“Tekelci finans sermayesinin emriyle sistemin defans oyuncusu olarak mobilize edilen neofaşist hareket. Tüm kesimleri politize etmek ve sosyalizmin daha geniş bir kavrayışını temsil eden aynı zamanda bir topluluk ve çevre hareketi olan bir işçi hareketi inşa etmek gerekli”

Solun ihtiyacı yeni bir cesaret

John Bellamy Foster - Monthly Review Editörü

Oregon Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü John Bellamy Foster, 1949’dan beri yayımlanan ABD merkezli sosyalist dergi Monthly Review’ün editörü ve ülkenin önemli düşünürlerden biri.

Çalışmalarında kapitalizmin ve emperyalizmin ekonomik, politik ve ekolojik çelişkilerine odaklanan Foster her ay BirGün’ün sorularını yanıtlıyor dünyanın gündemini oluşturan konularda değerlendirmelerde bulunuyor.


1 Anayasa Mahkemesi’nin ölen üyesi Ruth Bader Ginsburg, resmi tişörtlere basılan bir ‘liberal ikon’. Ölümü toplumdaki ayrışmayı bir kez daha gün yüzüne çıkardı. Eğer Senato Trump’ın atamasını onaylarsa, bu atama ABD’de işçi sınıfının hayatını nasıl etkiler? Atama Trump’a seçim sonuçlarını reddetmesi için güç verir mi? Kapıda kriz mi var?

Ruth Bader Ginsburg bir “liberal ikon” olabilir. Fakat etraflıca bakıldığında solcu ya da en azından ilerici biri değildi. Tersine pek çok alanda ihtiyatlı bir orta yolcuydu. Kadın eşitliğinin tarafıydı ve genellikle temel insan haklarını savunurdu. Fakat iş hukuku ve ceza konusunda muhafazakârdı (Aslında şirket çıkarlarının neredeyse her zaman kazandığı mahkemede diğer Anayasa Mahkemesi yargıçlarından daha az şirket yanlısıydı). Trump yönetiminde çevreci harekete karşı şekilde, Apalaş Yürüyüş Patikası’nın altına doğal gaz boru hattının döşenmesine izin veren çoğunluğun içindeydi. Yönetimin sığınma talep eden kişilerin sınır dışı edilmelerinin hızlandırılmasına izin veren kararını da destekledi. Daha önemlisi, siyah Amerikan futbolu oyuncusu Colin Kaepernick’in Siyahların Hayatları Değerlidir (Black Lives Matter) protestocularını desteklemek için diz çökmesine karşı alenen konuştu ve Kaepernick’in bayrağa karşı davranışlarına “aptalca ve saygısızca” dedi. 2018’de İsrail’in ödülünü kabul etti ve 12 dakikalık konuşmasında Siyonizm ve “insanlığın aşkı”na romantik bir referans verirken Filistin ya da Filistinliler hakkında tek kelime söylemedi. Bu ABD’nin ve Anayasa Mahkemesi’nin ne kadar sağa kaydığının bir göstergesi, şimdi Ginsburg sıkı bir ilerici olarak görülüyor, ABD standartlarında da olsa.

solun-ihtiyaci-yeni-bir-cesaret-791106-1.

Yine de ölümünün zamanlaması Anayasa Mahkemesi’ni kesinlikle daha da sağa kaydıracak. Senato’nun çoğunluğunun Cumhuriyetçiler’in elinde olması ve Beyaz Saray’la uyumlu ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda, Trump’ı aşırı sağcı bir yargıç atamaktan alıkoyacak hiçbir şey yok. Tarikat benzeri dini bir örgüt olan People of Praise’e biat yemini eden ve sağcı federalist toplumun bir üyesi olan Amy Barrett tercihi her şeyi söylüyor. Anayasa Mahkemesi’nin halihazırda sağda olması işçi sınıfına mensup bir birey üzerindeki etkisinin harika olmayabileceğini ortaya koyabilir. Fakat aşırı sağcı bir mahkeme ve Beyaz Saray’ın başındaki neofaşizmle ABD’de hukukun egemenliğinden daha da taviz verilmesi muhtemel. Bu aynı zamanda kürtaj hakkını garanti altına alan ‘Roe Wade’e karşı’ kararının iptaline de gerçek bir olanak hazırlar.

Seçimler açısından, Trump yönetiminin yedek stratejisi şu gibi görünüyor; eğer kilit eyaletlerde kaybederlerse hile yapıldığını iddia edebilir ve o eyaletlerdeki Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu meclislerin her şeye rağmen seçmenin verdiği oya karşı gelerek Trump’a oy atacak delegeleri atamasını sağlayabilir. Trump seçimi bu şekilde “kazanmış” olur. Bu Anayasa Mahkemesi’ne taşınacak anayasal bir kriz oluşturur. Trump’ın dokuz yargıçtan üçünü atayarak halihazırda sağcı olan mahkemeyi aşırı sağcı bir yöne çevirmesi bu durumda rol oynayabilir.

(Biden’la) İlk tartışma programı ve Covid-19 teşhisi konması sonrası, Trump'ın anketlerdeki dramatik düşüşü, seçimi doğrudan kazanma ihtimalini giderek artan bir şekilde olasılık dışı hale getirdi. Doğrudan kazanması için öncelikle Ortabatı'daki çekişmeli eyaletleri alması gerekir. Böyle bir sonucu şu anda uzak olsa da hâlâ mümkün kılan, Demokratların bir kez daha çoğunlukla işçi sınıfını, en alttakilerin gidecekleri başka bir yer olmadığı varsayımı üzerinden yüz üstü bırakırken, asli olarak Trump’tan uzaklaşan muhafazakâr seçmeni yakalamayı hedefleyen bir strateji benimsemeleri.

Gerçek şu ki ABD düşüş halinde olan bir imparatorluk ve bununla beraber, liberal demokratik devletin bütün yapısı çöküyor. İki baskın partinin yerleşik düzen temsilcileri egemen sınıfın elindeler ve sağa doğru kayıyorlar. Toplumun tabanında çatışmalar oluşuyor. Sosyalizm kazanımlar elde ederken ve çoğu genç işçi sınıfı mensubu beyaz, siyah bir adamın linç edilmesini daha önce görülmemiş bir ırk-sınıf ittifakı içinde protesto ederek ırk çizgisini geçerken aynı zamanda otorite tarafından beslenen neofaşist hareketin de yükseldiğini görüyoruz.

2 ABD işçi sınıfı rekor düzeyde işizlik oranlarıyla ve yolsuzlukla yüz yüze. Daha önceki röportajlarda konuştuğumuz üzere, eşitsizlik pandemi koşullarında daha belirgin hale geldi. Michael D. Yates’in Monthly Review’in eylül sayısında belirttiği üzere, ABD işçi sınıfı pandemi ve Siyahların Hayatları Değerlidir protestoları sırasında da öncesinde olduğu gibi hareket halinde. Bu kadar örgütlü bir kapitalist sınıfın olduğu bir ülkede ve neoliberal ve neofaşist ittifak yönetimdeyken, kökten değişime öncülük edecek kararlı ve radikal bir emek hareketinin inşaası için neler gerekir?

Bu sorunlara sihirli çözümlerim yok. Michael Yates’in makalesinde anlattığı üzere, ABD’de bugün özel sektörün yüzde 6’sı sendika üyesi, bütüne bakıldığında ise kamu sektörü dahil işçilerin yüzde 10’u sendikalı. Özel sektördeki sendika üyeliğinde 1950’lerden beri yüzde 70’in üzerinde azalma görülüyor. Ticari sendikacılığa odaklanmış emek aristokrasisinin geniş kısmını oluşturan AFL-CIO (Amerikan Emek Federasyonu ve Endüstriyel Örgütler Kongresi ) uzun zamandır çok az kişi için bir örgüt. Yapı anlamında hiyerarşik ve yolsuzluğun yaygın olduğu bir kurum. Diler ükelerdeki işçilerin altını oyarak yurtdışında ABD emperyalizmini desteklemekte uzun zamandır rol oynuyor. Demokratik Parti’ye eklemlendi ancak neoliberalizm bağlamında oradaki etkisinin çoğunu kaybetti. Demokratik Parti artık herkesin işlendirilmesini (full employment) savunmuyor. Yates’in tanımladığı işçilerin dramatik yeni saldırıları taban örgütlenmelerinden ve büyük ölçüde dışarıdan ya da mevcut sendikal yapıdaki muhalefetten geliyor – hatta emek örgütlenmelerinin adeta yasaklanmış olduğu eyaletlerde bile. Emek hareketi temelden yeniden inşa edilmeli. İşçi sınıfı içindeki taban örgütlerinin isyanlarına bir örnek büyük gelişme sağlayan Chicago Öğretmenler Sendikası’dır.

Covid-19, ekonomik çöküntü ve Siyahların Yaşamları Değerlidir (Black Lives Matter) eylemlerinin temsil ettiği, Yates’in ABD’de “üçlü kriz” dediği şey göz önünde bulundurulursa, tarihin ani dönüşlerinden birini yapması ve emek hareketinde tabandan ve AFL-CIO’nun çökmüş durumu göz önünde bulundurulursa, dışardan gelen önemli bir yükseliş görmemiz mümkün, Sosyalizmin, Amerika’nın Demokratik Sosyalistleri ile bağlantılı şekilde, ABD’de belli düzeydeki mevcut yenilenmesi, burada denklemin parçası. Fakat denklemin diğer parçası öncelikle alt orta sınıfın üzerine kurulmuş, tekelci finans sermayesinin emriyle sistemin defans oyuncusu olarak mobilize edilen neofaşist hareket. Sonunda, bütün bunların hepsi tarafların göreli güçlerine indirgenecek. Bu bağlamda, toplumun tüm kesimlerini yeniden politize etmek ve sosyalizmin daha geniş bir kavrayışını temsil eden aynı zamanda bir topluluk ve çevre hareketi olan bir işçi hareketi inşa etmek gerekli. Yates halk kademesinde başlayan bir dayanışma ekonomisi yaratma girişimlerinden bahsediyor. Solun ihtiyacı yeni bir cesaret.

3 Trump’ın aracı olduğu İsrail ve Körfez monarşileri arasındaki anlaşmaları ve ABD’nin İran’a hibrit saldırılarının askeri bir çatışmaya neden olabileceğine dair endişeleri birlikte düşündüğünüzde, ABD’nin Ortadoğu’daki hamlelerini emperyalizmin sürekliliği içinde nasıl değerlendiriyorsunuz?

Burada bir sır yok. ABD’nin emperyal stratejisi en az 1956’dan beri, “stratejik varlıkları” (yani petrol) ABD’nin küresel hegemonyası için asli olarak nitelendirildiği için Ortadoğu’da tamamen hakimiyet elde etmek üzerine kurulu. Bütün bu süreçte Washington’ın en büyük yenilgisi 1978-1979’da ABD’nin kuklası olan Şah’ın devrilmesiyle sonuçlanan İran Devrimi oldu. O tarihten beri, Washington İran’daki İslam Devleti’ni devirmeye uğraşıyor. İsrail ve gerici Körfez monarşileri, her zaman ABD’nin Ortadoğu’daki emperyal stratejisi için kilit olmuştur. ABD, İsrail’in yerleşimci sömürgeciliğine desteğini hiç kesmedi.Trump sadece bunu alenen yapıyor.

İran’a gelince, Rusya’nın yeniden büyük güç olarak ortaya çıkması, Çin’in hızlı büyümesi ve Trump döneminde Çin’e uzanan Yeni Soğuk Savaş, İran’ı da içine alan Sino-Rus ittifakının oluşması anlamına geldi. Bu koşullarda İran artık izole değil ve ABD’nin seçenekleri daha kısıtlı.

Hazırlayan: Ömür Şahin Keyf