Ücret dışı geçim araçları neredeyse yok olmuş, borçlu, hane içine kapanmış, kendini yeniden üretme kanalları AVM ziyaretlerine sıkışmış ve kültürel olarak kuruyan bir sınıf resmi çıkıyor karşımıza

Sola hayat veren sıradan ve sahici insanlar

GAMZE YÜCESAN ÖZDEMİR

“Hiçbir şeyleri yoktur sıradan ve sahici insanların” der Melih Pekdemir, “ancak kısacık ve küçücük mutlulukları vardır ve upuzun kocaman umutları.” Ve ekler, “bunu fark ettikleri zaman, umutları devinir devrim olur.” Onlar, bu memlekette solu ve devrimciliği yaratanlardır, yaratacak olanlardır. Sömürü ve eşitsiz güç ilişkileri içinde gündelik hayatlar, bu eşitsizlikleri meşrulaştıran kural ve kodlarla devam eder. Öyle anlar gelir ki, bu kuralların ve işleyişin kırılmaya başlaması ile eşitsizlik ve adaletsizlik toplumsal kesimlerin karşısında çırılçıplak görünür olur. Bu anlar ahlaki öfkenin mayalandığı anlardır. Bu anlar solun mayalandığı anlardır.
Sıradan ve sahici insanlarla tüm bağını kopartanların, siyaseti HDP ve CHP ile “konuşmak” olarak görenlerin, kendilerine ait olmayan yüreklerin çırpınışlarına rota çizen stratejistlerin, yüksek siyaset sahnesinde görünür olmaya çalışanların solculukları ahlaki öfkenin mayasına pek de bir şey eklemez. Emeğin yanında durmak sıradan ve sahici insanların umutlarıyla umutlanmaktır. Onlarla düş kurmak, onlarla kararmak, onlarla aydınlanmak ve geleceği onlarla doldurmaktır.

Sıradan ve sahici insanları yakından tanımak için Genel-İş sendikası üyesi işçilerle ortak bir çalışma yaptık. Dertlerini, sorunlarını ve memlekete dair düşüncelerini anlamaya ve açıklamaya dönük bir araştırma yürüttük. Onlara sorular sorduk, onlarla söyleştik. Bu araştırmanın ön notlarını paylaşacağım bu yazıda.

Memleketin en doğusundan en batısına bütün bölgelerinden görüştüğümüz 630 işçinin yüzde 60’a yakını taşeron işçisi. Son yıllarda, taşeron çalışma, işçi sınıfının önemli bir bölümünü yatay kesen bir deneyim. Taşeron çalışmaya giren nüfusun kapsamının artmasına paralel olarak yaş itibariyle de giderek gençleşen bir eğilimden söz edebiliriz. Bu eğilim yeni bir genç işçiler kitlesini işaret ettiği gibi örgütlenme alanında yeni bir sendikal kuşağın da gelmekte olduğunu gösteriyor bizlere. Yine ulaştığımız taşeron işçilerin üçte ikisinin eşleri çalışmıyor. Ama çalışan kadınların da hemen hemen hepsi sözleşmeli, parça başı ve düzensiz işlerde çalışıyorlar. Diğer bir deyişle, geleceksizlik tüm aile üyelerince deneyimleniyor.

Taşeron işçilerin büyük bölümü (yüzde 83) yalnızca ücret geliri ile yaşamını sürdürüyorlar. Küçük bir kısmı ise ev kirası, emekli maaşı gibi ek gelirlere sahip. Bu işçiler çoğunlukla anne-babalarıyla birlikte geniş aile olarak yaşayanlar. Taşeron işçilerin önemli bir bölümü ise ek iş yapıyor. Bir işçi şöyle anlatıyor: “Yetmiyor, ek iş yapmak zorundayız. Hamallık yapıyorum, banka temizliklerine gidiyorum, gündelik işler... Yine de yetmiyor.”

Emekçilerin sermayeden isteyebileceği en asgari talep bir işe sahip olmaktır. Süreç içinde emekçilerin talepleri daha iyi ücretler, daha iyi sağlık, daha iyi bir yaşam olarak artar. Bugün gelinen noktada, emekçiler bir işe sahip olma talebine kadar gerilemiştir. Taşeron çalışma, sözleşmeli, parça başı çalışma, yarın işinizin olup olmadığını bilmediğiniz bir güvencesizliktir. Bugüne dair parçalılıktır. Sahip olduğunuz iş değil, işler bile insanca bir yaşamı sürdürmeye yetmemektedir.
sola-hayat-veren-siradan-ve-sahici-insanlar-214460-1.
Bu topyekün güvencesizliğe dahil olma noktasında eğitimin de ayırt edici yönü giderek ortadan kalkmaktadır. Görüştüğümüz taşeron işçiler arasında üniversite eğitimlilerin sayısı azımsanmayacak düzeydedir (yüzde 12). Bu mezunlar ilkokul ve ortaokul mezunu taşeron işçilerle aynı işleri ve aynı koşulları paylaşmaktadırlar. Bu durumun sınıfın içinde yeni yakınsama biçimleri ve ortak deneyimlerin gerçekleşmesine zemin hazırlayacağı düşünülebilir.

Taşeron işçilerin hemen hepsi borçlular. Borçluluk tüm hayatları esir almış durumda. Borç ise büyük çoğunlukla akrabalardan alınıyor. Bir kısım işçi ise kredi kartıyla borçlanmış durumda. Bir işçi “takla attırmak” diye anlatıyor, borçluluk sürecini, “bizim gibi geçim sıkıntısı çeken bireylerin en çok yaptığı bankalarda takla attırma olayı. Yani birinden çekip ötekini kapatıp, o şekilde bir takla düzeneği var.” Tırnak içerisinde verilen ifade bir kişiye değil, bir sınıf konumuna aittir. Bu sınıf konumunu işgal edenler, bu yaşamı sınıf konumunun gereğince borçlanarak sürdürmektedirler. Borçlu olma hali, sınıf konumunun taşıyıcılarını (mezhebine, etnisitesine bakmaksızın) benzer şekilde yıpratmaktadır. İradeyi korumak ve özgüveni yıpratmamak ancak sınıfın ortaklıklarını vurgulamakla ve sınıfsal taleplere siyasal, ideolojik ve iktisadi içerikler kazandırmakla olur, yüksek stratejilerle, etnik-mezhepsel taleplerle değil.

Kültürel ve toplumsal deneyimlere dönük sorular da sorduk: “İş dışında neler yapıyorsunuz?” Çoğu ek iş yapıyor. Dolayısıyla, iş dışında sosyalleşme zamanları çok yok. Bununla birlikte sosyalleştikleri yerler alışveriş merkezleri, diğer bir deyişle, AVM’ler. İş dışında vakit geçirdikleri kimseler aileleri. Atomize olmanın haneler bazında gerçekleştiği bir süreçten bahsedebiliriz. Ücret dışı geçim araçları neredeyse yok olmuş, borçlu, hane içine kapanmış, kendini yeniden üretme kanalları AVM ziyaretlerine sıkışmış ve kültürel olarak kuruyan bir sınıf resmi çıkıyor karşımıza. Bu manzara başta sendikalar olmak üzere tüm toplumsal muhalefet için acil müdahale alanlarını ve yaşamın aktığı sıradan ama sahici dip hareketlerini göstermesi bakımından oldukça kritik.

“Sizce ülkemizin en önemli sorunu nedir?” sorusunun cevabı ise tüm işçiler için, memleketin en doğusundan en batısına, tek: İşsizlik. İşgücü yeni değer yaratabilen tek üretim unsurudur. İşgücü bir insanda muhafaza edildiği için işsizlik diğer üretim faktörlerinin atıl kalmasından farklıdır. İşgücü hayat ile beslenir ve işgücünün sermaye tarafından satın alınmaması hayati bir probleme dönüşür. İşgücünü diğer üretim faktörlerinden farklı kılan da bu insani tarafıdır. İşsizlik kapitalizmde sermayeye bir özgürlük alanı açar. Yüksek işsizlik sermaye açısından ücretleri daha rahat düzenleyebileceği bir ortam yaratır. İşçi açısından ise işsizlik korku duyulan bir durumdur. İşten atılan ya da işi olmayanların sayısı ne kadar çok ise, fiilen çalışan için baskı da o derece yoğundur. İşsizlik, filen çalışanlar için yoğun bir korku yaratır ve onların iradesini kırar. İradesi kırılanlara vaat edilen ise uzun çalışma saatleri, kayıtsız ve esnek istihdam koşulları ve işyeri şiddetidir.

Uzun saatler çalışma, sürekli ek işler yapma, ağır bir borç altında olma ve yine de yetmeyen bir gelir. Seyhan Erdoğdu bir makalesinde, bir işçinin sendika dergisinde yazdığı bir şiire yer verir: “Bu hayat hiç umduğumuz gibi gitmiyor. Yaşadıkça geçim derdi asla bitmiyor. Bir de kazancım asgari ücret yetmiyor. Hep çalışmakla geçiyor güzelim ömrüm.” Topluma değil de sermaye birikimine çalışmakla geçen güzelim ömürler...

Yazıda bahsettiklerimizi özetlersek, taşeron işçiler ağır borç altındalar ve işsizlik tehdidini her gün deneyimliyorlar. Son dönemde yakıcı olarak duymak istedikleri şöyle bir ifade olabilir: “Borçlandırılanlar borçlandıranlardan hesap soracak!” Gündelik hayatları, farklı deneyimlerle renklendirilmeyi bekliyor. Emekten yana yapıların onlarla buluşmalarını, imkanlar yaratılmasına önayak olunmasını bekliyorlar. Yıpranan iradelerin tamirine ve kolektif deneyimler halinde yeniden üretimine ihtiyaç büyük. Bu ihtiyaç işçilerin kendilerine ve topluma karşı yılgınlığında da ortaya seriliyor. Kolektif iradenin kaybı işçilerin dilinde yılgınlık olarak dile geliyor: “halkı gördüğümüz zaman insanın inancı sönüyor.” Bu nedenle gündelik hayatın örgütlenmesinde yer almak, onlarla birlikte kültürel, siyasal uğraşlar üretmek oldukça önemli gözüküyor. Hayatın tümünü ve yalnız işçileri değil işçi hanelerini örgütlemek nesnel bir ihtiyaç olarak kendini ortaya koyuyor.

Emekçilerin yaşadıklarını serimledikten sonra denilebilir ki, siyasal aktör olma işlevini HDP ve CHP ile “konuşma”ya indirgeyerek, halihazırda örgütlü kimi yapıları yan yana getirerek ve yüksek siyaset sahnesinde olmaya çabalayarak yapılan solculuktan emek yanlılığı çıkmaz. Memlekette sıradan ve sahici insanları görenler, onların dertlerine, küçücük mutluluklarına ve upuzun umutlarına ortak olanlar ve dipten gelen dalgayı örgütleyenler... İşte onlar, bugünü yarına taşıyacak olan mücadele arkadaşlarıdır.