Brezilya’daki kalkışma Latin Amerika’da esen sol rüzgâra karşı sağda daha da radikalleşen muhalefetin ne ilk ne de son hamlesi ancak kıtada solun demokrasi inşası sürüyor. Lula’nın politikalarından rahatsız tarım-ticaret endüstrisine vurgu yapan Siyaset Bilimci David Adler, solcu liderlere karşı oligarşinin yürüttüğü legal savaşa dikkat çekti.

Solcu liderlere karşı oligarşinin savaşı
Siyaset bilimci David R. K. Adler.

Yaren ÇOLAK

‘İkinci pembe-kızıl dalga’nın yaşandığı Latin Amerika’da darbeler sürecinin yeni hedefi Brezilya’nın solcu Devlet Başkanı Lula da Silva oldu. Ancak başarısız sonuçlanan darbe girişiminin ardından Lula’nın üçüncü dönemi başladı.

New York Times, The Guardian, The Washington Post, Foreign Affairs ve Jacobin’deki analizleriyle tanınan siyaset bilimci David R. K. Adler, Brezilya ve Latin Amerika’da yaşananları BirGün’e değerlendirdi.

Brezilya’daki Ulusal Kongre baskını ve ABD’deki Beyaz Saray baskını arasındaki benzerlik bize ne anlatıyor?
Birkaç yıl boyunca, strateji, taktik, finansman ve politika açılarından sınırları aşan güçlü bir aşırı sağ liderler ağının oluşumuna tanık olduk. Bunlar gölge/gizli ağlar değil; aksine, Steve Bannon (ABD), Jair Bolsonaro (Brezilya), Viktor Orban (Macaristan), Giorgio Meloni (İtalya) gibi figürleri bir araya getiren Muhafazakâr Siyasi Eylem Konferansı (CPAC) veya Madrid Forumu gibi forumlarda açıkça faaliyet gösteriyorlar.
Demem o ki, Beyaz Saray’a veya Brezilya Kongresi’ne saldıran baskıncılar, kurumsal desteklerinin derinliği hakkında kesin güvenceler ve mali destek olmadan bunu asla yapamazlardı. Ayrıca her iki baskında da örgütlenme ve uygulamalar çarpıcı şekilde benzer.

Polisin yeteri derecede müdahale etmediği iddiaları doğru mu?
Federal Polisin Brasilia ayaklanmasındaki suç ortaklığına dair hiçbir şüphe kalmadı. İnternetteki videolar yeterince açık birer kanıt: Polis memurları; isyancılarla poz veriyor, şiddetin başladığı ‘sahneye’ kadar eşlik ediyor; ordunun emriyle bile bazılarını tutuklamayı reddetiyor. Tabii ki bu videolara tek başına inanmak zorunda değiliz. Ancak şunu biliyoruz ki; özellikle askeri polisin Bolsonaro ile arasında güçlü bağ bir sır değil. Bunun en açık örneği, Federal Karayolu Polisi başkanının sabahın erken saatlerinde memurlarına Yüksek Seçim Mahkemesi’nin emirlerine uymamalarını, bunun yerine barikatlarla ilerlemelerini söyleyen gizli bir emir imzaladığı ekim ayındaki devlet başkanlığı seçimlerinden geliyor. O gün polis, seçmenlerin sandık merkezlerine ulaşmasını engellemek için ülkenin Lula’yı destekleyen bölgelerindeki otoyollarda barikatlar kurdu.

PARA NEREDEN GELDİ?

Bu baskını yapanlar kim? Yalnızca Bolsonaro destekçileri mi?

Brasilia’ya yapılan baskın, Bolsonaro’nun bir grup sıkı destekçisi tarafından yönetildi. Ancak daha detaylı bakmak gerekiyor. Örneğin, bu protestoculara baskını gerçekleştirmek için başkente “tüm masrafları” ödenmiş geziler vaat edildiğini biliyoruz. Para nereden geldi? Lula, isyanı takip eden konuşmasında, bu finansman kaynaklarının araştırılmasının önemini vurguladı ve özellikle önemli bir finansör olarak tarım-ticaret endüstrisine işaret etti. Neden? Niye? Bu endüstriler, büyük ölçüde işçileri sömürme, araziye el koyma ve buradan kaynak çıkarma kapasitelerine güveniyor. Onlar için Lula’nın politika gündemi -asgari ücreti yükseltmek, atalardan kalma toprakları savunmak ve yasadışı ormansızlaştırma ve madencilik uygulamalarını ortadan kaldırmak- maddi bir tehdit oluşturuyor. Dolayısıyla çıkarları doğrultusunda Lula hükümetine ilişkin saldırıları finanse etmek bu şirketler açısından kritik olacaktır.

Başkentteki bir isyanın Lula hükümetine gerçek bir “darbe” getirme olasılığının düşük olduğunu anlıyor; ülkeyi ele geçirmek için birkaç binden fazla protestocu gerektiğini biliyoruz. Tutkuları daha ziyade Lula hükümetinin çalışmalarını aksatmak ve onun demokratik yetkisine zarar vermek. Bu nedenle, isyancıları hapsetmenin şu anda Brezilya demokrasisinin karşı karşıya olduğu sorunu çözeceğini düşünmemeliyiz. Latin Amerika’daki insanlar bana sık sık vurguluyor: ABD’nin desteği olmadan hiçbir darbe olmadı. Bu nedenle, anti-demokratik tehdidi yalnızca aşırı sağın sınırlarına veya ana figürlerinin buluştuğu, konuştuğu ve plan yaptığı uluslararası ağlara yerleştirmemeliyiz. Demokrasiyi savunmak sadece faşistleri hapse atmak değildir. Aynı zamanda güçlü kuzey komşusu ABD’nin müdahalesinden korumakla da ilgilidir.

KORKUTAN DARBE TEHDİDİ

Olası bir askeri darbeden söz etmek mümkün mü?
Brasilia ayaklanmasını anlamlandırmak için geniş bir nüfusa bakmak gerekir. Çünkü demokrasiye yönelik ‘gerçek’ ‘tehdit’ bu geniş destek tabanında bulunur. Brezilyalılar, Bolsonaro ve geçen pazar günkü ayaklanmalar hakkında genel olarak ne düşünüyor? Brezilya’nın en güvenilir anket şirketi Datafolha’ya göre Brezilyalıların yüzde 93’ü isyanı kınıyor. Bu ezici çoğunluk, Brezilya’daki demokrasi kurumlarının korktuğumuzdan daha sağlam olabileceğini düşündürüyor.

Ancak diğer veriler daha korkunç bir hikâye anlatıyor. Bu veriler Brezilyalıların -pazar günkü şiddeti onaylamamalarına rağmen- temel demokratik değerlerden ne ölçüde uzaklaştıklarını gösteriyor. Yüzde 39,7 Lula’nın Bolsonaro’dan daha fazla oy aldığına inanmıyor. Daha da rahatsız edici olan, yüzde 36,8 “devlet başkanlığı seçimlerinin sonucunu geçersiz kılmak için askeri müdahaleden yana”. Bu veriler, ordunun ülkedeki en güçlü aktör olmaya devam ettiğini hatırlatıyor. Beni en çok korkutan da bu askeri darbe kapasitesi.

DEMOKRASİ YEMİNİ VE UMUT

Lula hükümeti ve sol nasıl bir sınav veriyor?
Brasilia’daki isyandan sadece bir gün sonra, ülke çapında büyük ve kendiliğinden demokrasi yanlısı seferberlikler gerçekleşti ve yüzbinlerce Brezilyalıyı sokaklara döktü.

Çarşamba günü, iki parlak ve cesur kadının; yeni Irksal Eşitlik Bakanı Anielle Franco ve yeni Yerli Halklar Bakanı Sonia Guajajara’nın Başkanlık Sarayı’nda Başkan Lula, eski Başkan Rousseff ve bir dizi Kabine ile birlikte tarihi yemin törenine katıldım. Orada, kırık camlar ve mobilyaların arasında, ülkenin en dışlanmış topluluklarına hizmet etme konusunda umut ve kararlılıkla dolu yeni bir Brezilya vizyonu doğdu: siyahlar ve yerliler, yoksullar ve çevredekiler. Bu bakanlar, tıpkı Başkan Lula’nın kendisi gibi pazar günkü olaylarla sarsılmış olabilir. Ama yılmadılar. Bu hükümetin çalışmaları, Bolsonaro’nun alevlendirmek için çok şey yaptığı sağlık, açlık ve evsizlik krizlerini ele alarak devam ediyor.

İKTİDAR İÇİN YARGI İŞGALİ

Latin Amerika’da 21. yüzyıla özgü yeni bir darbeler süreci yaşanıyor diyebilir miyiz?
Latin Amerika’da, demokrasiye yönelik bir dizi tehdit ve yenilgiyi kabul etmek istemeyen sağda giderek daha radikal bir muhalefet görüyoruz. Sadece son üç yılda bölgede şiddetli darbelerin ve darbe girişimlerinin patlak verdiğini gördük: Bolivya, Peru, Brezilya.

Ancak bu demokrasilerin temellerini aşındırmak için daha sofistike taktikler de gördük, görüyoruz. Özellikle, solcu liderleri iktidardan uzaklaştırmak için taktik olarak ‘legal savaşın’ diğer bir deyişle hukukun araç olarak kullanıldığını gördük. Başkan Dilma Rousseff’in 2016’da Michel Temer hükümetine yol açmak için yasal bir darbeyle indirildiği Brezilya’dan başka bir yere bakmamıza gerek yok. Peki, Michel Temer ne yaptı? Brezilya’nın fakir ve emekçi halkına karşı benzeri görülmemiş bir kemer sıkma programı uygulamaya devam etti. Her zaman amaç budur: Tek bir hükümdarı devirmek veya “yolsuzluğu” durdurmak değil. Birileri için birikim, birileri için yoksulluğu destekleyen bir politik-iktisadi modele destek vermek.

O halde aynı taktiği Ekvador’da Başkan Rafael Correa’ya ve Arjantin’de Başkan Cristina Fernandez de Kirchner’e karşı görmemiz tesadüf değil. Kapsamlı destek tabanlarına ve askeri müdahale için radikal tercihlere rağmen, aşırı sağın seçimleri özgürce ve adil bir şekilde kazanmak için yeterli oyu yok. Bu nedenle, yargının ele geçirilmesi yoluyla yasal savaşın konuşlandırılması iktidarı ellerinde tutmanın tek yolu.