Hazindir, meclisteki muhalefete de muhalefet etmenin, iktidara muhalefet için gerekli olduğu günleri yaşıyoruz. Çünkü meclisteki muhalefet, muhalefet tarzıyla çoğu kez iktidardan farksızlaşıyor.

Meclisteki muhalefet siyasi İslam’a karşı mı? Yoksa İslam’ın Saraylılar tarafından tefsir edilmesi tarzına mı karşı? Muhalefet neo-liberalizme karşı mı? Yoksa neo-liberalizmi bile ihlal eden (!) keyfi uygulamalarına mı? Muhalefet laiklikten yana mı? Ama yıllardır ağızlarında böyle bir kelimeyi hiç duymuyoruz. Muhalefet onlar gitsin biz gelelim demekten öte hangi farklı çözümü öneriyor? Milliyetçilik dediklerinde, din iman dediklerinde, sermayenin çıkarları dediklerinde, iktidarla yarışa girmekten veya hatta iktidarın arkasına dizilmekten öte ne diyorlar, ne ediyorlar bilen var mı? Peki, meclisteki muhalefet aslında neye karşı, neyin muhalefeti?


Bakın işte Kılıçdaroğlu ısrarla “sağ sol yok” deyip duruyor. Belki de en istikrarlı kullandığı cümle, bu cümledir. Daha iki gün önce CHP’nin “sağa kaydığı” eleştirilerine, “Türkiye Cumhuriyeti’nde 21. yüzyılın sorunlarını çözmek için yeni kavramlar bulmak zorundayız. 21. yüzyılın temel kavramı demokrasidir, sağ sol kavramları yok burada. Biz demokrasiyi savunuyoruz, birileri de otoriter meseleleri” demedi mi? Dedi. Muhtemelen gündelik dilde sağına soğan soluna sarımsak diyordur. Demese iyi olurdu. Ya da birisi ona doğrusunu söylese, çünkü sermayeden yana sağ siyasete sağcılık denir, emekten ve ezilenden yana sol siyasete solculuk denir. (Gençlere sağ ve sol kavramlarının tarihsel kökenlerini de hatırlatayım: 1789 Fransız devrim meclisinde farklı sınıfların sağda ve solda oturmasından dolayı bu kelimeler siyasi birer kavram haline de geldi ve sonra zaman içinde bu siyasi konumlanış hep “sermayenin çıkarını savunmak” ve “emeğin çıkarını savunmak” olarak bilindi ve biliniyor. Sağ ve solun yok sayılması için sermaye ve emek de yok sayılmalı.)

SAĞCILIK YARIŞIYLA İLERİ GİDİLMEZ

Ama bütün bunlara rağmen, evet bütün bunlara rağmen, elbette iktidardakilerin kaybetmesi muhalefettekilerin kazanması lazım. Pirüs zaferi olsa bile mevcut iktidardan elbette kurtulmak lazım. Bunu bir kenara yazıp, meclisteki muhalefetin sormadığı soruların muhatabı olmaya devam etmekten başka bir yolumuz da yok.

Evet, “Bizler” neye karşıyız? İktidarın da muhalefetin de karşı olmadıklarına karşıyız.

NATO’ya karşıyız, ABD’ye karşıyız. Sözün kısası, emperyalizme ve faşizme karşıyız. Dolayısıyla AKP iktidarına karşıyız. Çünkü kapitalizme, neo-liberalizme karşıyız, siyasi İslam’a ve şeriata karşıyız. Çünkü sözün kısası özgürlükten, eşitlikten ve demokrasiden yanayız. İşçilerin sendikal haklarından, ezilenlerin her tür sömürüye karşı mücadelelerinden, kadınların cinayete kurban gitmemesinden, gençlerin gençliklerini yaşamasından yanayız. Çünkü sol var, solcuyuz ve “Burjuva siyasetinin labirentlerindeki söz düellosuyla, bitmeyen sağcılık yarışıyla bir adım ileri gidilemez, SOL’lamazsan geçemezsin!” diyenlerdeniz.
İktidar da muhalefet de sağcılıkta yarışabilir, ama sağ ile sol arasındaki farklılık kadimdir ve o farklılık hep yaşanmıştır. Mesela yarın 30 Mart ve ertesi gün 31 Mart. Ve sağcılar tarihte gerici 31 Mart ayaklanması ile anılıyor. Biz ise 30 Mart ile anılıyoruz. Çünkü herkesin kendi farklı tarihi var. Sağcılarınki 31 Mart 1908 gerici ayaklanmasıdır. Bu yüzden Harp okullarına giriş koşullarını belirleyen yönetmeliklerde “irticai faaliyet” yasağının kaldırılması manidardır. Ama bizim tarihimiz 30 Mart 1972 Kızıldere’dir. Onlara isyan eden ve yarın 30 Mart’ta anacağımız “On’lar”ın yeniden başlattığı kendi diyalektik tarihimizdir. Çünkü Mahir

GÜN OLUR ZİNCİRE VURULMAKTIR ÖZGÜRLÜK

Çayan, Deniz Gezmişleri idamdan kurtarmak için ölürken yaşama inadını dirilten bir diyalektik ustasıdır, bir devrimcidir. Çünkü Deniz Gezmiş, sehpaya çıkmadan önce “Hadi Eyvallah” derken aslında “Merhaba!” demiştir.

“Merhaba Deniz! Merhaba Mahir! Merhaba ey güzel çiçek!” diye yazmıştım yıllar önce bu köşede. “Hadi Eyvallah” derken aslında “Merhaba!” demiş olmak, işte bu sağcı muktedirlerin ve sağcı muhalefetin değil bizim dilimizdir. Haydi o zaman, 1970’lerdeki gibi söyleyeyim, “meseleyi koymak” diye söyleyeyim.Türkiye’nin devrimcileri, özbeöz ozanları Hasan Hüseyin gibi meseleyi aynen şöyle koyarlar:

“Gün olur zincire vurulmaktır özgürlük, gün olur göğsünü gere gere ıslık çalmak ışıklı bir caddede…”