Bizleri köleleştirmeye çalışan rejim her konuda aşırıdır, demek ki bu rejime karşı muhalefet de aşırı olmalıdır ve ancak devrimci olunabildiği ölçüde düzeni aşan, düzene alternatif yaratabilen bir solun gelişmesi mümkündür.

Cemaatçilerin, piyasacıların ve cümle eyyamcıların kolunun kanadının altına girip nispeten daha ‘büyük’ partide mi yer almak istersiniz, yoksa cemaatçilerden, sömürücülerden ve cümle eyyamcılardan bağımsız olarak büyümeyi, kitleselleşmeyi önüne koyan, kendi devrimci çizgisi üzerinde ilerleyen bir partide mi?

Elbette Dünyada ve Türkiye’de egemen güçler hep solun önüne barikat kurmuşlardır. Mesela 1960’larda da toplum fokur fokur kaynıyordu; yoksul köylüler ağaların topraklarını işgal ediyor, fındık ve tütün üreticileri mitingler yapıyor, işçiler grevlerden fabrika işgallerine koşuyor ve öğrenciler boykot dâhil her tür protesto eyleminin başını çekiyordu. İsmet Paşa bu yıllarda ‘aşırı sol’a bir duvar çekmek kaygısıyla da ‘Ortanın Solu’ndan söz etmişti. Bildik sosyal demokrasiyle bile alakası yoktu yani. Şimdikiler? Onlar ise soldan kaçabilmek için Ortanın Sağı’na çoktan geçtiler bile!

Geçen yıl sonunda ÖDP saflarındaki sosyalistler “devrimci bir siyasi seçeneği ortaya koymada yetersiz kaldıklarını” tespit ettiler. Özellikle yerel seçimler sonrasında eski dönemin yapılarının, örgüt tarzlarının, mücadele biçimlerinin miadını doldurduğu görüşü öne çıkınca, gereğini yaptılar ve yollarına Sol Parti adıyla ve yeni koşullara elverişli araçlarla devam etme kararı aldılar. Ve Cumartesi günü Sol Parti ilk olağan konferansında bu kararlılığını vurguladı.
Günümüzde emekçilerin, ezilenlerin en önemli kesimini gençler ve kadınlar teşkil ediyor ve sorunlar onların müdahalesi olmaksızın çözülemeyecek bir içerik taşıyor. Sol Parti’nin kuruluş günlerinde de yazmıştım: Siyasi İslam karşısında deizmin artması, cami sayısı çoğalırken cemaatin azalması ve gençlerin kendilerinden uzaklaşması en büyük kâbuslarıdır. Giderek artan kadın cinayetleri, İstanbul Sözleşmesi’nin iptali girişimleri kadınların öfkesini ve mücadele azmini artırıyor. Özellikle genç kadınlar AKP saflarından hızla uzaklaşıyor. Bakın işte, Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan bile, dünkü yazısında “İHL’lerde deizm dalgasının sanıldığından da hızlı yayıldığını” söyleyerek feryadı bastı: “Bütün bunlar yetmiyormuş gibi nur topu gibi ürpertici yeni bir sorunumuz daha oldu: Başörtüsü açma trendi! Modaya dönüştü adeta bu. Başörtüsü yasağını kaldırdık ama şimdi başörtüsünü atmaya başladık!”
İşte böyle bir gidişatta, laiklik talebine ısrarla sahip çıkan Sol Parti’ye çok önemli görevler düşüyor. Sol Parti, elbette kuruluşu ‘tamamlanmış’ bir parti olarak görmüyor kendisini. Çünkü asıl şimdilerde her boyutuyla bir ‘partileşme sürecini’ yaşaması gerekiyor. Kendi geçmişinden ve ÖDP’den devraldığı mücadele birikimini, tecrübesini ve azmini, sınıflar çatışmasının her alanında emek eksenindeki bağımsız siyasetini böyle bir partileşme süreciyle hayata geçirecek olan bilinçli kadrolarını çoğaltması da gerekiyor. Çünkü ancak devrimciler öncülüğüyle ve aracılığıyla her alanda örgütlenmesini ve mücadelesini sürdürmesi mümkün. Çünkü karşısındaki güçlerin kitlesel desteği azalırken, hayatın her alanında cemaatleriyle, bekçileriyle sokağa hâkim olmaya yönelik gerici dar kadro örgütlenmeleri giderek güçleniyor ve yaygınlaşıyor. Bu güçlerin karşısında Sol Parti’nin de yine ve yeni bir ‘partileşme süreci’ anlayışıyla yeni bir nitelik sıçramasına ihtiyacı var. Bu ihtiyacın ise halkın her kesiminde direniş meclisleri, ittifakları kurularak karşılanabileceği açıktır.

Siyasi İslamcılığa karşı başta kadınlar, gençler tüm ezilen kesimler içinde gelişen dayanışma eğilimlerini, tüm halk güçlerinin birleşik devrimci muhalefeti olarak örgütlemekten başka çözüm var mı? Yok.

Seçim yapılır, yapılmaz, önümüzdeki süreçte asıl mücadele (sadece seçimler için değil) partiler arasında olmayacak, cepheler, ittifaklar arasında olacak. Sol Parti de ancak böyle bir ihtiyacın karşılanmasında mızrak başı olduğu ölçüde, partileşme sürecinde nitelik sıçraması yapabilecek.