Düşünce özgürlüğüme doktorum tarafından yasak getirildi. İlaç almayı da, doktora gitmeyi de hiç sevmem.

Düşünce özgürlüğüme doktorum tarafından yasak getirildi. İlaç almayı da, doktora gitmeyi de hiç sevmem. Hastalığı ayakta ya da yatakta atlatmayı tercih edenlerdenim. Ancak başımın sol tarafı (sol gözüm, sol kulağım…) öyle bir ağrımaya başladı ki  bütün hayatımı felç etti. Çoğu ağrılar gibi de beni gecenin bir yarısı uykumun en tatlı yerinde yakaladı. Yatakta hangi şekilde daha az ağrı hissederim diye bir sağa bir sola dönerken uyuyakalmışım. Ertesi gün yeniden varlığını hissettirince ilişkimizin bir gecelik bir şey olmayacağını anladım. .Sağ tarafım sol tarafımdan habersiz, sol tarafım bütün varlığıma hakim, ben de ikisinin arasında ne yapacağımı bilemedim.  Fransa’da herkesin bir “aile doktoru” olmak zorunda. Eğer bir yeriniz ağrıyorsa önce ona gözükmeniz gerekiyor. Kontrolden geçtikten sonra eğer kendisini aşan bir durum varsa (bu benim doktorum başına hiç gelmiyor), sizi uzman doktora yönlendiriyor. Ancak ortaya şöyle bir durum çıkıyor: ağrılar içinde doktorunuzu arayıp randevu alıyorsunuz; (en iyi ihtimalle bir hafta sonrası için), o gerekli görüp sizi bir uzmana yönlendirirse bu sefer uzmanı arayıp randevu almanız gerekiyor ve o da size bir ay içinde bir randevu verebiliyor (bu  iki ay da olabiliyor). Reçetesiz hiçbir eczane ilaç vermiyor. Bir ay bekleyene kadar ağrınız sızınız da kalmıyor. “Reçetemi evde unuttum” diyip ilaç almaya çalışmak işe yaramıyor. Kısacası istemeseniz de hastalığınızı benim gibi ya ayakta ya yatakta atlatmış oluyorsunuz. (ağır bir rahatsızlığınız yoksa tabii). Bu süreç benim gözümde çok büyüdüğünden ve kendimce saçma bulduğumdan elimden geldiğince kendi çözümlerime gidiyorum. Türkiye’den gelirken baş,karın,mide ağrısı ilaçları depoluyorum valizime.Çoğu doktorun nefret ettiği gibi kendi hastalığımın teşhisini kendim koyuyorum. (Neyse ki şimdiye kadar çok ciddi bir durumla karşılaşmadım). Dün de “neyiniz var?” diyen doktoruma “büyük ihtimalle orta kulak iltihabı oldum” dedim. Çok tatlı bir adam. Benim gibi bilinçsiz ve doktor gözüyle belki de nefret edilesi hastaları da çok olmuştur eminim. Ne desin, “gelin, bir bakalım” dedi, hem de aynı gün için! Randevuya bir saat erken gittim.Bekleme salonunda bir yıl önceden kalan dergilerdeki güzel kadınlara bakmaya başladım. Yarım saat sonra her zamanki haliyle yani dağınık, taranmamış, uzamış saçlarıyla kapıda görüldü. Muayene odasına gittiğimizde her şey bir sene önce bıraktığım gibiydi. Darmadağın… Tıpkı saçları gibi. Hani çoğu doktorun kendinden emin tavırları vardır ama  bu onları antipatik yapmaz hatta  “adam işini biliyor” güvenini uyandırırlar bu tavırlarıyla  işte benim doktorum tam tersi. Garip bir adam. Sakar aynı zamanda. Düz yerde ayağı takılır, aşı yaptıktan sonra yanlış yeri bantlar,  yazdığı reçeteyi kaybeder, tansiyon aletini ters takar,  sarhoş gibi gözükür ama içki de kokmaz, o kadar kötü espriler yapar ki yine de şirinliğiyle sizi güldürmeyi başarır. Onun dışında  bütün hastalıkları strese bağlar, siz şiddetli bir şekilde ısrarcı olmazsanız asla sizi bir uzmana yönlendirmez, başlarda gerçekten diploması olup olmadığını sorgulasanız da sonraları şaşırtıcı bir şekilde tespitlerinde hiçbir zaman yanılmadığını görünce inanır, güvenirsiniz ona. Her şeye rağmen beni kulak, burun, boğazcıya yönlendirmesi için ona baskı yapacağıma, reçeteye antibiyotik ve ağrı kesici yazdıracağıma emindim. Evet doktorlar için çok itici bir hastaydım ama her ne kadar onun Uzakdoğu felsefelerini uygulayıp kendimi iyi hissetmeyi ben de çok istesem de sol yanımın rasyonel çözümlere ihtiyacı vardı. Bir süre muayene ve muhabbet ettikten sonra kulağımla ilgili bir problem olmadığını söyledi. Rahatladım. Ardından hastalığımın ismini söyledi ; ”Algie Vasculaire de le face” ! Fransızcasını hiç duymamıştım ama Latince gibi çınladı kulaklarımda. Biraz da bu yüzden olsa gerek çok ciddi bir hastalığa yakalandığım hissine kapıldım. Sonra “düşünmek yasak” dedi. Stres yok, kaygı yok, bir süre okumayın, bilgisayar başında durmayın, yazmayın, kendinizi beyaz ve parlak bir ışığın içinde …. diye devam ederken cümlelerine ben “düşünmek yasak” cümlesinin şokundaydım. Bitirmeyi son ana bıraktığım ve iki hafta sonra teslim etmem gereken bir tez, yazmam gereken yazılar, yapmam gereken işler, düşünmeden sonunu getiremeyeceğim onlarca şey geçti aklımdan . Diğer tarafta beni işlevsiz kılan sol yanım; beynimin sağ tarafının bana oynadığı bir oyun.Hemen bu konu üzerine araştırmalara başladım. Hastalığın Türkçe adı  “küme tipi baş ağrısı” . Türkçesini de daha önce hiç duymamıştım….Yüzde 1 kişide rastlanan,İngilizce “intihar baş ağrısı” diye adlandırılan,morfinle bile azalmayan, kişiyi intihara kadar sürükleyebilen …..” cümlelerini okumak beni rahatlatmadı. Oldukça rahatsız edici olsa da bu denli ağır bir ağrı da çekmiyorum neyse ki. Madem düşünmeme yasak getirildi ben de ağrımın azaldığı bu vakit, düşünmeden, biraz da onu anlatan bir yazı yazmak istedim. Belki hoşuna gider de peşimi bırakır.