Churchill’in deyimi ile 20. yüzyılın ortalarında “Bir cumartesi günü öğleden sonra çizilen” Ortadoğu haritası ya da taslağının aceleyle avukat Cyrill Radcliffe tarafından peçeteye çizildiği Hindistan-Pakistan sınırı gibi pratik uygulamaların arka planında bu avuç içine alma mekanizmaları vardı. Bu pratiklerin yerini ise günümüzde “Arap Baharı” gibi Ortadoğu’yu yıllardır sarsan uzun vadeli stratejiler alıyor. “Arap Baharı” kavramının– isyanların yaşandığı ülkelerdeki insanların bu kavrama karşı duydukları nefrete rağmen– Batı’da her platformda dile yerleşmesi ve halen birçok kültürel ve akademik çalışmada sorgusuz sualsiz kabul edilmesiyle, 20. yüzyılın başında sergilenen eşekler ve dansçılar yerini sanat eserlerinde, senaryolarda ya da akademik metinlerde kurgulanmış ve romantize edilmiş özgürlükçü anlatımlara bıraktı. Böylece sömürge coğrafyalarındaki yönetimlerle Batı ülkelerinin iç içe girdiği çok katmanlı ekonomi-politik ilişkilerin üzeri, insani yardımlarla ve “temsili ayaklanma” imajlarıyla örtülmüş oldu.

Bu temsili anlatımları eleştiren, ya da egemen dilin sufle verdiği sözlerin dışına çıkan anlatımlarla mücadele etmek içinse modern zamanların sansür uygulamaları daha profesyonel yöntemlerle revize edilmeye başlandı. Mısır’ın sömürgeleştirilmesindeki gibi pamuğu sağ salim limanlara ulaştırmak uğruna halkın her hareketini izleme, kurallar dışına çıkanın üzerini çizme, ihbar etme, cezalandırma uygulamaları sosyal medyada yazılan bir cümleden festivallerde gösterilecek filmlere kadar her alanda ortaya çıkmaya başladı.

Modernizmin doruklarda gezindiği yıllarda düzenlenen Dünya Fuarları’ndan bugünkü festivallere ve sergilere uzanan ve dünyayı, yaşamı daha doğrusu her şeyi bilinçli temsillere anlatan bu etkinliklerin tarihsel önemi ise fikirden uygulamaya dek her aşamasında ortaya çıkmaktadır. Dünün ve bugünün “onaylanmış” ve kendisine sanatsal etkinliklerde yer bulmuş bütün eserleri, en geniş anlamda resmi tarih yazımının bir parçasına dönüşmüş durumda. Bu etkinliklerin düzenlenme yöntemleri ise gittikçe daha karmaşık sermaye ve iktidar ilişkileri ile mümkün oluyor. Ya da bize her durumda özgürlükçü bir dil ile ifade edilen “gerekçenin” bu olduğunu biliyoruz.

1950’lerde Hindistan ve Pakistan’ın ayrılmasına karşı çıkan yazar Saadet Hasan Manto, 200 bin kişinin ölümü ile sonuçlanan bu ayrılığın sonunda “aykırı bir ses” olarak görülmeye başlandı, işinden ve evinden oldu. Ölüm tehditleri aldı ve yazıları defalarca sansüre uğradı. Hindistan-Pakistan Savaşı sırasında milyonlarca Müslüman’la birlikte Pakistan’a göç etmek zorunda kaldı. 43 yaşında ölen Manto, son yıllarında yazılarını yayınlatabilmek için gittikçe daha dolaylı ve ironik bir dil kullanmaya başlamıştı ve “Sam Amca’ya Mektuplar”ında Batı’nın gelecekte Pakistan’daki radikal islamcıları “kendi işlerinde” kullanıp kullanmayacağını soruyordu. Adı ve yazdıkları uzun yıllar boyunca Hindistan’da ve Pakistan’da sansürlendi. Ölümünden yaklaşık 50 yıl sonra, yazılarının artık “zararsız” görüldüğü yıllara geldiğimizde ise yazıları bir anda yeniden ortaya çıkıverdi. İngiltere tarafından gıyabında özel nişan verildi. Pakistan onun adına pul bastırdı.

Suriyeli sanatçı Khalid Jarrar, Suriye’de protestoların başladığı 2011-12 yıllarında toplumsal direnişin kaydı konusunda Batı ve yaşananlar arasındaki ikilemi şöyle tarif eder: Protestoların başladığı aylarda Batılı medya kuruluşları Suriye’de birçok çalışma yürütür ve yurttaş gazetecilik kavramını Suriye’de yaygınlaştırmaya çalışır. Atölyelerde verilen eğitimler sonucu belirlenen “yurttaş gazeteciler” zamanla Batılı medya kuruluşlarına para karşılığı protesto ve eylem görüntüleri gönderirler. Ancak kısa sürede arzın çokluğu talebi daha seçkin kılar: Şiddet görüntüleri ve eylemlerin çarpıcılığı daha önem kazanır ve yurttaş gazeteciler, yaşanan olayların kaydından çok medya kuruluşlarının tarif ettiği protesto ve şiddet görüntülerini para karşılığı servis eden ve birbirleri ile rekabet eden ajanslara dönüşürler. Birkaç yılın sonunda Suriye’nin görsel gerçekliği, korku ve dehşet salan pornografik şiddet görüntülerinden ibaret hale gelir.

(3. ve son bölüm haftaya)