı en net ve sekter gruplardan birisinin TKP olduğunu söyleyebiliriz. TKP, AB üyelik sürecinin başladığı ilk dönemlerden itibaren gerek eylemleriyle gerek açıklamalarıyla bu tutumu sürdürmüştür. TKP’ye göre AB üyelik süreci ile Türkiye’nin sömürgeleştirilmesi amaçlanmaktadır. Türkiye'nin dünya kapitalizmine bağımlılık zincirine yeni ve güçlü bir halka olarak eklenen AB sürecine karşı çıkmak, TKP için ilkesel bir tutumdur. TKP AB uyum sürecinin Türkiye’nin gündemini belirlediği 2005 yılında Kadıköy'de TKP “Avrupa Birliği'ne Karşı Yurtsever Cephe'de Birleş” mitingi düzenlemişti. 2006’da ise TKP’nin öncülüğünde kurulan Emperyalizme Karşı Yurtsever Cephe Yurtseverler Kurultayı gerçekleştirmişti. Buna göre AB’nin halkımızın önüne bir “refah, uygarlık ve demokrasi” projesi olarak konularak, ülkemizin bağımlılığının pekiştirilmesine ve egemenliğin emperyalistlere bütünüyle devredilmesine izin verilmeyeceğini ilan etmişti.

TKP’nin Avrupa Birliği'ne Karşı Yurtsever Cephe'de Birleş” mitingi...TKP’nin Avrupa Birliği'ne Karşı Yurtsever Cephe'de Birleş” mitingi...

Perinçek Çevresi-İşçi Partisi

İşçi Partisi’ne göre “Türkiye, AB kapısında çarmıha gerilmiştir ve denetim altına alınmıştır”. AB’nin dayattığı program, “Türk ordusunun Kıbrıs’tan atılması, Ege’nin Türkiye’ye kapatılması, Kuzey Irak’taki kukla devletin resmileştirilmesi, Diyarbakır beyliği kurulması, sözde “Ermeni soykırımı”nın kabul edilmesi, İstanbul’un Bizanslaştırılması ve Patriğin milletlerarası yetkilerle donatılarak ekümenik yapılması gibi kapsamlı bir programdır”. İP’ye göre AB kapısında Türk milleti dinini değiştirmeye zorlanıyor ve AB İstanbul’u Bizanslaştırmak istiyordu. Türkiye, ABD tarafından AB kapısına bağlanmış ve denetim altına alınmıştı. İP’ye göre AB’ye bütün giriş seçenekleri Türk millî devletini ortadan kaldırdığı için “şerefsiz girişi” temsil etmekteydi. MHP, AKP ve Saadet Partisi dahil, bütün partiler, Abdullah Öcalan’ın PKK’siyle aynı programı savunuyor ve AB’ye girmekten yanayken yalnızca İşçi Partisi, AB aday üyeliğinden çekilmeyi savunuyordu.

CHP

AB Sürecine ilişkin CHP içinde fikir ayrılıkları yaşanmıştır. 2002-2005 arası CHP’nin genel olarak destekleyici konumda yer aldığını söyleyebiliriz. Baykal’ın 2003’te “Türkiye’nin AB’ye alınması tarihi bir karar olacaktır” açıklaması ve CHP'nin “İdam cezasının kaldırılması” ve “MGK Genel Sekreterinin sivil olmasını” bunları doğrular niteliktedir. Ancak bu dönem Baykal çeşitli çevrelerce “AB’ye giriş sürecini AKP’ye kaptırmak istememek” ile suçlanmıştı. Baykal AB müzakerelerinin ucunun açık olmasının onur kırıcı olduğunu belirtmiş ve 2005’te başlayan tam üyelik müzakereleri konusunda “Zorla sevinemem” diyerek olumsuz baktığını ifade etmişti. Bu açıklama parti içi görüş ayrılıkları çıkarmış, İstanbul Milletvekili Damla Gürel, Baykal’ın açıklaması ile ilgili AB sürecinin partiler üstü olduğunu ve Türkiye için önemli bir adım olduğunu söylemiştir. CHP, AKP'yi AB konusunda temel gereklilikleri yerine getirmemekle suçlamış ve AB müzakerelerinden önce Türkiye’nin laik sosyal hukuk cumhuriyeti olduğunu kabul etmesi gerektiğini vurgulamıştır. 2010’da “AB'nin çifte standart uyguladığını, sözünü tutmadığını, Ada'nın güneyini anlaşmalara aykırı şekilde birliğe aldığını, bu çifte standardın kabul edilemez olduğunu” savunan Kılıçdaroğlu, hükümeti de özellikle Kıbrıs konusunda yanlış adımlar atmakla suçlamıştı.

ÖDP

AB eksenindeki saflaşma dönemin eski devlet yapısını savunma temelindeki milliyetçilikle, AB’ye eklemlenme sürecini Türkiye’nin demokratikleşmesinin dolayısıyla da eski otoriter yapının aşılmasının bir manivelası olarak gören liberal yaklaşım soldaki bölünmenin iki yanlış ucu olarak öne çıktı. ÖDP için de sonrasında da sürecek ayrışmanın başlangıç noktalarından birisi de AB konusundaki tavır meselesiydi. ÖDP içinde sonrasında “yetmez ama evetçiliğe” uzanacak olan çizginin sahipleri bu sürecin ülkenin demokratikleştirilmesine vesile olacağını yönelik liberal bir yaklaşımla AB’den yana bir tutum içinde oldu. ÖDP’nin ana gövdesini oluşturan siyaset ise AB eliyle Türkiye’nin demokratikleşeceği üzerinden bir yaklaşımla AKP’nin ülkeyi dönüştürme siyasetine de bir destek anlamına gelecek siyaset karşısında, AB’ye katılım sürecinin emekçiler için bir mücadele sürecine dönüştürülmesini savundu. Bu siyasetin ana doğrultusu ise muhalefetin AKP’ye doğrudan ve dolaylı destek anlamına gelecek politikalar karşısında tavır almayı ön plana almasıydı.

EMEP

EMEP’e göre AB, Avrupa’nın büyük kapitalist ülkelerinin birliği olarak kurulmuş, tekellerin ve tekelci burjuvazinin çıkarlarını savunan, bugün de onlar tarafından yönetilen gerici bir birliktir. Türkiye’nin AB’ye girmesi, bu gerici birliği daha da güçlendirecektir. Türkiye’nin AB’ye girmesi, Türkiye’deki emperyalizm işbirlikçilerinin işine gelir ve onların sorunlarını “çözmelerine” dayanak oluşturur. EMEP, Türkiye’nin toplumsal ilerlemeden yana olan güçlerinin AB’den demokrasi, barış, insan hakları ithal edilmesini beklemelerini eleştirir. “Demokratik açılım” için tek çıkar yol olarak Avrupa Birliği’nin öne sürülmesini kabul etmemiş, bunun yerine Türkiye’deki toplumsal sınıf ve tabakaların mücadelesinin önemini vurgulamıştır. EMEP’e göre AB, Türk ve Kürt her milliyetten Türkiye halkının gerçek bir demokrasi ve özgürlük talebini karşılamaktan uzaktır. Sermaye adına iktidara gelen liberal dincilerin “AB normlarına uygun” ama öz itibariyle antidemokratik bir yönetimi devam ettirme azminde” olduğunu belirtmişti.

Türban Sorunu

TKP

Üniversitelerde türbanın tartışıldığı 90’lı yıllarda sol içinde en dikkat çekici çıkışlardan birisi SİP’ten gelmişti. SİP’li öğrenciler üniversitelerde “karanlığa karşı aydınlanma forumları” düzenlerken çalışmalarının doruk noktası Türban Neyi Örtüyor? broşürüydü. Buna göre türban bir cihat üniformasıydı, cihatçıların üniversite kapılarında yaptıklarını özgürlük mücadelesi olarak görmek ihanetti. Türbanın geniş bir coğrafyada “Amerikancılığı” örttüğünü söyledi. 2008’de TKP aynı tutumu sürdürmüş AKP ve MHP’nin türbanın üniversitelere girebilmesini öngören anayasa değişikliğini protesto etmiş, “ABD türbanı takmayacağız”, “Tayyip’in türbanı ABD bayrağı”, “Üniversitede türbana geçit yok; liboşa, yobaza bırakmayız”, “Karanlığa, türbana, şeriata geçit yok” sloganları atmışlardı. Eylemde türbanın sadece siyasi bir simge olmadığı karşı devrimci, dinci, gerici, çevrelerin bayrağı haline getirildiğini belirtmişti. 2019’da ise yerel seçimlerde TKP türbanlı bir aday göstermiş, gelen eleştirilere yanıt olarak komünist bir işçi olduğu için aday gösterildiğini vurgulamıştı.

TKP’nin “Türban Neyi Örtüyor” Kitapçığı...TKP’nin “Türban Neyi Örtüyor” Kitapçığı...

Kürt Hareketi-BDP

Kürt hareketi kamusal alanda türban yasağına karşıdır. Kürt Hareketinin temsilcileri türbanı bir inanç özgürlüğü olarak gördüklerini belirtirken aksi bir durumu- türbanın eğitim önünde engel teşkil etmesini- hak ihlali olarak adlandırır. BDP, türban konusunun siyasi bir malzeme haline gelmesinden rahatsızdı. 2011 yılında İstanbul milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in başvurusu aracılığıyla Meclis’e türban ile girmenin serbest olması adına içtüzük değişikliği için önerge vermiş, ancak Meclis Anayasa Komisyonu tarafından hazırlanan İç Tüzük Değişikliği Kanun Teklifi komisyon tarafından geri çekilmişti. BDP Milletvekili Pervin Buldan açıklamasında Türkiye’de türban sorununun çözümü için, inanç özgürlüğünün sağlanması için bir yol açmaya çalıştıklarını belirtmiş, gerekçeyi "Bu değişiklik ile toplumsal ve sosyal adaletsizliğin giderilmesi, dini inancı gereği başını örtme mecburiyeti hisseden ve böyle inanan kadınlara din ve vicdan özgürlüğü çerçevesinde imkân tanınması amaçlanmıştır. Kravat takma mecburiyeti ise günümüz dünyasında tek tipçi ve toplumu yukarıdan aşağıya, insanların kılık kıyafetine göre dizayn etme anlayışının ürünüdür. Bu mecburiyetin kaldırılması da yine kişi hak ve özgürlüklerinin genişletilmesi için zorunludur" şeklinde yapmıştı.

ÖDP

ÖDP AKP’nin üniversitelerde polis karakolları kurarak fişleme ve gözaltı uygulamalarıyla üniversite gençliğini baskı altına aldığı koşullarda türbanı serbest hale getiren uygulamanın ‘özgürlük açılımı’ söylemleriyle meşrulaştırılmasını eleştirmişti. ÖDP’ye göre AKP türbanı bir mağduriyet olarak sunarak siyasi rant devşiriyor ve toplumu kendi İslamcı ideolojisiyle yeniden inşa etmeye çalışıyordu. ÖDP türban serbestisini o dönemdeki muhafazakâr baskının ve İslamcı toplum projesinin bir simgesi olarak görmekteydi. AKP’nin toplum ve üniversite gençliği üzerinde inşa etmeye başladığı denetim mekanizması ve “mahalle baskısı”nı, üniversiteleri neoliberal koşulların gerektirdiği gibi piyasalaştırmasını görmezden gelip yalnızca türban serbestisine odaklanmak AKP’nin kurmaya çalıştığı muhafazakar otoriter ve neoliberal düzene katkı sağlamaktan başka bir şeye yaramıyordu.

EMEP

EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel 2008’de türban tartışmasıyla ilgili açıklamada “kılık-kıyafetin başta eğitim olmak üzere, kişinin kamusal haklarını kullanmasında engel haline getirilmesinde, iktidar ve muhalefet güçleri başta olmak üzere devletin marazalı laiklik anlayışının sorumlu” olduğunu söylemişti. Milletvekillerinin meclise başörtülü girmesi için tüzük değişiklik tartışmalarının olduğu 2013’te Tüzel halkın seçilmiş temsilcileri olarak herhangi bir kılık kıyafet sınırlamasına tabi olmaksızın özgürce siyasi faaliyetlerini yürütebilmesi gerektiğini, tüm insanlar gibi milletvekillerinin de siyasi düşünceleri, inançları, cinsel tercihleri, yaşam felsefeleri nedeniyle ayrımcılığa uğramaması gerektiğini belirtmişti. Bunun yanında Tüzel, ülkede din ve inanç alanının siyasi tahakküm ve yönetim baskısına dönüştüğünü, kutuplaşmanın nesnesi yapıldığını, dini gerekçelerle başörtüsü takmanın kadını özgürleştiren değil, eşit ve özgür insanlar olmasını kısıtlayan bir nedensellik olduğunu belirtiyordu.

CHP

CHP türban yasasının kaldırılmasına yönelik muhalif bir tutum sergilemiş ancak çoğu zaman meselenin türban olmadığını ve AKP'nin türbanı laiklik olgusunu zedelemek için kullandığını öne sürmüştür. 2006’yılında kadın diplomatlar ve diplomat eşleri; CHP'li kadınlar ile bu konuyu görüşmüş CHP'li Oya Araslı "Türban ve başörtüsünün farklı olduğu" konusunda beyanda bulunurken. Nedret Öymen ise “Bazı mahallelerde başörtüsü takmayana baskı yapılıyor, kamuda ise başörtüsü takanların meslek edinmesi engelleniyor.” Diyerek kadınlar üzerindeki toplumsal baskının her yerde olduğu vurgusunda bulunmuştur.

28 Şubat sürecinde “ikna odaları” ile gündeme gelmiş olan Nur Serter’in 2007’de CHP'den vekil oluşuyla birlikte AKP'nin baskısı artmıştır. Bu dönem CHP, başta Baykal olmak üzere “başörtüsü ve türbanın farklı şeyler olduğuna” dair pek çok beyanda bulunmuştu.

2008’de Baykal, anayasa değişikliği meclisten geçtikten sonra; “Tartışmaların konuyu ilk olduğu yerden herkesin soru işaretleri olduğu bir noktaya gelmesini olumlu buluyorum” demiş, CHP’lilerin çoğu değişikliğe karşı çıkmış, CHP yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştu. CHP Genel Sekreteri Önder Sav, kararı “Anayasa'ya karşı hile yolu kullanılarak gerçekleştirilmiş bir tasarruf” olarak değerlendirmiştir.

Perinçek Çevresi-İşçi Partisi

Perinçek çevresi açısından türban haçlı siyasetin simgesidir. “ABD emperyalizminin modaları bir kısım kadınlarımıza göbek açtırtırken, bir kısım kadınlarımızın başını da türbanla bağlamaktadır. Her ikisi de kadının cinselliğini vurgulamakta, kadını toplumun önüne bir cinsel nesne olarak çıkartmaktadır. Cumhuriyet kadını, erkekle eşit, iş ve güç sahibi, kendine güvenen, dürüst ve onurlu kimliğine uygun bir giyim ve kuşam içinde olacaktır. Kadınlarımızı bizim geleneğimizde olmayan, Hıristiyan rahibe kıyafetleriyle boğmak, neresinden baksanız, Türkiye’ye karşı karanlık bir fesadın, kanlı bir nifağın uygulamalarıdır…ABD haçlısı, Türk askerinin başına nasıl çuval geçirdiyse, Türk kadının başına da türbanı geçirmiştir.” Hatta onlar içim “Türban Büyük Ortadoğu projesi’nin Örtüsüdür!”

Perinçek çevresi için “türban özgürlüğü” diye bir şey yoktur. Doğu Perinçek’e göre cariyelik özgürlükse, türban da özgürlüktür. Türban, insanın kul, kadının cariye olduğu topluma denk düşen bir örtüdür. “Demokratik, özgür bir toplum kurmak isteyen bir parti veya insan, türban ve özgürlük kavramlarını yan yana getiremez. Bu, esaret özgürlüğünü savunmaktan başka bir şey değildir.” Bu açıklamadan 2 hafta sonra çıkan Aydınlık dergisi Özgürlük değil esaret; Türban: Rahibe Örtüsü manşetini atmıştı. Bu dönemde İşçi Partisi tarafından 1 milyon adet bastırılarak yurdun dört bir yanında dağıtılan “Türban Özgürlük Değil Esaret Örtüsüdür!” başlıklı bildirinin mahkeme tarafından toplatılmasına karar verilmişti.

Ergenekon Davası

Kürt Hareketi-DTP

DTP Eş Genel Başkanı Ahmet Türk, “Ergenekon davasını Türkiye’nin geleceği ve şeffaflaşması adına çok önemli buluyoruz. Ergenekon’un bütün yönleriyle ortaya çıkarılması durumda Türk ve Kürt halklarının birbirlerini daha iyi anlayacağına inanıyorum. Kürt ve Türk halkını birbirine düşürmek isteyen anlayışın ortaya çıkarılması adına önemlidir”. demişti. Türk, Ergenekon'un başladığı yerin Kürt coğrafyası olduğunu, belirterek, “Ergenekon'da tarafız. Ergenekon çetesinin ortadan kalkması Kürt sorununun çözümü için önemli. O nedenle davaya müdahil olacağız” diyerek dava ve soruşturmalara destek vermişti. DTP’nin Ergenekon konusundaki tavrının açık ve net olduğunu vurgulayan Eş Başkan Emine Ayna, ‘DTP tarafsız’ eleştirilerine şöyle yanıt vermişti: ‘Biz olayların sonuna kadar üzerine gidilmesi ve bütün boyutlarıyla açığa çıkartılması gerektiği görüşündeyiz. Ergenekon örgütünün eylemlerinin sadece Hükümete dönük boyutlarıyla ele alınmaması gerektiğini, Doğu ve Güneydoğu’daki karanlık eylemlerin de faili meçhul cinayetlerin de soruşturma sürecine dahil edilmesi gerektiğini söylüyoruz. Burada eleştirdiğimiz nokta hükümetin olayları ve eylemleri kendisiyle başlatıp, kendisiyle sonlandırma tutumudur. Bizim durduğumuz nokta gayet açıktır.”

Ekim 2008’de Ergenekon davası öncesinde DTP başta olmak üzere çok sayıda siyasi parti ve demokratik kitle örgütleri “Ne Ergenekon ne AKP, çözüm demokratik Cumhuriyet" mitingleri gerçekleştirmişti. Bu mitingde konuşma yapan DTP Milletvekili Pervin Buldan, Kürt sorununun ülkenin en büyük sorunu olduğunu ifade ederken, AB'ye girmek ve Kürt sorununa demokratik çözüm getirmek isteniyorsa, Ergenekon Davası'nın kapsamının genişletilerek sonuçlanması gerektiğini söylemişti.

Perinçek Çevresi-İşçi Partisi

Ergenekon operasyonlarına karşı Aydınlık dergisi “Ergenekon'un Şifresi Geldi Ab'den Tayyip Gül'e Devlet ve Ordu'da Temizlik Emri” manşetiyle çıkmıştı. (16 Mart 2008 Sayı: 1078) Aydınlık dergisi iki hafta sonraki manşetini “Ergenekon Belgelerini Fethullahçılar Yazdı” olarak atmıştı. Perinçek “bizi yargıladıkları suçtan kendileri yargılanacaklar” demişti. “Ergenekon tertibini” 1998 yılına kadar geri götürerek “Türkiye’nin millî güçlerini etkisiz hale getirmek ve toplumu sindirmek için” bu yıl hazırlandığı ve 2001 yılında da ABD’nin Irak savaşı takviminin gereği olarak, orduya müdahale edildiği, Org. Hilmi Özkök Genelkurmay Başkanlığı’na getirtildiği, Türkiye’nin erken seçime sürüklendiği ve Erdoğan ve Gül’ün BOP sürecini uygulamaya koyduğu ifade edilmişti. TSK ise bu operasyonla “psikolojik harekât” ve örtülü savaş yürütülmüştür. Fetullahçı Savcıların İşçi Partisi’nin yurtsever güçlerin “merkezinde” olduğunu belirttiklerini ifade ederek sistemin “sol olduklarını söyleyen veya düne kadar vatanseverliği kimseye bırakmayan partilerden kendisine bir tehdit gelmediğini”. Bu sebebple bu partileri “adam yerine koymadığını” iddia etmiştir. Sistem bu partiler İşçi Partisi’ne yönelecek halk güçlerini barajlamak için kullanmaktadır. Ergenekon sürecinin ortaya koyduğu gerçek budur. İşçi Partisi’ne göre “Ermeni açılımı, Kürt açılımı, Kıbrıs açılımı ve Ergenekon Tertibi aynı paketin parçalarıdır” ve “Ergenekon kumpası da bu paketlerin uygulanması için gerçekleşmiştir.”

Ergenekon Dava duruşmalarında Silivri’de düzenlenen eylemden bir kare...Ergenekon Dava duruşmalarında Silivri’de düzenlenen eylemden bir kare...

TKP

TKP’ye göre Ergenekon operasyonu ABD'nin Türkiye siyasetini AKP eliyle kendi hedefleri doğrultusunda yeniden şekillendirme girişimlerinin parçasıdır. TKP bu operasyonun Türkiye'deki sömürü düzeninin emekçi halka, Kürtlere karşı işledikleri suçları en azından bunların küçük bir bölümünü aydınlatmak, suç işlemiş devlet görevlilerini yargı önüne çıkarmak için yapılmadığını belirtmişti. TKP 2009’da yaptığı açıklamada “İşleyen yargı süreci değil, AKP'nin gücünü emperyalist merkezlerden alan gerici operasyonudur. Gözaltına alınanlar da işledikleri suçlardan değil, AKP'ye muhalefet ettiklerinden, ABD projeleri konusunda itiraz ya da çekincelerini dile getirdiklerinden Ergenekoncu olarak nitelenmektedir” demişti. TKP “Türkiye büyük bir felakete doğru sürüklenirken AKP hükümetine açık ya da gizli destek olanların, bu onursuzluğu kabul etmeyenleri faşistlikle itham edenlerin, tıpkı AKP hükümeti ve onun yandaşları gibi Amerikancı faşizmin "liberal" yol arkadaşları” olduğunu söylemişti. 2013’te Ergenekon Davası'nın açıklanan kararların ardından “Ergenekon bir mahkeme değildir. Ergenekon AKP diktatörlüğünün inşa sürecidir.” tespitini yapmıştı.

EMEP

Ergenekon Davası kapsamında başlayan operasyonları darbecilere karşı ilk kez böylesine net bir müdahale olduğu gerekçesiyle olumlu karşılayan EMEP bunun bütününün bir iktidar savaşı olduğunun altını çiziyordu. EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel, Ergenekon davası ve halka karşı işlenmiş binlerce suçun aydınlatılması için bağımsız bir komisyon kurulması gerektiğini söylerken binlerce faili meçhul cinayetin ortaya çıkarılması, suikastların aydınlatılması, kayıpların bulunması için bu davanın tanıkları ve mağdurları olarak davaya müdahil olmak istediklerini ifade ediyordu. Ergenekon Davası olarak yansıyan ve devlet içindeki çeteleşmelerin soruşturulmasıyla başlayan gelişmelere dikkat çeken Tüzel, dava süreci ilerledikçe çete organizasyonlarının ve çeteleşen devlet kurumlarının halka karşı işlediği suçları da kapsama imkanlarının ortaya çıktığı soruşturmanın Türkiye’nin demokratikleşmesinin bir dayanağı olacak olguların ortaya çıkmasına da yol açacağını belirtiyordu. Davanın sonuca varması için yeterli delilin olduğunu söyleyen Tüzel, davanın demokrasi mücadelesinin bir parçası haline getirilmeden sonuç alınamayacağını vurguluyordu.

ÖDP

Özgürlük ve Dayanışma Ergenekon Yargılama sürecinde AKP’nin değirmenine su taşımayı reddetti. AKP’nin, Ergenekon sürecini iktidarını tahkim etme sürecinde bir tür yol temizliği olarak gördü. ÖDP’nin ana gövdesi onlarca insanın haksız şekilde yargılanmasına tepki gösterirken tıpkı AB sürecinde olduğu gibi Ergenekon davalarını da destekleyen küçük bir grup oldu.

Hem AB hem de Ergenekon ÖDP’de ayrılıkla sonuçlanacak sürecin en önemli kilometre taşlarından biri oldu. Özellikle Ergenekon sürecinin 12 Eylül referandumuna giden yolda bir tür altlık olarak değerlendirilmesi ÖDP metinlerinde eleştirildi.

Ergenekon davalarının temiz toplum ya da rejimin safralarından kurtulması olarak değil daha çok AKP ve Gülen cemaatinin bürokrasiyi ele geçirirken gerçekleştirdiği büyük tasfiye olarak değerlendirdi. AKP ve Cemaat’ten demokrasi beklemenin hayal olduğunu Ergenekon sürecinde de ifade etti.

Birikim Dergisi Çevresi

Birikim çevresi Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylığı ve Ergenekon operasyonları gibi süreçlere İttihatçı, orducu ve bürokratik kesimlerin gücünü zayıflattığı ölçüde destek olmayı tercih etti. Soldan AB’ye yönelik getirilen eleştiriler milliyetçilikle özdeşleştirilerek solun özgüveni ve enternasyonalizmi yetersiz bulundu. Avrupa genişlemesi “Avrupa Devleti Kurmaya Çağrı” adı altında liberal demokrasiyi genişletebilme umuduyla savunuldu. Derin devlet organizasyonları Ergenekon davalarında yargılanmaktaydı. Ahmet İnsel’e göre, “vesayet rejimine” son vermeye uğraşan yegâne güç AKP’ydi. Ömer Laçiner’e göre, “bir parti olarak tanımlanan orduya” karşı muhafazakâr demokrat AKP’nin cephesinde Ergenekon operasyonları değerlendirilmekteydi. 2010 yılında NTV’de Can Dündar’ın konuğu olan Laçiner, Ergenekon operasyonları aracılığıyla cemaat kadrolarının edindikleri konumları kullanarak zaman içinde bir darbe yapacağı öngörülerini “aşırı yorum” olarak değerlendirmekteydi.