Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en kritik seçimine giderken “Birinci görev Erdoğan rejimini yenmek” diyen SOL Parti Başkanlar Kurulu Üyesi Önder İşleyen, sürecin diğer temel halkasını da “halktan yana bir dönüşümü zorlayacak devrimci bir toplumsal dalgayı örgütlemek” olarak tanımlıyor.

SOL Parti Başkanlar Kurulu Üyesi Önder İşleyen: Güneşi biz getireceğiz
Binlerce üretici önceki gün Uşak’ta bir araya gelmişti. (Fotoğraf: BirGün)

Yaşar AYDIN

SOL Parti, Fatsa’dan sonra ikinci mitingini cumartesi günü Uşak’ta yaptı. Çiftçilerin yoğun katılımıyla coşkulu bir şekilde tamamlanan miting biraz olsun tarım ve gıda egemenliği sorununu ülke gündemine taşımayı başardı.

Miting sonrası bir araya geldiğimiz SOL Parti Başkanlar Kurulu Üyesi Önder İşleyen yaptıkları çalışmaları ülke siyasetine Meclis tartışmaları dışında başka ve gerçek bir müdahale olarak değerlendiriyor. Erdoğan’ı yenmenin de daha güzel bir ülke umudunu büyütmenin yolunun da bu siyasetten geçtiğini söyleyen SOL Parti Başkanlar Kurulu Üyesi İşleyen, ittifaklardan seçim siyasetine, partisine yapılan eleştirilere kadar sorduğumuz tüm soruları yanıtladı.

Muhalefet cephesinde Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda yoğun bir tartışma sürdürülüyor. SOL Parti bu süreçte nasıl bir politika izleyecek?

Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en önemli seçimlerinden birine doğru yol alıyor. Yaklaşık yirmi yıldır çeşitli etaplardan geçerek iktidarını sürdüren siyasal İslamcı rejimin çöküşüne doğru giden bir süreç yaşıyoruz.

Hayatın bütün dokularına yayılmış derin bir ekonomik kriz, dış politika alanında sürekli yalpalayan politikalarla, baskı ve yasak uygulamalarıyla ayakta kalmaya çalışan bir iktidar giderek kendisiyle birlikte ülkeyi de bir uçuruma doğru sürüklüyor.

Bu koşullarda eğer muhalefet büyük bir hata ve iktidarın ekmeğine yağ sürecek işler yapmazsa, halkın desteğini büyük ölçüde kaybetmiş durumdaki iktidarın seçimleri kazanabilmesi mümkün görünmüyor.

Doğrusunu söylemek gerekirse muhalefet blokunun yapısından dolayı bundan da emin olamıyoruz. Yirmi yıl süresince bu rejimin kök salmasına bilerek ve bilmeyerek katkı sağlamış, hatta dönemsel olarak onun içinde yer almış siyasal yapıların şimdi muhalefet cephesine geçerek bu rejime karşı bir konumda yer almaları kuşkusuz olumlu bir gelişme. Ancak bu durumun muhalefet cephesi açısından kısıtlayıcı bir rol oynadığını da görmezden gelemeyiz.

Bu rejimden kurtulmanın ve emekçi halklar için bir çıkış yolu yaratmanın en gerçekçi yolu anti emperyalist, laik, kamucu ve toplumsal barışı hedefleyen bir siyasal hat oluşturmaktır. Bu konuda adayın kim olacağından daha önemli olan bu programdır.

SOL Parti olarak bu rejime karşı baştan beri en geniş muhalefet cephesiyle birlikte mücadeleden yana bir tutum izliyoruz. Seçimlerdeki en önemli mücadele başlıklarından birisi seçim güvenliği olacaktır. SOL Parti olarak burada da tüm muhalefetle birlikte seçim güvenliği ittifakının bir parçası olarak yer alacağız. Seçim güvenliğini salt seçim anında oyların sayımı ile sınırlı görmeyen, tüm seçim süreci boyunca ve sonrasında muhalefet arasındaki bir dayanışma ve diyaloğu da içerecek bir toplumsal mücadele olarak görüyoruz. Bu anlayışla seçim güvenliği ittifakının parçası olacağız.

Muhalefetin adayı konusu çok tartışılıyor. Sizin bir öneriniz olacak mı?

Bu konudaki tartışmalar en çok ‘aday kim olacak’ noktasında yoğunlaşıyor. Ama bize göre sorun sadece Cumhurbaşkanı adayının kim olacağından ibaret bir şey değil. Elbette seçimi kazanabilecek doğru bir adayın gösterilmesi de önemlidir; ama iş bununla bitmeyecektir.

Bugün iktidarın yirmi yıldır sürdürdüğü uygulamalarla ülke başta ekonomisi olmak üzere, adalet sistemi, toplumsal yapısı gibi bütün alanlarda büyük bir çöküşün içine sürüklenmiş durumda. Bütün ilerici muhalefet dinamiklerinin desteğini alacak doğru politikalara sahip olmadan, seçim kazanılsa bile bu sorunların üstesinden gelmek ve sistemin devrim niteliğindeki ciddi bir dönüşümünü gerçekleştirmek kolay bir şey olmayacak.

Seçimlere doğru giderken SOL Parti’nin ve genel olarak sosyalist solun sürece müdahalesi nasıl olacak ya da nasıl olmalı?

Bu süreçte devrimci bir sorumluluk anlayışı içerisinde, sisteme karşı mücadele içinde yer alırken, aynı zamanda sermaye yanlısı programlara sığmayacak olan halkın gerçek taleplerinin taşıyıcısı olacak bir mücadeleyi örgütlemeye devam edeceğiz. Muhalefet, bugün özelleştirmelerin ve talan edilen kamu varlıklarının, işsizliğin, hayat pahalılığının, eğitimden sağlığa, barınmadan enerjiye erişime varan halkın çok önemli geçim sorunlarının yanı sıra ülkenin en temel meseleleri konusunda şu ana kadar tutarlı bir çözüm önerileri getiremiyor. Ayrıca başta kadınlar ve gençler olmak üzere tüm toplum ağır bir dinci baskı altına alınmaya çalışılırken (iktidarlarını ancak bu şekilde sürdürebiliyorlar) Kılıçdaroğlu (HDP’nin de desteğini açıkladığı) başörtüsü üzerinden politikalara sapıyor. Tarikatlardan Diyanet’e kadar 5 yaşındaki çocukları türban baskısı altına alan bu zorba rejim ortadayken CHP başörtüsü üzerinden bir sağcılaşma gösteriyor.

AKP’yi her tür kötülüğüne ve çürümüşlüğüne rağmen potada tutmaya devam eden biraz da bu siyaset anlayışıdır. Halkın taleplerini gözetmeyen bir muhalefet çizgisi doğrudan iktidarın ekmeğine yağ sürmek demektir. Bugün siyasal İslamcı rejimin başta kadınlar, Kürtler olmak üzere farklı etnik ve mezhepsel kimlikler üzerinde baskı uyguladığı; bu baskıcı rejime karşı çıkan herkesi susturmaya çalıştığı ortadayken gerekçesi ne olursa olsun bu tür bir siyaset tarzını tasvip etmek mümkün değil.

Önder İşleyenÖnder İşleyen

"Ne yapmalı?" sorusuna tekrar gelirsek, SOL Parti’nin yanıtı ne olur?

Bu düzenin sermaye için dikensiz gül bahçesi işçi ve emekçiler için baskı sömürü ve zulüm olduğu apaçık bir gerçekliktir.

Bu rejimi yenilgiye uğratma mücadelesini, toplumsal taleplere sahip çıkarak, onun taşıyıcılığını üstlenerek ikili bir görev bütünlüğü içinde yürütmek gerekiyor. AKP’yi yenmek sadece iktidardan indirmeye indirgenemez. Kuşkusuz ki bunu başarmalıyız, ama bunu başardığımızda da rejimle gerçek bir hesaplaşmanın önü açılmış olmayacak. 6’lı masanın sağ eğilimli burjuva liberal programıyla halktan yana, laiklikten, bağımsızlıktan ve özgürlüklerden yana bir dönüşümün gerçekleşmesi beklenemez. Sosyalist SOL’un görevi halktan yana bir dönüşümü zorlayacak devrimci bir toplumsal dalgayı örgütlemektir. Fatsa’da Uşak’a SOL Parti olarak böyle bir anlayışla mücadeleyi geliştirme çabasındayız. Toplumun tüm kesimlerinin kendi hakları için örgütlenerek harekete geçtiği bir siyaset anlayışını geliştirmek için çalışıyoruz.

Sosyalist Güç Birliği’nin ile bir adım atıldı. Güç birliğini bu mücadelede nasıl bir misyonu var?

Biz tüm muhalefet güçleri arasında belirli konularda ortak mücadelenin, diyalog ve dayanışmanın geliştirilmesini bir zorunluluk olarak görüyoruz. Rejimi yenecek bir güç oluşturmaktan seçim güvenliğine kadar böyle bir geniş muhalefet cephesinin parçası olduğumuzu bir kez daha belirterek isterim.

Bunun ötesinde devrimci demokratik bir çıkış yolunun sosyalist sol güçlerin gerici restorasyon projesi karşısında güç kazanmasından geçeceğine inanıyoruz. Sosyalist Güç Birliği tüm toplumsal güçleri, sosyalist hareketleri ve ülkemizin tüm ilerici, demokrat, devrimci, yurtsever insanlarını bu mücadelede birleştirmeye yönelik bir çabanın ifadesidir. Bu anlamda da sosyalist solun CHP ve HDP dışında kendi kişiliği, kimliği ve siyasetiyle var olmasına yönelik bir ideolojik konumlanmanın ifadesi olarak görülmelidir. Bu anlayış doğrultusunda Sosyalist Güç Birliği, siyasal İslamcı rejimi yenilgiye uğratma sorumluluğuyla birlikte laikliği, kamuculuğu, bağımsızlığı, barış ve demokrasiyi temel alan bir alternatifi güçlendirecek çabaların bir parçasıdır.

Emek ve Özgürlük İttifakı’nın kuruluş toplantısında da Sosyalist Güç Birliği’ne yönelik kimi eleştiriler gündeme getirildi. Bu da özellikle Kürt sorunundan uzak durmak gibi ifade ediliyor, ne söylersiniz?

Bu ‘ittifaklar’ konusunun Kürt sorunuyla hiç ilgisi yok. SOL Parti halk düşmanı olmayan her siyasal partiyle bu arada elbette HDP ile de seçim ittifakı yapabilir. Yapmıştır da. Bu yüzden bu tür iddiaları fazla ciddiye almaya da gerek yok. Zaten bu tür söylemler daha çok parlamento seçimlerinde HDP’den beklentileri olan kesimlerden geliyor. Sanırım kendi içlerinde yaşadıkları açmazları da bu yolla perdelemeye ve mevcut ‘ittifakları’ için de ellerini güçlendirmeye çalışıyorlar. Bu yüzden bunları siyasi bir tartışma konusu olarak daha fazla ciddiye almaya gerek olmadığını düşünüyorum. Bunlardan HDP yöneticilerinin ne bekledikleri ise kendi sorunları.

SOL Parti köklerini bu ülkenin en devrimci geleneklerinden almaktadır ve Kürt sorunu konusundaki devrimci tutumu da çok nettir.

Biz HDP yöneticilerinin siyasi tutumları konusundaki farklılıklarımızı ve eleştirilerimizi de öteden beri açıklıkla ortaya koyuyoruz.

AKP iktidar sürecindeki sayısal üstünlüğünü ve Cumhuriyet ideolojisiyle hesaplaşma bahanesiyle kurduğu hegemonyayı biraz da o dönemlerdeki liberallerin ve HDP’nin tutumlarına borçluydu. 2010 referandumundaki “boykot” tutumu, çözüm sürecinde Kürt sorununu AKP eliyle çözme yanılgısı bunun en veciz ifadesi.

Bizim sorunumuz ne ezilen Kürt halkıyla ne de Kürtlerin haklı talepleriyle. Biz esas olarak zaman zaman AKP ile zaman zaman liberallerle kol kola giren HDP politikalarıyladır. Ne demek istediğimizi çözüm sürecindeki tutumlarına, mücadelenin ortaya çıkardığı imkânların ( ÖDP ve sendikalardaki örneklerde gördüğümüz gibi) liberal eğilimleri besleyen ve devrimci örgütlenmeleri zayıflatan uygulamalarıyla, son kongrelerinde belirledikleri ‘danışacakları’ liberal isimlere bakarak anlamak mümkündür.

Oysa ülkenin bütün ezilen sömürülen, baskı altına alınan halklarının eşitliğinin, kardeşliğinin, özgürlüğünün yolu her alanda devrimci örgütlenmeleri ve mücadeleleri güçlendirmekten geçiyor.

Tüm bu değerlendirmelerden sonra bugün gelinen aşamada Kürt toplumunun büyük çoğunluğunun yanı sıra HDP’nin de açıkladığı bir tutum belgesiyle AKP ile bağlarını kopartmasının Türkiye’de demokrasinin gelişmesi açısından çok önemli bir gelişme olduğunu ifade etmem gerekir.

***

MEZİTLİ SALDIRISI

Mezitli saldırısını, sonrasında yaptığımız açıklamada da ifade ettiğimiz üzere kabul edilemez buluyoruz. Bunun ardından da PKK tüm muhalefete de hiza vermeye çalışarak yaptığı açıklamalarla bu çizginin süreceğini ilan ediyor. Böyle bir şey 7 Haziran-1 Kasım 2015’teki (halen bir yanıyla karanlıkta kalan) şiddet sarmalı içinde AKP’nin Başkanlık sistemine gidecek iktidar gücüne erişmesini akla getiriyor. Bugün de böyle bir şiddet sarmalının büyütülmesi, tüm toplumsal desteklerini yitirmiş olan AKP’ye iktidarı altın tepside sunmak dışında bir anlama gelmez. Böyle bir şiddet çizgisinin Kürt halkı başta olmak üzere emekçi ezilen halkın çıkarına olmadığı açıktır. SOL Parti olarak, ezilen halkın birliğini ve dayanışmasını zayıflatacak bir arada yaşam zeminlerini tamamen tahrip eden ve AKP’ye şiddet sarmalı içinde iktidar yolunu açacak bu tür eylemlerin karşısında kararlılıkla duracağız.