Sola ve kaybedenlere oynuyorlar

Éric Aeschimann

Fransız Akademisyen Ranciere ile Fransa’daki Cumhurbaşkanlığı sisteminin yapısı, siyasetin profesyonelleşmesi ve halkın temsilden uzaklaşması üzerine yapılan söyleşi:

»François Hollande’nin aday olmama kararından beri, François Fillon’a yasal yönden sorun çıkartan üzücü olaylar sonrasında, güncel başkanlık kampanyası art arda gelen dramatik dönüm noktalarından geçti. Ve siz, Jacques Ranciere, bu seyirlik gösterinin biricik gözlemcisisiniz. Yıllardır temsili demokrasinin açmazlarını halka anlatıp duruyorsunuz, ki siz hakiki bir demokrasi üretmek için temsili demokrasinin yetersiz olduğunu görüyorsunuz. Şu anda olup bitenleri nasıl analiz edersiniz?
“Temsili demokrasi” zıt uçları içeren bir terim olmanın ötesine geçmiştir. Buna göre, (sistemden) önce kurulmuş insanların kendi temsilcilerini seçerek kendilerini ifade ettikleri yanlış fikri üzerine inşa edilmiştir. Aynı şekilde insanlar siyasal sürecin öncesinde varolan (hazır) verili varlıklar olarak kavranırlar: işin doğrusu, aksine bu sürecin sonunda şekillenirler. Bu ya da şu siyasal sistem bu ya da şu tip insanları yaratır, yoksa sistemden önce varolan insanlar kendi sistemlerini kurmazlar. Bunun yanı sıra, temsili sistem şu fikir üzerine kurulur, toplumda bir sınıf vardır, bunlar da toplumun genel çıkarlarını temsil ederler. Amerika’nın kurucu babalarının zihinlerinde, bu ideal sınıf aydınlanmış toprak sahiplerinin (ağalarının) sınıfıydı. Bu sistem bu sınıfın içinden gelen meşru temsilcilerini belirleyen insanları yaratır, periyodik olarak oy sandıklarıyla tercihlerini gösterir ve teyit ederler. Temsili sistem zaman içinde yavaş yavaş profesyonellerin kendi kendilerini ürettikleri bir ilişkiler ağı haline dönüştü. Ama bunu yaparken bu sistem kendi varlık nedeninin ve çıkış noktasının tersini üretti, profesyoneller tarafından temsil edilmeyen bir halk ve kendisinin temsilciler ile gerçekten onu yeniden diriltecek olanakları oluşturma talebi ve imkânına dair mitsel tasarımı bugün tersine dönüşmüştür. Bu tiyatronun bir parçasıdır –sürekli olarak niteliğin düştüğü bir parçası- ki her bir seçimde şimdi kendini yeniden üretiyor.

»Sizinki çok karanlık bir görüş. Bu sistem içsel olarak taraflı mıdır?
Tam da bu ilkenin kendisi oligarşiktir ve demokratik değildir. Ve Fransa’da bu oligarşi, özellikle aydınlanmış mülk sahiplerinin yalnızca mülkiyetin çıkarlarını temsil ettikleri açık hale geldiğinden beri kendi meşruiyetini kaybetmiştir. Bu özellikle en açık ve yalın haliyle “Cumhuriyetçilerin” 1848 ve 1871 yıllarında oluşturdukları meclisler ile kendini sahnelemiştir, işçiler ve devrimcilere karşı öfke duyan kralcıların açık bir toplamı haline geldiği zamanlar yani. Bu oligarşi adım adım kendisinden başka hiçbir şeyi temsil etmeyen politikacılar sınıfı haline geldi. Beşinci Cumhuriyetçi çoğunluk ve onun başkanlık sistemi bu süreci hızlandırdı. Bizim şimdi iki alternatif grubumuz var, her birisi sırasıyla bütün iktidarı yönetiyor ve elinde tutuyor. Bu da profesyonelleşmeyi güçlendiriyor, dayanıklı hale getiriyor. Buna paralel olarak, bu profesyonelleşmenin ihanet ettiği halkı yeniden diriltmek için başkanlık figürü destekleniyor.

»Ama o zaman, niçin herkes “sisteme karşı” olduğunu iddia ediyor?
Kendisini yeniden üretirken, sistem mekanik olarak içsel bir bölünme üretir, şeytani bir ikizini üretir. Hakikatte çoğunluk kısmı yalnızca seçenlerin beşte birini temsil eder, böylelikle gerçek çoğunluğu oluşturan insanların temsil edilmedikleri hakikatini kendi içinde açık ve net ispatlarcasına yaratır. Yine de diğer partiler kendi sıraları geldiğinde iktidarı aldıkları zaman, onlar giderek artan biçimde bir diğerine benzemeye başlar. Bu nedenle karşılıklı atışma teması içinde kendini tekrarlar ve halka ihanet eder. Bir kurum olarak insanları doğrudan temsil ettiklerini iddia ederler, başkanlık, sistemin kendi içsel gerilimini artırıyor. Başkanlık sistemi adayların “ben halkın temsil edilmeyen kesiminin adayıyım” diye iddia etmeleri için alan açıyor! Sol-kanat partinin ihanetlerini açığa vurmak isteyen inançlılar için uygun bir oyuk var, şimdi ise Sağa benzeme noktasına geldiler. Le Pen için uygun bir oyuk var, bu da acı çeken, kaybeden insanların durumuna karşılık geliyor. Macron için uygun bir oyuk da var: partiler arasındaki kutuplaşmaya muhalif olan ulusal kuvvetler için. Ve aynı zamanda bunların birbiriyle örtüşen yönleri var, Melenchon’un durumunda olduğu gibi, bunlar hem “inançlı” Sol ve hem de kaybeden insanlara oynuyorlar. Belirli bir dönemde, işçilerin partileri örgütlü kolektif kuvvetleri temsil ettiler ve dışarıdan sisteme baskı yapma noktasına geldiler. Bugün “gerçek insanlar” bir figürdür, sistemin kendisinin şekil verdiği bir figür. Öyle bir noktaya geldik ki biz artık farklı rolleri kimlerin alacağını bilmiyoruz: şimdilerde, bir milyarder milyarderler üstüne ağız dalaşı yaparak insanları temsil edebilir.

İngilizceden çeviren Zahit Atam