Türkiye sosyalist hareketinde bir süredir kendisini hissettiren, Gezi Direnişi veya 31 Mart/23 Haziran süreci gibi toplumun politize olduğu dönemlerin akabinde yakıcılığı artan etkisizlik daha fazla devam etmemeli. Sosyalist hareketin bu etksizliği kıracak, toplumda umut yaratacak bir seçenek yaratacak birikimi var. Ancak bu birikimin kendini yeniden üretmesi, sosyalist siyasetin yeniden toplumsallaşmasına bağlı.

Solda ihtiyaç yeni bir devrimci merkez

TUNCA ÖZLEN

Sağın siyasete hâkim olduğu, Cumhuriyet tarihi boyunca kendisi solda tanımlayan hiçbir partinin tek başına iktidara gelmeyi başaramadığı, solcuların kendilerini sağcılara beğendirmek için uğraştığı bir ülke burası.

Sağ partiler sol tabanın oyunu veya rızasını almak için herhangi bir girişimde bulunmaya tenezzül etmezken, sol partiler özellikle seçim dönemlerinde giderek daha fazla sayıda sağcıyı vitrine yerleştiriyor.

Kime sorsanız kendisini “merkez”de tanımlıyor. “Merkez”, sağın yeni tanımı olmuş adeta. Dikkat ettiyseniz “merkez sağ” yerine çoğunlukla sadece “merkez” deniliyor. “Merkez sol” ise bir takım toplumsal duyarlılıklara sahip olmayı, aşırı milliyetçilik ve dincilikten uzak olmayı ifade ediyor en fazla.

Solcu denildiğinde akla devrimci, sistemi değiştirme arzusundaki kişi gelmiyor bir süredir. Laiklikten yana olmak, dini referanslardan uzak bir yaşam tarzı sürmek bu kategoriye girmek için yetiyor. Mücadeleyi ve değişimi çağrıştırması gerekirken, solculuk elde avuçta kalanı koruma çabasına indirgeniyor.

Sol neydi sol emekti

Rejim değişikliğiyle taçlanan 17 yıllık sürecin yarattığı tahribatın bir boyutu da, siyasi arenada tanımlayıcı / belirleyici olan tarihsel referansların alt üst olması.

Rejim değişikliğine direnirken “Cumhuriyetçi, ilerici, yurtsever, laik” gibi tanımların ön plana çıkması, konjonktürel belirlenimlerin baskısı altında yeniden biçimlenen solun tarihsel referanslarla kurduğu bağın zayıflamasına yol açtı.

Siyaset sahnesine solu temsil etme iddiasıyla çıkan aktörlerin ilk iş olarak buradan başlaması, içeriği boşaltılan solu yeniden tanımlamaları gerekiyor.

Sınıf mücadelesiyle sağlam bağlar kurmayan, emekle sermaye arasındaki çelişkide açık açık emeğin safında yer almayan sol olmaz.

Burjuvazinin farklı katmanlarına “milli üretken güçler” diyerek sömürgenleri aklamaya çalışandan, “vatan savaşı” diyerek iktidarın aparatına dönüşenden sol olmaz.

1923 Cumhuriyet’inin mirasını savunmakla yetinen, Cumhuriyet’i devrimci bir temelde yeniden inşa etmeyi hedeflemeyen sol olmaz.

Kürt sorununda siyasi çözümden yana olmayan, barış talebinin etrafından dolaşan, milliyetçilikle hesaplaşmayan sol olmaz.

İşçi sınıfını, kapsadığı toplumsal dinamikleri (gençler, Aleviler, Kürtler, kadınlar, LGBTİ’ler vs.) dikine kesen bir eksen olarak görmeyen, mücadeleyi zenginleştirmek yerine kimlik siyasetini sınıf siyasetiyle ikame eden sol olmaz.

Sınıfçılık adına toplumsal dinamikleri yok sayan, kimlikleri sırf sınıfın bölünmesi için icat edilmiş yapay kategoriler olarak gören sol olmaz.

Sınıfın öz örgütlerinin oluşmasına ön ayak olmadan, dayanışma ağlarına katılmadan, sendikalarda yer almadan kendisini “öncü” ilan edenden sol olmaz.

“Umut yaratacak bir seçenek için…”

ÖDP Parti Meclisi’nin sonuç bildirisi bu başlığı taşıyor. Türkiyeli sosyalistlerin önünde, halkta umut yaratacak yeni bir seçenek yaratma görevi duruyor.
Saray rejiminin dikiş tutturamadığı, Cumhur İttifakı’nın toplumsal tabanının eridiği, ekonomik göstergelerin sürekli kötüye gittiği bir tabloda bile solun kendiliğinden yükselişe geçmesi beklenemez. Aksine, solun etkisiz kalması durumunda bu tablo aşırı sağ eğilimlere yarar.

Nesnel şartlar ne denli uygun olursa olsun, solun kitleselleşmesi devrimci bir seçeneğin kendisini hissettirmesine bağlıdır. Şartların hiç de müsait olmadığı dönemlerde devrimciliği yaşatan da budur.

Türkiye sosyalist hareketinde bir süredir kendisini hissettiren, Gezi Direnişi veya 31 Mart/23 Haziran süreci gibi toplumun politize olduğu dönemlerin akabinde yakıcılığı artan etkisizlik daha fazla devam etmemeli. Sosyalist hareketin bu etkisizliği kıracak, toplumda umut yaratacak bir seçenek yaratacak birikimi var. Ancak bu birikimin kendini yeniden üretmesi, sosyalist siyasetin yeniden toplumsallaşmasına bağlı.

22 Aralık’ta Ankara’da toplanacak ÖDP kongresi, söz konusu birikimin rüştünü ispatlaması adına çok iyi değerlendirilmesi gereken bir fırsat. Sosyalist harekette örgütsüzlüğün ve savrukluğun bu denli yaygın olduğu bir dönemde toplanan kongrede bu tabloyu değiştirecek bir irade ortaya konabilirse, yeni bir devrimci merkezin inşasının da yolu açılır.

Ekolojik yıkım, hayvancılık endüstrisinin bundaki rolü, toplumsal cinsiyet eşitsizliği gibi başlıkların yakıcılığı artıyor. 21. yüzyılda sosyalizm yeniden güçlü bir iktidar alternatifi haline gelecekse, günümüze damgasını vuran sorunlara net ve radikal yanıtlar üretmesi gerekiyor. 21. yüzyıl sosyalizminin ülkemizdeki ayağını inşa etmek de bizlere düşüyor. Kongre, bu bakımdan da önem taşıyor.

Sonuç bildirisi, “Yeni bir başlangıcı birlikte örgütlemek için emekten, özgürlükten, bağımsızlıktan, laiklikten, eşitlikten, soldan, devrim ve sosyalizmden yana herkesi birlikte yürümeye, süreci birlikte örgütlemeye davet ediyoruz” sözleriyle son buluyor.

Devrimcilik böyle bir davete icabet etmeyi gerektirir.

22 Aralık’ta buluşmak, 23 Aralık’ta beraber yürümek ümidiyle.

cukurda-defineci-avi-540867-1.