Yoksulluğun, gelir adaletsizliğinin, çatışmaların arttığı, mali krizin derinleştiği, liberal-kapitalist sistemin su aldığı mevcut siyasal iklim, bulunmaz fırsatlar sunarken, neden sol bu durumu fırsata dönüştüremiyor? Solun soruya yanıtlar bulma arayışı kendi içinde yeni bir krize dönüşmüş durumda. Koşulların elverişliliğine rağmen, toplumsal/siyasal öfkenin sol mecraya kanalize edilememesinin sorgulaması üzerinden süren tartışma her yerde kendisini farklı biçimlerde dışa vuruyor.

Sağa açılan sosyal demokratların krizi

Tartışmanın en aktüel biçimiyle sürdürüldüğü ülkelerin başında Almanya var. Almanya’da sadece sosyal demokratlar değil, sosyalist solda da hararetli tartışmalar sürdürülüyor. Sosyal demokratların bir kez daha Merkel liderliğindeki Hristiyan Demokratların peşine takılarak “büyük koalisyon” içinde yer alması, parti tabanında da üst yönetiminde de fırtınalar koparmış vaziyette. Özellikle “genç sosyal demokratlar” bu duruma isyan bayrağını çekmiş durumda.

Büyük koalisyona karşı çıkanlar, sağ ile kurulan koalisyonun sağa yaradığını, sosyal demokratların her seferinde oy kaybettiğini vurguluyor. Parti içinde tıpkı bizim ana muhalefetteki sosyal demokrat partide olduğu gibi, “sağ ile ittifak kaybettirir, sağa açılma yerine sola yönelelim” argümanları revaşta. Eylüldeki seçimde tarihinin en kötü sonuçlarından birisini alan SPD’nin bir kez daha “sağa açılması” ve Merkel ile iş tutması kızgınlığı iki misli arttırdı.

Neoliberal politikalara eklemlenen, kendi iddiasından vazgeçerek egemen sistemin söylemlerine takılan solun kaybetmekten başka yolu yok. Solun kendi gündemi, tahayyülü, sözleri olmalı.

Sol Parti’de ‘sosyal demokratlaşıyoruz mu’ kaygısı

Sol Parti-Die Linke de benzer bir sorgulama içerisinde. Solun patlama yapması için her türlü koşullar mevcutken, aşısı sağcı Almanya İçin Alternatif’in (AfD) patlama yapması, solu iç tartışmaya sürükledi. “Bir tarafta dünya gittikçe kötüleşirken, kapitalist düzen sarsılırken, solun bundan faydalanamıyor oluşu, bizim bir şeyleri yanlış yaptığımızdan kaynaklanıyor” tezlerinin ortaya atılmasına vesile oldu.

Öyle ki “Biz de sosyal demokratlaşıyoruz mu” tartışması Die Linke’yi bölünme aşamasına getirdi. Uzun bir süredir partinin tıkandığını dillendiren solun en etkili figürlerinden eski kurucu başkan Oscar Lafontaine ve Sahra Wagenknecht, “Halkçı Sol Parti” kurmak için harekete geçti. Lafontaine, “Birtakım şeyleri yeniden organize etmeliyiz, söylemleri değiştirmeliyiz, sokağın dilini, toplumun dilini anlayacak ve onların endişelerini dikkate alacak politika üretmeliyiz” diyor özetle. Kriz bir kopuşa yol açar mı şimdilik meçhul, ancak arayışların şiddetleneceği aşikâr.

Fransız ve Yunan solunun “boyun eğdin” kavgası

Alman solunda bunlar olurken Avrupa solunda da SYRIZA krizi yaşanıyor. Fransa Sol Parti-Parti de Gauche lideri Jean-Luc Melenchon’un “Troyka”nın emirlerine boyun eğerek, neoliberal ekonomik politikaları uygulamakla suçladığı SYRIZA’yı Avrupa Solu Partisi’nden (European Left) atılmasını istemesi kıvılcımı ateşledi. Mélenchon ve partisi Parti de Gauche, Yunanistan Başbakanı Çipras’ı tasarruf politikasını Avrupa Komisyonu ve Uluslararası Para Fonu’nun çıkarlarına hizmet etmek için kullanmakla itham ederken, bu durumun “SYRIZA ile işbirliğinin sürdürülmesini imkânsız kıldığını kaydediyor.

SYRIZA, Melenchon ve Parti de Gauche’den gelen eleştirilere sert tepki gösterdi, talebi “antidemokratik, tahrik edici” olarak nitelendirdi.

İlginç olan ise Alman solunun tutumu. SYRIZA ile Fransız Sol Parti arasındaki tartışmayı Alman solu nerdeyse “memnuniyet”le karşıladı. Alman solunun önemli gazeteleri Neues Deutschland ve TAZ’da çıkan yorumlarda Alman solunun bu tartışmayı “Anlamsız Bir Memnuniyet”le izlediği yorumları yapıldı. Yorumlarda dayanışmayı büyütmek yerine bu duruma alkış tutulmasının anlamsızlığına vurgu yapıldı. TAZ’daki yorumda, “Batı Avrupa solcuları, çelişkileri dayanışma yolu ile çözmek yerine, SYRIZA’ya karşı kibirli tavrı ile kendi güçsüzlüklerinden kaçmaya çalışıyorlar. Bu bir trajedidir” denildi.

Ne oldu bu Dünya Sosyal Forumu’na?

Bu arada “Davos Ekonomik Forumu”na alternatif olarak ortaya çıkan “Dünya Sosyal Forumu”ndan ses çıkmaz oldu. Her yıl finans kapitalin temsilcilerini bir araya getiren Davos’taki buluşmaya paralel olarak aynı tarihlerde düzenlenen “Dünya Sosyal Forumu” gazete sayfalarında dahi kendisine yer bulamıyor. İki binli yılların yükselen sol dalgasıyla birlikte 2001’de Porto Allegre’de “Başka bir dünya mümkün” sloganıyla hayatımıza giren “Dünya Sosyal Forumu” dünya solunu buluşturan kendi çapında önemli bir mecraydı. Bu yıl Mart’ta Salvador/Bahia Brezilya’da yapılacak ama ilgilisi dışında kimsenin haberi yok.