Türkiye bir tuhaflaştı. Geçmişten beri bir dayanışma anlayışı vardı. 
Mademki sol iktidarın gadrine uğramaya en güçlü adaydır, mademki bu ülkede dürüst insanın başına bizzat yaptığı halk için iyi ve önemli işlerden dolayı bin bir iş gelmektedir, buna karşılık sol camianın içinde bir dayanışma kültürünün yaygın ve güçlü olması, solcular için hayata dayanabilmek, inançlarını ya da insan anlayışlarını yaşatabilmek için bir sığınak gibiydi. 
Anladığım kadarıyla ne olduysa 12 Eylülden sonra oldu. 
1990 yılında Boğaziçi’ndeydim. Bir akademisyen adayıyla konuşuyordum. Bana dedi ki -anlamamıştım o zaman- “Aktif siyasetin içinde değilim, çünkü Özal’dan etkilendim.” Kendine düpedüz Marksist’im diyordu ve halka açıkça “insan satmanın ne kadar karlı olduğunu anlatmayla ömrü geçmiş” bir insandan etkileniyordu, böyle şeyleri insanlar yirmili yaşlarında anlamaz, normaldir bu. 
Neyse sonra yıllar geçti, özellikle 1990 dönemecinden sonra, yani baba Busht döneminde, bir seferberlik başladı: ideolojiler, tarihler, değerler, siyaset politikaları, örgüt üyelikleri, yoldaşlık falan alınan satılan bir şey haline geldi bu ülkede. 
En komiğime giden ise şuydu: 
Hangi solcuya oturacağı ve karar vereceği bir masa verildiyse, o solcunun ilk yaptığı şey şu uyarıya kulak kesilmek oldu, “ama solculardan uzak dur, onlara yakınlaşma, makamını kaybedersin.” 
Bunun devamı ise korkunçtu aslında. Dikkat edilirse, ben size diyorum ki masa verilen, memuriyet, resmi bir dairede yöneticilik falan değil, hangi Eryiğit kişi bir masa kapmışsa, o birden ürkütücü bir solcudan-korunma refleksi geliştirmeye başladı, aman yiyebildiğim kadarıyla solcu hakkı yiyeyim o serbestte, ama hangi koşulda olursam olayım iltimas geçmeyeyim. Tabi ki burada durmadı bu iş, ondan sonra solcuda solcunun emeği ve hakkı hiçe indirgenmeye başladı. En budala solcular akıllarını kullanarak makam elde etmeyi başlardılar, en yeteneklileri ise onların gadirlerine uğrayarak hayat törpüleyerek idare etmeye çalışıyorlar. 
Dikkat ediyorum da hangi solcu ünlenmişse, içinde biraz budalalık vardır, hangi solcu ünlenmişse, içinde biraz aşırı boyutlarda diğer solcuların görünmeyen emeği vardır, hangi solcu sol adına konuşuyorsa, söze solun değerlerine küfür ederek başlıyor, bu işte bir saçmalık var. 
Üstelik burada da kalmıyor, aynı budala solcuların ağzından hala solcu olduğu eksik olmuyor, devamı daha korkunç, bugünden bir şey çıkmaz, ama bunlar gelecekte olacak, yalnız epey uzak bir gelecekte. Ne zaman olacağını bilmiyoruz, ama bugünlerde solcu-hakkı yemek serbest nasıl olsa. Güzel işmiş değil mi? 
Mesela sinemamızı ele alalım: bakın kaç tane solcu öğrenci hapiste, Hayat Dönüş Operasyonunda kaç insan öldürüldü, bugüne kadar kaç faili meçhul cinayet var… Onu geçtim, mesela üniversite öğrencilerinin büyük bölümü günümüzde düpedüz açlık çekiyor, inanılmaz kötü besleniyorlar, kitap alamıyorlar, fakülteler düpedüz fotokopicilerle ayakta duruyor, sinemamızdan halkımızın haberi varsa, bu korsan dvd’den ya da internetten kaynaklı bir şey, niye bunların filmi yapılmıyor da, tuhaf şeylerin filmi yapılıyor. Şunu söyleyeyim Türkiye’de solcu olmak o kadar prestij kaybetti ki sonuç olarak bu ülke genelinde beyinsizlik tavan yaptı, neredeyse akıldan söz etsek mundar diyecekler. 
Bütün bunları düşününce aklıma Yılmaz Güney geliyor, hayatının en kritik zamanlarında yardım aldığı, dayanıştığı için bütün ömrünü insanlara adamış bir ömürdü onun ki. Sonuçta anlıyorum ki böyle bir insan olmasına rağmen, darbeden sonra Yılmaz Güney üzerine kaç tane karşı-kampanya yapıldı, boşuna değil, hayatımız ne yazık ki kirli ilkelerin ve ahlaksız baskıların sonucunda çekilmez denilen bölümleriyle yıkık halde, ülke battı, şimdi de solun değerlerini batırmakla meşgulüz.