Üzerinde anlaştıkları manifestoyu yakında liderlerin ağzından resmen duyacağımız 6 muhalefet partisinin işbirliğine değinen bir iki yazı yazdım, hatırlarsınız. Kimi eleştiriler içeren ve “Sosyalistler de, olabildiğince ortaklaşarak kendi tutum belgelerini ortaya koyduklarında, laikliğin şu biraz sahipsiz hali sona erecek ve gidenin yerine gelecek olana dair tavırlar daha da netleşecektir",Gidenin yerine gelecek konusunda soldan ortak ve güçlü bir ses çıkartma zorunluluğu her geçen gün kendini daha fazla dayatıyor!”, diyerek noktalanan yazılardı.

Sol Parti de geçen hafta “Devrimci Demokratik Cumhuriyet İçin Mücadeleye, Sokağa” çağıran bir açıklama yayımladı. Hızla çöküşe doğru giden tek adam rejiminden kurtulmanın önümüzdeki dönemin “en önemli ve acil görevi” olduğunu vurguladı.

Yapılması gerekeni yaparak bu vurgunun bir adım ötesine de geçip, giden gittikten sonra sistemin sınırlarını zorlamayan düzen için bir restorasyonla solun yetinemeyeceğinin altını çizdi. Laiklik, bağımsızlık, eşitlik ve kamuculuğu demokratik bir cumhuriyetin olmazsa olmazları olarak saydı. Ülkenin değişik yörelerinde gerçekleştirilen sol buluşmaları da bir ileri aşamaya taşıyıp kasım ayı içinde Trabzon, İzmir ve İstanbul’da üç miting kararı aldı.

Bence, hayata soldan bakan kimsenin itiraz edemeyeceği saptamalar bunlar.

6 muhalefet partisinin işbirliğinde, laiklik pek çok yazarın eksik gördüğü bir nokta.

Laiklik vurgusu talebi, iktidara karşı mücadelede işsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı ve hatta yolsuzluk gibi daha sınıfsal bir çizgiyi ıskalamak anlamına gelmiyor. İktidarla sadece din üzerinden bir polemiğe girip oraya hapsolarak insanları canından bezdiren koşulları gölgelemek anlamına da gelmiyor. Ancak, gidenin yerine gelecek olanın temelini laikliğin oluşturacağını cesaret, açıklık ve ısrarla belirtmek anlamına geliyor.

6 partili muhalefet blokunun bu konudaki sessizliği, ne kadar muhafazakâr seçmeni küstürmeme kaygısı ne kadar kendi muhafazakârlıkları tartışmasına girmeyeceğim. Ancak, haydi CHP’yi saymayayım (!), bir kısmı AKP iktidarının yıllar yılı ortaklığını yapmış bu partilerin ortak özelliği sağcı ve muhafazakâr olmaları.

Demokrat Parti gibi siyasal aritmetikteki yeri parlamento içindeki (TİP) ve parlamento dışındaki sol/sosyalist partilerden hiç de ileri olmayan bir parti oradayken, hiçbir sol partinin olmaması daha çok ideolojik bir tercihin göstergesi gibi.

Dahası, bu muhalefet partileri, dışarıda bıraktıklarıyla, “siyasi meşruiyet” konusunda AKP/MHP ile benzer bir yerde konumlanmış oluyorlar. Kiminle birlikte olunup kiminle olunamayacağını sanki AKP/MHP bloku belirliyor! Oysa “terörist” damgasını kendileri de yedi.

Her neyse, tercih onların. “En önemli ve acil görev”in tek adam rejiminden kurtulmak olduğu bir zamanda bu birlik de yararlı, keşke başkaları da katılsa!

Sosyalist solun “aman biz de orada olalım” gibi bir tavrı olmaz. Ancak, oradakilere “solsuz olmaz” dedirtecek bir sosyalist sol gücün hissettirilmesi şart. Düzenin makyajıyla yetinmeyeceklerin ortak ve güçlü bir ses olmaları şart!

Aslında, dünya genelinde 4,5 milyondan fazla insanın ölümüne yol açan Covid-19 pandemisi, aynı zamanda sağın ve neoliberalizmin temel tezlerini de yerle bir etti. On yıllardır devleti her alandan söküp atmak isteyenler “kurtar bizi devlet baba” çığlıkları attılar. Kolektivizm ve kamuculuk öne çıktı, sol değerler yükseldi.

Solsuz olamayacağı tüm çıplaklığı ile ortaya çıkarken, dünyanın her yerinde sağcı, baskıcı rejimlere karşı birleşerek mücadeleyi yükselten sol güçlerin başarısına tanık olduk.

Sıra bizde!