İslami faşizmin ve piyasacı düzenin insanları örgütsüzleştirmesi, ezmesi karşısında “umuda şans tanımak” için cesur bir hamle yapmak gerekiyordu. SOL Parti yaptığı mitinglerle bunu başardı. Seküler, toplumsal cinsiyet eşitliğini ilke edinmiş, emeği tüm zenginliklerin kaynağı kabul eden bir dil ve kültürel iklimin yaratılması yarının Türkiyesi için çok önemli ve gereklidir.

SOL Parti meydanlarda

SOL Parti’nin Trabzon’dan başlayıp İzmir’de ivme kazanan, pazar günkü İstanbul buluşmasıyla taçlanan Devrimci Demokratik Cumhuriyet mitingleri hamlesi taze bir heyecanı, kendi öz gücüne dayanan bir cesareti, tüm topluma bulaşması umut edilen bir özgüveni sergilemesi açısından kritik önemdeydi. Kendi ayakları üzerinde durabilen bağımsız bir sosyalist hareketin varlığı elbette sadece dosta güven vermekle kalmayıp, ancak arayış içindeki genç kuşaklara uzanabildiği, erkek egemenliğine başkaldıran kadınların sesi olabildiği, soluğunu duyuramayan geniş kitlelere umut verebildiği, onların katılımıyla çoğalabildiği ölçüde anlam kazanacaktır.


Devrimci Demokratik Cumhuriyet sloganının demokrasi öğesi, öncelikle, giderek otoriterleşen, faşizmin kıyısında gezinen baskıcı başkanlık rejimini alaşağı etme; ülkeyi bir demokrasi ve hoşgörü iklimine kavuşturma; örgütlenme, eleştiri ve toplanma özgürlüğünü garanti altına alma; bu amaçlar doğrultusunda en geniş bir cepheyle işbirliği yapma kararlılığının altını çiziyor. Cumhuriyet vurgusu ise bilim ve Aydınlanma değerlerine sahip çıkma; devlet karşısında haklarıyla varolan bir yurttaşlık bilincini pekiştirme; şeriat ve hilafet özlemleri, her türlü batıl inanç, hurafe, aşı karşıtlığı gibi gericilikler karşısında Cumhuriyet’in kazanımlarını içselleştirme çağrısı anlamına geliyor. Devrimciliğe gelince, bugünden yarına bu düzeni değiştirme konusunda safiyane bir hayalciliği değil, 60’lardan, 70’lerden gelen 50 yıllık devrimci mücadele çizgisini ve ruhunu rehber edinmeyi, kapitalizmin ötesine geçen, sosyalizme uzanan geniş bir fikri ufku canlı tutmayı, er veya geç güç ve mülkiyet ilişkilerini emekçilerden, ezilenlerden yana değiştirme iradesini temsil ediyor. Bizlere daima motivasyon veren devrim fikrinden, kaybettiğimiz arkadaşlarımıza verdiğimiz sözlerden vazgeçmediğimizin bir kez daha beyanı anlamına geliyor.

SOL Parti’nin Duruşu Ne Anlam İfade Ediyor?

Birincisi; CHP, HDP ve sahici sol tüm siyasi yapılarla diyalogu önemseyen, ama kimsenin etki alanına girmeyen; politik yönelimini milletvekili hesaplarına, yerel yönetimlerden sebeplenme arayışlarına, bürokraside konumlanma planlarına tabi kılmayan; kendi iç işleyişinde demokrasiyi, katılımcılığı, toplumsal cinsiyet eşitliğini uygulayan; ilkelerine seçime kadar değil AKP sonrası dönemde de sahip çıkacağı güvencesini veren; sosyalizm anlayışını kitleler nezdinde somut ve sıcak bir tınıya kavuşturmayı amaçlayan; reel politikanın dehlizlerinde kaybolmamış bir siyasi öznenin varlığı önemlidir. Öte yandan, hepimizin hayatını zindan eden, ülkeyi bir karanlığa sürükleyen AKP rejimine son verilmesi hedefini küçümsemeyen, sosyalizm anlayışına halel gelmesin diye, düzen muhalefetini İslami AKP rejimiyle bir tutan Ortodoks bir çizgiye sürüklenmeyen bir pozisyon almak da gereklidir.

İkincisi; başkanlık rejiminin yerine güçlendirilmiş parlamenter sistemin konulması, yasama-yürütme-yargı arasındaki güçler ayrılığı ilkelerine yaşamsallık kazandırılması perspektifi temelde doğrudur. Gelgelelim geçmiş parlamenter sistemin 12 Eylül rejiminin anayasası çerçevesinde inşa edilmiş olduğu, siyasi partiler ve seçim yasası, partilerin mali kaynakları gibi konularda özgürlükçü ve demokratik bir iklim yaratmak için yetersiz kalacağı gerçekleri de gözden uzak tutulmamalıdır. Ayrıca temsili demokrasiyle yetinmeyen; halkın mahallelerde, işyerlerinde, okullarda, hayatın aktığı her mecrada yatay örgütlenmesini teşvik eden; son dönemde EYT’liler, atanamayan öğretmenler, Boğaziçi Dayanışması, Artvin Cerattepe gibi mücadeleci toplumsal inisiyatifleri önemseyen; sendikalar, meslek kuruluşları, ekoloji hareketi, kadın hareketi benzeri toplumsal muhalefetin tüm unsurlarını karar süreçlerinin öznesi yapan gelişkin bir demokrasi anlayışının seslendirilmesi, toplumun önüne bir seçenek olarak konulması da SOL Parti’nin hedefleri arasındadır.

Üçüncüsü; yolsuzluklara batmış, ekonomiyi keyfi kararlarla yöneten, memleketi işsizliğin, yoksulluğun, hatta yer yer açlığın kol gezdiği bir çöle döndüren, Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi adı verilen berbat modelden bir an önce kurtulmalıyız. Ne var ki, “Merkez Bankası bağımsızlığı”, “mali disiplin” benzeri söylemlerle adeta Kemal Derviş dönemi nostaljisi yaratan, neoliberalizmi ihya edeceği endişesi yayan bir düzen muhalefeti ile karşı karşıyayız. Son zamanlarda ana akım medyada, hatta muhalif televizyon kanallarında “kurallı kapitalizmi” savunan, piyasa sistemine işlerlik kazandırma propagandası yapan “piyasa toplumu” savunucuları boy gösteriyor. Geçmişte Kılıçdaroğlu’nun Kamu Özel İşbirliği projelerinin kamulaştırılması vaadi, Meral Akşener’in “tiksindirici borçlar” çıkışı gibi hamleler bile neredeyse unutuldu, adeta neoliberalizme teslim olundu. AKP döneminin ekonomi bürokratları Millet İttifakı’nın farklı bileşenlerine dağılmış, adeta tekrar işbaşı yapacakları günleri iple çeker haldeler. İşte böyle bir iklimde; özelleştirilen tüm kuruluşları yeniden kamu mülkiyetine kavuşturacak, yoksulların borç sorununa kamu kaynaklarıyla el atacak, tam istihdam amacı doğrultusunda ücretler düşürülmeden haftalık çalışma süresini kısaltmayı hedefleyen, genç ve kadın işsizliğine özenle eğilen, küçük tarım üreticilerinin sorunlarına çare arayan; özetle eşitlikçi, dayanışmacı, kamucu, demokratik planlamacı bir ekonomi yönetimi anlayışını toplumun önüne bir alternatif olarak koymak öncelik taşıyor. Pandemi ortamında tüm dünyada gelir ve servet dağılımı uçurumları daha da derinleşti. Washington Uzlaşması’nın bir çözüm olmadığı, kapitalist küreselleşmenin hayal kırıklığı yarattığı net biçimde anlaşıldı. ABD’den, Japonya’ya yeni arayışlar gündeme geldi. Böyle bir dünya ortamında mülkiyet değişimlerine uzanmasa da geliri ve serveti geniş kitleler lehine yeniden bölüştüren, bir yurttaşlık geliri ödemesi programı başlatan; başta eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, sosyal hizmetlerin eşit, parasız ve nitelikli bir biçimde halka ulaşmasını sağlayan; Borç Denetim Komiteleri aracılığıyla saptanan tiksindirici borçları reddeden; yaygın ve zamana yayılmış bir servet vergisi ve artan oranlı vergi uygulamasıyla ekonomideki bu yeniden yapılandırmayı finanse etmeyi öngören, radikal önlemlere gereksinim var. SOL Parti’nin bu kamucu yönelimini önümüzdeki dönemde kapsamlı bir ekonomi programıyla ortaya koyması beklenmelidir.
Dördüncüsü; AKP’nin yayılmacı, saldırgan dış politikası artık tamamen karaya oturdu. Halkın parasını sırf iktidarda kalmak uğruna Rusya’yla S-400, ABD’yle F16 ve F35 pazarlıklarında kullanan; Irak’tan, Suriye’ye, Libya’dan Somali’ye farklı coğrafyalarda asker bulunduran Cihatçı anlayışın ülkeye bedeli ağır oldu. CHP’nin Suriye ve Irak tezkeresine “hayır” demesi gibi sembolik adımları bir yana bırakırsak, düzen muhalefetinin NATO üyeliği, Türkiye’deki askeri üsler, AB’ye tam üyelik süreci, ABD ve diğer emperyal güçlerin Ortadoğu’daki askeri varlığı konularında bağımsızlıkçı bir duruşları yoktur. SOL Parti’nin NATO’dan bir an önce çıkılmasını, ülkedeki yabancı üslerin kapatılmasını savunan; emperyalizmin bütün coğrafyalardaki cürümlerine karşı çıkan; militarizm karşıtı, ezilenlerin her yerdeki mücadeleleriyle dayanışma içinde bulunan enternasyonalist hattı çok anlamlı ve değerlidir.

Suçlular yargı önüne getirilmeli

Beşincisi; toplumda gerçekten sade yurttaşlara da yansıyan ciddi bir gerginlik, ayrışma, çatışma ve şiddet kullanma eğilimi var. Kılıçdaroğlu “helalleşme” söylemiyle, Erdoğan sonrası dönemde, bir barış, hoşgörü, yumuşama, diyalog iklimini egemen kılmayı, birbirinin inancı ve yaşam biçimine karşılıklı saygı duyma anlayışını içselleştirmeyi kastediyorsa, ifadenin dini tınısı bir yana bu çabayı anlamak ve onaylamak olanaklıdır. Gelgelelim bu hamle, dönemin sorumlularının hesap vermesi, yolsuzlukların açığa çıkarılması, kapanan dosyaların açılması, suçluların yargı önüne getirilmesi, tarikat-cemaat yapılarının devletten temizlenmesi tarihi sorumluluğundan yan çizmeyi mazur kılmaz. Çünkü temiz, şeffaf, hukuka dayalı bir topluma başka türlü varılamaz. Çoğu mensubu AKP saflarında ikbal kovalamış; mevcut iktidarla dini, mezhepsel, ticari, hemşehrilik kanallarıyla organik bağları bulunan gevşek bir koalisyon bu hesaplaşmayı yeterince başaramaz. Bu ülkenin sosyalistlerinin çıkar ilişkilerine bulaşmamış, iktidardan pay almamış, “toplumun vicdanı” konumlarıyla ve laikliği kazanma konusundaki kararlı duruşlarıyla AKP sonrası dönemde de önemli bir misyonları olacaktır. SOL Parti de bu misyonun başlıca adreslerinden biridir.

Altıncısı; 20 yıllık AKP iktidarı toplumda genel bir sağcılaşmaya, dinci ve milliyetçi söylemin “normalleşmesine” yol açtı. İdeolojik hegemonya bu olguyu değişmez kabul ederek teslim bayrağı çekerek değil, tam tersine kendi diline, söylemine, değerlerine, zihniyetine sıkıca sahip çıkarak kazanılır. Seküler, toplumsal cinsiyet eşitliğini ilke edinmiş, pozitif ayrımcı, insan-doğa uyumunu temel alan ekolojik bir duyarlığa sahip, farklı dil ve kültürlere saygılı, emeği tüm zenginliklerin kaynağı kabul eden bir dil ve kültürel iklimin yaratılması yarının Türkiyesi için çok önemli ve gereklidir. Tayyip Erdoğan’ın “fikri iktidarımızı tesis edemedik” sözleri bile aslında solun, sosyalistlerin, Kemalistlerin, Aydınlanmacıların kültürel ve düşünsel gücünün açıkça itirafıdır.

Bitirirken, SOL Parti mitingleri canlı ve coşkulu da olsa, belki potansiyelimiz ölçüsünde kalabalık değildi. Demek ki gençlerin ve kadınların sesine daha fazla kulak vermek, yeterince ulaşamadığımız geniş toplum kesimlerinin bilincine ve vicdanına gerektiği ölçüde nüfuz edebilmek için daha yoğun çaba harcamak gerekiyor. Ama İslami faşizmin ve piyasacı düzenin çifte kıskacının insanları ezmesi, yalnızlaştırması, değersizleştirmesi, örgütsüzleştirmesi, umutlarını çalması, kabuğuna çekilmeye zorlaması karşısında “umuda şans tanımak” için böyle cesur bir hamle yapmak gerekiyordu. SOL Parti işte bunu başardı. Tabii ki önümüzde daha çok yürüyecek yol, yapılacak iş, aşılacak engel var...