Türkiye, hükümetin dış politikadaki hamlelerinin sonucunda ağır bedeller öderken, ABD-Rusya arasında güdülen denge siyaseti artık tutmuyor. Rusya ile bir dönemin sonuna gelindiğini belirten Öğretim Görevlisi Soli Özel, Ankara’nın bu kez ABD eksenine kaydığını vurguluyor

Soli Özel idlib, libya ve rusya krizini değerlendirdi: İktidar dış politikada çuvalladı

Mehmet Emin Kurnaz

İÇERİDE kriz yaşayan AKP iktidarı, dış politikada macera arayışlarından vazgeçmiyor. Barış Pınarı, S-400, Libya ve Doğu Akdeniz derken İdlib’de yaşanan çatışma ve bir türlü çözülemeyen kördüğüm, can kayıplarının yanı sıra ülkeyi yeni krizlerin eşiğine sürüklüyor. Bu haftaki söyleşimize Kadir Has Üniversitesi’nden Öğretim Görevlisi Soli Özel konuk oldu. Bölgedeki gerilimin yanı sıra ABD-Rusya ve Türkiye ilişkilerini de konuştuğumuz Özel, “Daha düne kadar ‘Amerika dinle bizi yoksa pişman olursun’ diye yazanlar şimdi ‘ABD ve AB Rusya’yı engellemeli’ diye yazıyorlar. Buradan bakınca dış politikada karşılıklı güçlerin iyi tartılmadığını hemen her aşamada görüyoruz” diyor.

Son yazınızda İdlib krizine ilişkin Marquez’in Kırmızı Pazartesi’ndeki gibi herkesin bildiği bir cinayet benzetmeniz oldu. İdlib’de neler oluyor? Türkiye burada ne yapmaya çalışıyor?

Bugün İdlib’de varılan nokta aslında çok şaşırtıcı değil. Malum, Suriye’de rejimin girmeyi başarabildiği her yerden kaçan siviller ve gönderilen cihatçıların hepsi bir yerde toplandı. Yanılmıyorsam toplamda İdlib’de 3 milyondan fazla insan var. Bunların içinde de 60 ile 90 bin arasında savaşçı olduğu düşünülüyor. Aralarındaki en güçlü ekip Heyet Tahrir El Şam (HTŞ) adlı El Kaide’den kopmuş gruplardı. Türkiye’den de Soçi Anlaşması’nda istenen HTŞ başta olmak üzere buradaki cihatçı örgütleri yok etmesi ya da nötralize etmesiydi. Şimdi Ruslar ve rejim Ankara’ya “siz bunu beceremediniz” diyor. Buna karşılık Türkiye’nin de şikâyetçi olduğu noktalar var. İki taraf da dolayısıyla birbirini bu anlaşmaya uymamakla suçluyor. Bildiğiniz üzere Türkiye, rejim Şubat sonuna kadar çekilmezse hareket edeceğini söylemişti. Türkiye tabi 900 bine yakın yeni mültecinin kapısına dayanması tehdidiyle de karşı karşıya kaldı. Türkiye’nin yeni bir göç dalgasını taşıyabilmesi de mümkün değil. Hükümetin rejime karşı böyle sert bir tavır takınmasının nedenlerinden birisi bu. Öte yandan Türkiye açısından İdlib’de var olup olamama sorunu Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olup olamamak anlamına geliyor. Bunun formülasyonu da “sahada değilsen masada olmazsın” şeklinde gelişiyor. Bunlar, iktidarın önermeleri. Sonuçta 29 Şubat’ta Türkiye rejim ordusuna ve yanındaki İran bağlantılı milislere ağır darbeler vuran bir saldırıyı gerçekleştirdi. Rusya rejim ordusunu korumak için bir şey yapmadı. Ankara ile bağlarını toptan koparmak istemediğini gösterdi.

Türkiye, Suriye’de bir alanı kontrol etmek istiyor. Zaten şu anda gerek Fırat Kalkanı gerekse de Zeytin Dalı Operasyonları neticesinde Türkiye belli bir alanı kontrol ederek kendi kaymakamlarını, posta idaresini, öğretmenlerini gönderdi. Hatta buradan bir kısım Suriyeli özellikle Afrin ve çevresine yerleştirildi. Barış Pınarı Operasyonu Türkiye’nin istediği boyutlara varamadıysa bile 120 km genişliğinde 30 km derinliğinde bir alanı kontrol etti. Hükümetin buralardan çıkmaya niyetinin olmadığını görüyoruz. İdlib’i de hem kendi başına yeni bir mülteci sorunuyla karşılaşmamak adına hem de ileride rejime karşı bir baskı unsuru oluşturma düşüncesiyle elinde tutmak istiyor. Türkiye’nin orada ne işi var sorusunu başka şekilde açıklayamıyorum. Bir de hükümete yakın şahısların yazılarına bakınca şunu görüyoruz: “Dünya değişiyor, hukuk vs. şeyleri kimse umursamıyor, herkes müdahil oluyor, biz de Türkiye olarak burnumuzun dibindeki yerde kalıcı olmalıyız” iddiasını taşıyorlar. Bunun bir de askeri yanı var. İstediğiniz kadar kara gücüne sahip olun hava desteği almayan kara gücü başarılı olamaz. Rusların Türkiye’ye kendi müttefikleri olan Suriye ordusuna karşı hava sahasını açacaklarına dair en ufak bir ipucu yok. Kaldı ki Ruslar zaten Suriye ordusunu desteklemek amacıyla çok uzun zamandan beri acımasızca bombardımana devam ediyorlar. Bizdeki resmi kaynaklardan açıklanmasa bile ölen askerlerin birçoğunun Rusların ateşiyle öldüğü başka kaynaklardan kulağımıza geliyor. Nitekim resmi açıklamaya göre 33 askerin şehit olmasına neden olan saldırıda Rus uçaklarının da formasyona dahil olduğunu Türkiye’nin BM daimi temsilcisi Feridun Sinirlioğlu BM Güvenlik Konseyi’nde söylediklerine itiraz eden Rusya temsilcisi önünde dile getirdi.

Kamuoyundaki sessizlik korkutucu

Sizce hükümet, İdlib konusunda bir kamuoyu desteği sağlayabildi mi?

Aslında çok uzun zamandır iktidar partisinin ve ortağı olanların dış politikada izledikleri çizgi, iç politikada güç ve siyasi sermaye biriktirmek için kullanıldı. Bunu isterseniz ‘One Minute’ olayına kadar götürebilirsiniz. İdlib meselesinde ise bana göre iki nokta var. Birincisi Barış Pınarı’nda yüzde 70’lere varan bir desteğin olduğu belirtilmişti. Her ne kadar bunun siyasi desteğe yansıması iki ay içinde eridiyse de. Bunun bile toplumu ikna edebilmeniz açısından kendilerine göre bir mantığı vardı. “Ben PKK ile mücadele ediyorum” dediğiniz zaman zaten akan sular duruyor. Ama daha da önemlisi, “Biz Irak sınırına kadar olan bölgeye dalıp oraya iki milyon Suriyeliyi yerleştireceğiz” dediler. İki milyon Suriyeliyi yerleştirecek kadar alan açılmadı, Ruslar ile devriye gezilse de yeniden rejim ile komşu haline gelindi. Rejim 2012’de terk ettiği yerlere geri dönmüş oldu. Ben İdlib konusunda benzer bir desteği kamuoyunda göremiyorum. Çünkü var olan mültecileri yerleştirmek bir yana oradan bir milyona yakın yeni mültecinin gelmesi söz konusu. Fakat şunun da altını çizelim. Oraya sürekli asker sevk ediliyor, ölen asker sayısı 50’yi geçti. Bize “bunu mutlaka yapmamız gerekiyor” dışında bir açıklama yapamadılar. Fakat kamuoyunda da tık yok. Biliyorsunuz muhalefet de her operasyona içi yana yana destek veriyor.

Bu defa iktidarın da kamuoyuna anlatacak ciddi bir hikâyesinin olmamasından kaynaklı olabilir mi?

Evet bu defa inandırıcı bir hikâye olmasa da ne söyleniyorsa yapılıyor ve “Suriye ordusu çekilmediği takdirde biz oraya gireceğiz” deniliyor. Türkiye ikinci bir Suriye ordusu kurdu. ÖSO yerine Suriye Milli Ordusu adı verilen bir şey. Bunlar da hiç tartışılmıyor. Bunlar ne kadar doğrudur, değildir bu tür hareketler hangi gerekçeyle meşrulaştırılıyor? Uluslararası hukuk buna ne diyor? Bunları da soran bir muhalefet ne yazık ki yok. Dolayısıyla sessizlik içinde işin olacağı yere varmasını bekliyoruz. Belki kamuoyu Rusya-Türkiye arasında süregiden müzakerelerin bu işi daha da felaket bir yere varmadan bitireceğini düşünüyor.

soli-ozel-idlib-libya-ve-rusya-krizini-degerlendirdi-iktidar-dis-politikada-cuvalladi-695182-1.

AKP’nin son dönemki dış politikası ABD ile Rusya arasında denge siyasetine dayandı. Özellikle enerji politikalarında Rusya ile yakınlaşma söz konusuydu. Ankara ile Moskova ipleri tamamen kopardı mı?

Şimdi rejimin ordusunu püskürtmeye kararlıyım diyorsa Türkiye, Rusya kestiremeyeceğimiz bir nedenle “tamam Suriye ordusu haddini aştı ne yaparlarsa yapsınlar” demeyecekse, o zaman biz de bir şekilde Ruslarla karşı karşıya geleceğiz. Bunu hükümet gerçekten mi göze alıyor yoksa gözdağı vermek için mi yapıyor açıkçası kestirmek zor. Herhalde bizim kazayla ya da isteyerek Rusya ile savaş halinde kendimizi bulmamız akıl almayacak bir şey olur. O bakımdan felaket olacağını düşünüyorum. ABD’ye gelince, şu an tribünlerden müthiş tezahürat yapıyorlar. Fakat Türkiye’nin istediği türden yardımları olmayacağını da resmi ağızlardan beyan ettiler.

S-400’ler için Türkiye, NATO ve ABD’yi karşısına aldı. Rusya gerilimi ile onlar da elde kalmış görünüyor. Ankara bu konuda ne yapabilir?

Bir kere kamuoyu olarak bu konuda doğru bilgilendirilmedik. Patriot konusunda “bize vermediler” demektense belirli konularda anlaşamadık demek daha doğru olurdu. Kaldı ki ABD son bir teklif yapmıştı ve Japonya’ya belirledikleri koşulların aynısını Türkiye’ye sunuyorlardı. Patriotları son tahlilde istememenin gerekçesi olarak ABD’nin teknoloji paylaşmaya yanaşmaması olduğunu söylediler. Ancak S-400’lere ilişkin de Türkiye’ye bir teknoloji transferi yapılmayacağı ortaya çıktı. Şimdi bunları aldınız ama ne yapacağınızı bilmiyorsunuz. Daha da vahim bir şey var. S-400’leri hep yaptırım gelecek mi gelmeyecek mi diye tartıştık. Oysa 90’lı yıllarda Türkiye’nin savunma stratejisi taarruz kabiliyetine haiz bir hava kuvvetleri yerleştirildi. Bugünkü F-35 sistemleri de Türkiye açısından aynı stratejinin beşinci nesil uçaklarla devam ettirilmesi anlamına geliyordu. Siz S-400’leri alarak ve bunun sonucunda satın aldığınız F-35’leri alamayıp bir de üzerine yatırım yaptığınız F-35 üretiminden de çıktığınızda 25 yıllık strateji, planlama ve geleceğe yönelik politikalarınızı da çöpe atmış oldunuz. Buna değer miydi sorusu bence pek tartışılmadı.

Peki, Astana süreci ve Soçi Mutabakatı ömrünü tamamladı mı?

Cumhurbaşkanı, Afrika’dan dönüşte Astana ve Soçi ölmüştür dedi. Bu o kadar ani oldu ki, Afrika’ya giderken bu hava yoktu, oradan dönerken bir anda bu söylendi ardından da ABD’den olumlu mesajlar gelmeye başladı. Bir gücü diğeriyle dengelemeye çalışmakla bunlar arasında oyun oynayıp kendine alan açmak arasında bir fark var. Bence bunun sonuna çoktan gelindi ve bu sefer çok tutarsız bir politikaya sürüklenildi. Şaşıracak bir durum da görmüyorum çünkü Türkiye ile Rusya ve İran’ın çıkarları Suriye’de hiçbir zaman aynı değildi. Ancak tarafların ayrı ayrı çıkarlarını bir şekilde koruyacak bir işbirliği inşa edilmişti. Şimdi o durumun da sonuna gelinmiş oldu.

Türkiye yeniden ABD’ye yaklaşıyor

Bugünkü Rusya gerilimi ile birlikte Türkiye dış siyasetinin yeniden ABD eksenine kaymaya başladığını söyleyebilir miyiz?

Türkiye bir NATO üyesi ve başkan Trump ABD’yi NATO’dan çekmediği takdirde NATO varlığını sürdürecek. Dolayısıyla Türkiye de ABD ile müttefik olacak. Bu yalpalamalar da tabii NATO içinde Türkiye’ye ne kadar güvenilecek sorusunu da gündeme getirmişti. Türkiye ABD ile yakınlaşacak. Çok ciddi bir analist olan İlhan Uzgel, çoğumuzun aksine ABD’nin Suriye’de çok tutarlı bir planı olduğunu söylemişti. Türkiye ile ABD’nin hem Suriye hem de Libya’da çıkarlarının göründüğü kadar çatışmadığını savunmuştu. Şimdi o noktaya doğru dönüyoruz. ABD’nin de Türkiye’nin tüm isteklerini karşılamaya niyetinin olmadığı bu yapılan Barış Pınarı Harekatı’nda görüldü. ABD “Ben çekiliyorum, PYD kendi başının çaresine baksın” dedi. Ancak arka taraftan gelip petrolü korumak gerekçesiyle/bahanesiyle yine buradayız dediler. Yani PYD tasfiye falan olmadı. Alan hâkimiyeti kırıldı. PYD’li olmayan diğer Kürtler uzun zaman sonra yeniden Suriye’ye döndü. Türkiye tabi PYD ile bağlantılı olan herhangi bir hamlenin hemen karşısında konum alacak. Bu durumda ABD ile nasıl işbirliği yapılacak o da başka bir soru işareti.

Daha düne kadar “Amerika dinle bizi yoksa pişman olursun” diye yazanlar şimdi “ABD ve AB Rusya’yı engellemeli” diye yazıyorlar. Burada karşılıklı olarak göreli güçlerin iyi tartılmadığını hemen her aşamada görüyoruz. İdlib konusunda da bu kadar güçlü bir tırmandırmanın yarattığı kaygı biraz da bu güç dengesizliği olarak karşımıza çıkıyor. Ama bu yokmuş gibi davranılıyor.
Rusya ile birlikte yürüdüğümüz yolun sonuna geldik. Rusya rejim mi Türkiye mi diye bir tercihle karşı karşıya kaldığında Türkiye’yi seçmeyecektirdiye düşünüyordum ancak Rusya, Türkiye’nin taarruzu karşısında o bölgede rejimi savunmadı. Burada kanımca dikkat edilmesi gereken konu, Suriye ordusunun yanında savaşan İran’a bağlı güçlerin de saldırıdan nasiplerini almaları. İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin telefon edip ikili zirve istemesini de buna yoruyorum. İran’ın silkelenmesi ABD, Rusya, Türkiye, Suudi Arabistan, İsrail herkesin sevineceği bir gelişmeydi tabii. Buradan bir takım ilginç sonuçlar çıkarılabilir. Cuma sabahına göre Türkiye’nin eli daha güçlü gözüküyor ancak ölen gençlerin neden öldükleri sorusunun buna rağmen cevaplandığını düşünmüyorum.

Sarraj kaybederse hükümet ne yapacak?

Bir başka konu Libya meselesi. Tüm bölgede siyasal İslamcı İhvan rejimleri çökerken Libya’da İhvancı rejime destek sunuldu. Yine Rusya ile farklı saflarda konum alındı. Türkiye Libya’da ne arıyor?

Açıkçası ben Türkiye’nin Libya’da ne işi olduğunu anlamış değilim. İki şeyi birbirinden ayıralım. Türkiye’nin Libya ile bir münhasır ekonomik bölge anlaşması var. Bunun neye yönelik manevra olduğunu anlamak mümkündü. Ama tutup Libya’daki iç savaşa, size bağlı savaşçıları göndererek taraf olmanın akıllıca bir hamle olmadığını düşünüyorum. Sarraj yönetimi Hafter’e karşı tamamen kaybederse mesela ne yapacağız? Bunun kamuoyu tarafından da akıllıca bulunmadığı ortada. Çünkü hiç bir karşılığı toplumda yok. İdlib karşısında bile en azından çekingen duran bir toplumun Libya konusunda heyecanı zaten yoktu. Oradan da asker cenazeleri geliyor, onunla ilgili pek haber duyacağımızı sanmıyorum. Berlin’den de bir anlaşma çıkmadı.
Türkiye’nin Suriye’deki cihatçıları oraya aktardığına yönelik çokça haber yapıldı. Rusya da Wagner aracılığıyla Hafter’e destek sunuyor.

Şimdi Ruslar Wagner özel bir kuruluş diyebilirler. Ama Türkiye “Suriye Milli Ordusu’nu ben kurdum maaşını ben veriyorum. Benim komutam altında” diyor. ABD daha önce Wagner’i vurdu ama Rusya ile aralarında çok büyük bir krize neden olmadı. Çünkü Wagner resmi değil Rusya haberimiz yok diye kendini savunma imkânı buldu. Ama Türkiye’nin mesela şu an Suriye’de yaptığı aynı şey değil. Yani MSO ile ilişki daha başka.

Muhalefet doğru analizler yapmalı

Son olarak muhalefetin dış politikaya yaklaşımına ilişkin ne söylersiniz?

Şimdi Türkiye’nin Rusya konusunda en çok uzmanlaşmış, Suriye’de de görev yapmış isimlerinden birisi CHP’de genel başkan yardımcısı. Meseleyi net biçimde gördüğünü, bildiğini biliyoruz. Fakat Genel Başkan dış politikada yetersiz ve yanındaki donanımlı olan kişilerin desteğini fikrini almaktan da sanırım imtina ediyor. Böylesine renksiz ve sürekli mazeret üzerine kurulu bir dış politika üretiliyor. Biz bu işin şu nedenlerle ülke çıkarlarına uygun olmadığını düşünüyoruz demeyi bir türlü akıl edemiyorlar. İdlib konusunda muhalefet partisinin en yetkili ağızlarından doğru düzgün bir analiz maalesef okumadık. İktidarın bugünkü dış politika karmaşasına dair, akla çok ters gelen tercihler karşısında muhalefetin alternatifleri yoksa zaten durum vahim demektir.

Not: Soli Özel ile 27 Şubat’ta gerçekleştirdiğimiz söyleşinin ardından Suriye Ordusu’nun saldırısıyla 34 asker yaşamını yitirdi. Güncel gelişmeleri röportaja sonradan ekledik.