Bankim’e göre mesele hanedanın hangi ırktan olduğu değil, yöneticilerin varlığıydı. Önceki dönemlerde brahmanlar sivil memurların, kşatriya kastı mensupları askerlerin görevlerini üstlenerek Hindistan halkını yönetmişler, toplumun çoğunluğunu oluşturan emekçileri tahakküm altına almışlardı.

Sömürge bürokrasisine içeriden bir eleştiri: Bankimçandra Çattopadhyaya

Ateş USLU

Otuzlu yaşlarının başında bir adam, Bankimçandra Çattopadhyaya (İngilizceleşmiş şekliyle Chatterjee), 1873 yılında Kalküta’nın yüksek eğitim kurumlarının yan yana sıralandığı College Square’den Britanya Hindistanı’nın sömürge bürokrasisinin merkezi olan Kâtipler Binası’nın bulunduğu ana meydana doğru at arabasıyla inerken her zamanki müstehzi bakışlarıyla etrafını gözlemliyordu. Hukuk diplomasını 1869’da Kalküta Üniversitesi’nden almıştı, ondan on yıl kadar önce de Presidency College’da Edebiyat Fakültesi’nde lisansını tamamlamış, aynı yıllarda babası gibi bürokrasi kariyerine başlamıştı. Sınıf arkadaşları, çalışma arkadaşları ve kendisi çok benzer çevrelerden geliyorlardı; Bengal bölgesinin brahman (rahip) kastına mensuptular, çoğunun (ve bu arada Bankim’in) babası sömürge bürokrasisinde vergi memurluğu ve benzeri işler yaparak hayatını kazanmıştı.

Bankimçandra bir yıl önce, 1872’de Bengal dilinde çıkarmaya başladığı dergi Bangadarşan’da şiirlerin, roman tefrikalarının, dini metinler ve tarihi olaylar üzerine yorumların yanında Kamalakanta adlı bir karakterin baş kahramanı olduğu hiciv yazıları da yazıyordu. Kalküta sokaklarından geçerken ve Kâtipler Binası’nın koridorlarını arşınlarken gözlemlediği pek çok kişiden hareketle yaratmıştı bu kahramanı: Çok konuşan, yararcılık gibi dönemin yaygın düşünce akımlarına atıf yapmaktan geri durmayan, ancak kavramları tamamen gelişigüzel kullanan, Britanyalı yazarlara şuursuzca atıf yapan, ezberlediği teorileri eyleme dökme becerisi olmayan, bu arada afyon bağımlılığından neredeyse gurur duyan biriydi Kamalakanta.

Hali vakti yerinde, prestij sahibi Bengalli erkeklere babu (efendi, beyefendi) adı veriliyordu. Bankim, Lokrahasya (1874) başlığında toplayacağı bir dizi denemesinde babuları amaçsızca biriktiren, biriktirmek için para kazanan, para kazanmak için eğitim alan ve eğitim almak için sınav sorularını çalan kişiler olarak tarif edecekti; Britanyalıların gözünde babular kâtip ya da esnaftı, buna karşılık babuların gözünde Britanyalılar neredeyse tanrı konumundaydı. Bankim Britanyalı olan her şeye, Britanya’dan ya da Batı’dan gelen her fikre düşman değildi. Daha birkaç hafta önce John Stuart Mill’in ölüm haberini almış, hiç tanışmadığı bir dostunu yitirdiği hissine kapılmıştı. Eğitimin genelleşmesi, kadın-erkek eşitliği için çözümler bulunması… Mill’in düşüncesini Auguste Comte’un pozitivist felsefesiyle karşılaştırdığında ilkinin bireye, ikincisinin topluma öncelik verdiğini görüyor, tercihini ikincisinden yana koyuyordu, yine de Mill’in eserlerindeki pek çok öneriyi Bankimçandra seve seve destekliyor, kendi denemelerine taşıyordu.

Bankim’in kabul edemediği, Bentham ve Mill’in yararcılık düşüncesinin (en fazla sayıda kişinin mümkün olan en yüksek mutluluğunun sağlanması) hızlıca, özellikle de babuların elinde, kazanç hırsını maskeleyen bir fikriyata dönüşmesiydi. Bu haliyle, yararcılık “göbek felsefesi”nden ibaret hale gelmişti, tek işlevi “göbeği büyütmek”ti. Bentham’ın sömürgeciliğe yönelik eleştirilerine rağmen sömürge bürokratlarının en çok etkilendiği düşünce akımı yararcılıktı; Britanya’nın uzak diyarlarda sömürgeler kurmasını beyaz ırkın üstünlüğü ya da medeniyet taşıma gibi 1800’lerin sonuna doğru giderek daha etkili olacak olan referanslar yerine yararcı argümanlarla temellendiriyorlardı: Sömürge yönetiminde görev alarak Hindistan halkının en yüksek mutluluğunu sağlayacaklarına kendi kendilerini ikna etmişlerdi.

Bankim, Bangadarşan dergisinde bazen siyasal konulara da değiniyordu: Hindistan’ın özerkliği ve boyunduruğu üzerine yazdığı bir makalede özerkliğin mutluluk olduğunun kesin olduğunu söylemişti. Ancak boyunduruk altında olmayı kendi başına kötü olarak nitelemek mümkün müydü? O yabancı boyunduruğu ile özerkliği karşı karşıya koymamak gerektiği kanısındaydı. Pek çok hanedan, bu arada Britanya’nın o dönemdeki hanedanı da yabancı kökenliydi (kraliçe Victoria’nın ataları Alman aristokratlardı), ama zamanla yönettikleri halkın özelliklerini edinmişlerdi. Sömürge aydınlarının sömürgecilerle işbirlikçiliği, onlara yönelik hayranlıkları sıklıkla hatırlanır. Bankim’e göre mesele hanedanın hangi ırktan olduğu değil, yöneticilerin varlığıydı. Önceki dönemlerde brahmanlar sivil memurların, kşatriya kastı mensupları askerlerin görevlerini üstlenerek Hindistan halkını yönetmişler, toplumun çoğunluğunu oluşturan emekçileri (şudra’ları) tahakküm altına almışlardı. Toplumun çoğunluğunu oluşturan bu insanların gözünden bakıldığında yöneticilerin yerli ya da yabancı olmasının pek önemi yoktu, her durumda mutluluk üst sınıf içindi. Hatta modern dönemde, yani sömürge yönetimi altında belki de toplumun çoğunluğu daha iyi şartlarda yaşıyordu.

Ona göre eğitimin yaygınlaşması gibi yararcıların ve pozitivistlerin arzu ettiği hamleler sömürge döneminde mümkün olmuştu. Yine de Hindistan’daki genel eğitim pek iyi bir düzeye ulaşamamıştı: Bunun nedeni, eğitim alanların eğitimsizlere yönelik hiçbir duygudaşlık geliştirmemeleri, onların kalplerini anlamamaları, onları dikkate almamalarıydı. Dolayısıyla sömürge yönetiminde eğitim eski dönemlerin üst kastlarından gelen kişilerin kendilerini yeni dönemin yönetici sınıfının bir parçası yapmaları için bir araçtan ibaret hale gelmişti. Sömürge yönetimine övgüler sıralayıp (en azından onun varlığına eleştiri yöneltmeyip) toplumsal-iktisadi reformları ön plana koymak yalnızca Bankimçandra’nın değil, dönemin başka Hintli yazarlarının tavrıydı; “Bengal Rönesansı” olarak adlandırılan, 19’uncu yüzyıl başlarında ortaya çıkan edebi ve entelektüel hareketin pek çok mensubu benzer fikirler ortaya koyuyordu.

Genel olarak Batı dışında, özel olarak da sömürgelerde düşünce hayatı, Batıcı düşünce akımları ve Batıcılık karşıtları arasında bir ayrışma veya kavganın var olduğu varsayımı üzerinden okunur. Gerçekteyse Hindistan, Çin, Japonya, Osmanlı Devleti gibi ülke ve bölgelerde etkili olan düşünürlerin çoğu “Batı” düşünürlerinden ve düşünce akımlarından ilham almakla birlikte kendi ülkelerinin düşünce birikimini de eserlerine yansıtmışlardı. Aslında gerçekleşen, kapitalizm ve emperyalizm öncesi çağın egemen sınıflarından gelen yazarların dönüşen dünya ve toplum koşullarına uyum sağlamaya çalışıp kapitalist dönemin egemen sınıf bloku içinde yerlerini alma girişimleriydi. Bankimçandra Çattopadhyaya’nın eserleri de bu bakış açısıyla okunabilir: Onun denemelerinde sömürge bürokrasisine eleştiriler eninde sonunda “içeriden” eleştirilerdi, diğer sömürge bürokratlarını taklitçilikleri nedeniyle hicvederken sömürgecilerin düşünceleriyle yüzeysel değil, organik bir ilişki kurulmasını arzuluyordu. Ananda Math (1882) gibi romanlarında ve 1880’lerdeki çalışmalarında “yerlicilik” biraz daha ön planda olsa bile genel yaklaşımında büyük bir değişiklik olmayacaktı.

Bankimçandra Çattopadhyaya (Chatterjee), Sociological Essays: Utilitarianism and Positivism in Bengal, çev. Soumyendra Nath Mukherjee ve Marian Maddern, Calcutta: Rddhi-India, 1986.