Alman sosyolog Robert Michels’in, 1876’da Köln’de başlayıp 1936’da Roma’da sona eren hayat yolculuğunun durakları ilginçtir. Alman Sosyal Demokrat Parti’sinde başlayan örgütsel çalışmalarını, onu yeterli bulmayıp İtalyan Sosyalist Parti’ye, oradan da İtalyan Devrimci Sendikası’na giderek sürdürür. Sosyalizmden anarko-sendikalizme ilerleyen çizgisinin son durağı Mussolini’nin Faşist Parti’sidir. Belki de o pratikten derlediği verilerle; bütün büyük örgütlerde, başlangıçta ne […]

Alman sosyolog Robert Michels’in, 1876’da Köln’de başlayıp 1936’da Roma’da sona eren hayat yolculuğunun durakları ilginçtir. Alman Sosyal Demokrat Parti’sinde başlayan örgütsel çalışmalarını, onu yeterli bulmayıp İtalyan Sosyalist Parti’ye, oradan da İtalyan Devrimci Sendikası’na giderek sürdürür. Sosyalizmden anarko-sendikalizme ilerleyen çizgisinin son durağı Mussolini’nin Faşist Parti’sidir.

Belki de o pratikten derlediği verilerle; bütün büyük örgütlerde, başlangıçta ne kadar demokratik olurlarsa olsunlar, güç sonunda bir birey ve etrafında toplananların oluşturduğu oligarşinin eline geçiyor ve tabanın oraya ulaşması olanaksızlaşıyor demiş; bu durumu da “oligarşinin demir kanunu” olarak kavramlaştırmıştı.

Türkiye’de gidişattan rahatsız olan, mevcut yönetimi çocuklarının geleceği için tehlike olarak gören, bunu değiştirmek için her türlü fedakarlığa hazır, donanımlı ve iyi insanlar var. Gezi sürecinde görünüp kaybolan, ama hâlâ bir yerlerde bir başka hayatı mümkün kılmak için çabalayanlar…

Partilerde çalışmak isteyip oralara nüfuz edemeyen, bazen de içine girdikleri yapılarda gördüklerinden rahatsız olup uzaklaşan insanlar…

Öyle çoklar ve öyle bir potansiyele sahipler ki, o potansiyel devreye sokulabilse rotayı güneşli güzel günlere çevirmek çok daha kolay olacak.

Michels ve onun “oligarşinin demir kanunu” kavramı; sosyalist gelenekten gelen, iyi üniversiteler bitirmiş, yıllarca uluslararası ticaretle uğraşan bir şirkette yöneticilik yapıp ödüller almış, “akademik ve bireysel formasyonu gereği stratejik ve taktik kitle çalışmasını, proje kurmayı, yönetmeyi ve otokontrolü” iyi bilen bir donanımlı kadının, memleketin gidişatına karşı bir şeyler yapma çabası içinde karşılaştıklarını anlattığı mektubu okurken takıldı aklıma:

“Partiniz örgütlerinde çalışmak, katkı vermek, dahası uzun yıllar boyunca iş yaşamımdan, evrensel düzeyde kurduğum ilişkilerimden damıttığım bilgi, birikim ve deneyimlerimle sesinize ses, gücünüze güç katmak istedim” diye başlayan mektup, bu istekle CHP örgütüne başvuruşunu anlatan cümlelerle devam ediyor.

Önce ilinin milletvekili ile iletişime geçip ardından ilçe örgütüne gidiyor: “İlçe başkanıyla konuştum; hiçbir işe yaramadı. Ardından İlçenin CHP’li Belediye Başkanı ile görüşmeyi denedim -randevu almak istedim- ama başaramadım. Yılmayıp partili tanıdıklarımdan destek almayı denedim; olmadı. Daha da zorlayıp akademisyen arkadaşlarımdan yardım istedim; o da olmadı. Maalesef atılacak (benim bildiğim) bir başka adım kalmamıştı. Yerelde parti yöneticilerinin ördüğü duvarlar o kadar kalındı ki aşmak mümkün görünmüyordu. Bıraktım peşlerini…”

“Peşlerini bıraktım” der, ama ülkesi için bir şeyler yapma duygusu onu bırakmaz. İlçede açılan Gençlik Merkezi’nde çalışıp, gençlerin gelişimine katkıda bulunmayı, onları siyasete kazandırmayı hayal eder. Gittiği merkezde telefonlarını alan ve en kısa zamanda arayacaklarını söyleyen yöneticilerden de ses çıkmaz.

Pes edecek biri değildir ama… Doğru adrestir dediği yerlere; “Bir siyaset bilimci, bir aydınlanmacı, bir demokrat ve bir kadın olarak … Sol Gövde’ye -mevcut imkanlarım ölçüsünde, her nerede ve ne düzeyde olursa olsun (katkıda bulunmak için)- katılımın önündeki bu yozlaşmış, işlevsizleşmiş ve artık tıkaç olmaktan başka bir işe yaramayan hiyerarşiyi, bürokrasiyi, nepotizmi aşacak” bir yol göstermeleri için mektuplar yazar.

Sol partiler, yazılmış/yazılmamış bu mektupları okuyup içlerinde hüküm süren “oligarşinin demir kanunu”nu hükümsüz kılar ve bu iyi insanları mücadeleye katabilirlerse güneşli güzel günler daha yakın olacak.