Tek başına 8 ay boyunca gezip gördüğü Brezilya, Amazon bölgesi, Uruguay ve Arjantin’deki yaşamları ‘SOLA - Güney Amerika Hatıra Defteri’ isimli kitapta toplayan Dilek Çolak, “Kelimelerim, cümlelerim fazlasıyla özgürdü. Yolculuğumda ne kadar özgürsem SOLA’yı da o kadar özgür bıraktım” diyor

SOLA benim özgürlüğümdü

IŞIL ÇALIŞKAN

Dünyanın neresinde olursa olsun insanlık var oldukça değişmeyen ve değişmeyecek yegane şey mücadele. Dilek Çolak bunun bir örneğini ‘SOLA’* kitabında Güney Amerika’dan bildiriyor. Brezilya, Amazon bölgesi, Uruguay ve Arjantin’i ziyaret eden Çolak, mücadelecileri yerinde gördü. Bu serüveni “Bolivya’da topraksızlarla ve madencilerle, Arjantin’de kayıp anneleriyle, İşsizler Hareketiyle, Barikatçılarla, Brezilya’da evsizlerle, patronsuzlarla, Venezuela’da yoksul mahallelerin kadın hareketleriyle buluştum. Onların yaptıklarını, yapmak istediklerini, nasıl bir dünya hayal ettiklerini kaydettim, yaşamlarına, hikâyelerine tanıklık ettim, etmeye çalıştım” sözleriyle anlatıyor yazar. Çolak ile ilk kitabını konuştuk.

>>Senaristlikten farklı olarak nasıl bir tecrübeydi sizin için SOLA?

İyileştiren, kafamı açan, dünya görüşümü geliştiren ve doğrulayan, tek başıma olmanın ne kadar zor ama bir o kadar da cazip olduğunu gösteren bir süreçti. Yolumun üstünde karşılaştığım, dilini bilmediğim insanlarla kelimelerle, bakışlarla anlaşabilmek cesaretini verdi. Böylesine değerli ‘an’ların yaşamımızda ne kadar az yer ettiğini göstermesi bakımından da ayrıca üzücüydü. Başkalarına dokunurken aslında kendime dokunduğum, kendime ağladığım, güldüğüm, deli kızın çeyizi gibi bolca hikâye topladığım büyüleyici zamanlardı. Ve bunlar şimdi bile beni beslemeye devam ediyor.

>>SOLA’nın yolları nerelerden geçti?

Uzun ve zorlu bir rotaydı. İlk 2005 yılında yazar ve belgeselci Metin Yeğin’le gitmiştim kıtaya. Birlikte birçok belgesel yaptık. Brezilya Topraksızlar Hareketi’nin uzun yürüyüşüne katıldık ve neredeyse her anı kaydettik. Onlar günde 10 kilometre yürüyorsa biz 20 kilometre yürüdük. Brezilya, Amazon bölgesi, Uruguay ve Arjantin’de işgal fabrikalarını gezdik. Onlarla ve kayıp anneleriyle ilgili belgeseller yaptık. 2008 yılında bu sefer tek başıma gittim ve 8 ay boyunca kıtayı dolaştım. Bolivya’da topraksızlarla ve madencilerle, Arjantin’de kayıp anneleriyle, İşsizler Hareketiyle, Barikatçılarla, Brezilya’da evsizlerle, patronsuzlarla, Venezuela’da yoksul mahallelerin kadın hareketleriyle buluştum. Onların yaptıklarını, yapmak istediklerini, nasıl bir dünya hayal ettiklerini kaydettim, yaşamlarına, hikâyelerine tanıklık ettim, etmeye çalıştım. Planlanmamış, önceden belirlenmemiş bir rota… Kısacası SOLA canının istediği ve onu çağıran her yere gitti.

>>Parlak şehir ışıklarından, güneşli kumsallardan ve gösterişli alışveriş merkezlerinin serinliğinden uzak yaşayanların hikâyeleri gerçekliği nasıl yansıtıyor?

Onların gerçekliği zaten yeterince yoksul olmaları ve her şeye rağmen mücadele etmeleriydi. Yeni mücadele yöntemleri bulmalarıydı. Benim rotamı belirleyen tek şey de bu oldu. Benim merakım gittiğim yerlerin tarihi, doğası, yemekleri değildi. Bu da olabilirdi tabii. Tercih meselesi. Üst üste çok fazla yoksullukla, haksızlıkla, adaletsizlikle karşılaşmak da ruhunuza iyi gelmiyor. İşte ben ruhumun alt üst olacağını tahmin ederek ve isteyerek herkesten uzak ve bir o kadar da herkesin içinde olan, bizden olan, biz olan o insanların hikâyelerine dinleyici ve kaydedici olarak kattım kendimi. Ve bütün bunlar bir kitaba dönüşürken de o gerçeklikten kendimi koparmadım. Bu, rotamın üzerinde tanıştığım her insana, bana evini açanlara, yemeğini, hamağını paylaşanlara, korkusuzca kamerama bakanlara karşı bir teşekkür etme biçimi oldu.

PARAYI DÜŞÜNMEDİM

>>Güney Amerika Hatıra Defteri’nin kurgusunu neye göre yaptınız?

Uzun yıllardır senaryo yazmanın avantajını kullandım SOLA’yı yazarken. Sanki uzun bir yolculuğu anlatan, ana karakterin daldan dala atladığı, tripten tribe girdiği, bazen güldüğü bazen de ağladığı bir film hikâyesi yazıyormuş hissine kapılıyordum çoğu zaman. Senaryodan en önemli farkı kitabın bütçesini düşünmüyor olmamdı. Parayı düşünmeden bir şey üretmenin, ortaya çıkarmanın güzelliğini yaşadım böylece. Senaryonun aksine sade, kısa değildi yazdıklarım. Süslü sözcüklerle anlatıyordum ama görsel dünyayı da unutmadan! Kelimelerim, cümlelerim fazlasıyla özgürdü. Yolculuğumda ne kadar özgürsem SOLA’yı da o kadar özgür bıraktım aslında. Her şey yaşandığı gibi gerçek olsun istedim. Kıtada dolaştığım anlarda ise burası, yani doğduğum yerler benim için geçmişi temsil ediyordu. Geçmişi o ‘an’larla birleştirdim yeri geldiğinde. Bunlar rastgele çakışmalar olmadı tabii ki. Kayıplar, yoksulluk, darbeler burada olduğu gibi orada da vardı. Geçmişleri kanlı ve gelecekleri belirsizdi. Kendi geçmişim, yaşadıklarım, hikâyelerim binlerce kilometre ötede matesini içen bir kadının hikâyesiyle çakıştı örneğin. Bana da bunu kâğıda dökmek düştü sadece.

>>Kitap, dünyanın neresinde olursan ol mücadelenin değişmez gerçeğini anlatıyor. Sizin bu konudaki çıkarımınız nedir?

SOLA’yı her defasında okuduğumda aslında dönüp kendime de bakıyorum. Kendimle ve dünyadaki adaletsizliklerle, yoksulluklarla yüzleşmeye çalışıyorum. Etrafımızı saran bencillik ve kötülüğü anlamaya çalışıyorum. Oralara eğer hiç gitmeseydim, o insanları, yapmaya çalıştıklarını, mücadelelerini hiç görmeseydim ne kaybederdim diye soruyorum kendime. Cevabım eksiklik olurdu. Sürekli sorgulayan aklımda ve yüreğimde daima bir şeyler eksik kalırdı. Ve ben onu doldurmak için başka rotalara yol alırdım yine. Düş kurmak, kurduğu düşlerin peşinden çıkarsızca gitmek benim mücadele yöntemlerimden biri sadece. Ve ne şanslıyız ki burada ve dünyanın birçok yerinde umutları için, başkaları için, bizim için mücadele edenler hala var.

*SOLA; İspanyolca yalnız demek