Ankara Gar ve Suruç katliamları, 7 Haziran sonrası siyasi tarihin akışını değiştiren vahşi saldırılar olarak uzun yıllar tartışmaları hak ediyor... Bu saldırılar, düşmanın yüzünün her gün değiştiği provokasyon ve konspirasyon fantezileriyle kuşatılmış, devlet, anayasal düzen, toplumsal yerleşik kurum, kategoriler ve temel kavramların yağmalandığı distopik evrenin iki şiddetli dönüşüm güzergâhını da temsil ediyor.

7 Haziran seçim sonuçları Yeni Rejim tesisinde büyük engel olarak ortaya çıkınca "milli iradeyi" bulana kadar tekrar seçim sürecinde 20 Temmuz Suruç ve 10 Ekim Ankara, siyasi bilincini terk etmiş "dehşet toplumu" yaratmak üzere siyasi etkisi kuvvetli yani "tarih değiştiren" katliamlardı.

Milli iradeye 7 Haziran'da verdiği "yanlış" kararı sandıkta sorgulatacak 1 Kasım seçimlerine giderken, 24 Temmuz'da "çözüm sürecinin" nihayete ermesi ve güvenlikçi "terörle mücadele" konseptinin devreye girmesinde Suruç patlaması yeni dönemde yükselecek şiddet katsayısını vermişti.

10 Ekim Ankara Gar katliamı ise adeta "ya kaos/ya istikrar" dayatmasını Başkentte toplanmış yüzlerce aydınlık ve masum insan canıyla ödünlendiği "tekrar seçimlere" giderken, her ne kadar "niye oraya toplanmışlar çoluk çocuk" deyip sevinenler çıksa da, kitlesel korkuyu en tepe noktasına ulaştıran, barbarlık örneğiydi.

Bugün ise toplam 137 kişinin hayatını kaybettiği en az 700 kişinin yaralandığı ve Suruç'ta sosyalist gençlerden sonra Ankara'da barış talebiyle toplanmış sol kesim ve örgütleri hedefine yerleştiren bu muhalif kıyım öncesi saldırganların ailesi dahil yapılan resmi 62 ihbara rağmen devletin hiçbir önlem almadığı müfettiş raporlarında ortaya çıkmıştı.

Ama müfettiş raporlarındaki bu vahim iddialarla ilgili soruşturma açmak yerine raporu haberleştiren Cumhuriyet Gazetesi muhabiri ve Evrensel muhabirleri hakkında soruşturma açılmıştı.

Raporlarda emniyete 10 Ekim'den en az yirmi beş gün önce istihbarat ulaştığı ama "yine mi ihbar" güvenlikçi psikolojisine takıldığı ama saldırı talimatını veren IŞİD militanı Halil İbrahim Durgun canlı bombalarıyla Ankara'ya yol kontrolünün yapılmadığı saat diliminde girebildiğini öğrenmiştik.

10 Ekim sabahı bile canlı bomba kimlik bilgi, aileleriyle helalleştikleri ve eylem yapma hazırlığında oldukları en taze istihbarat Ankara'da yetkililerin masalarındaydı.

Şimdi canlı bombaları eylem yapmadan yakalayamayan, "bombalı saldırılar önlenemez" doğması sahibi Yeni Türkiye, "silahsız terörist" ithamıyla akademisyen, öğrenci ve gazetecileri tutuklarken, Suruç ve Ankara katliam faillerinin doğrudan bağlantısı IŞİD kamplarında çekilmiş "mutlu hücremiz" fotoğraflarında yüzümüze sırıtıyordu.

Ankara saldırısı canlı bomba kuryesi ve Suruç'ta canlı bomba yataklığı yapan Halil İbrahim Durgun, Suruç saldırganı ve halen aranan diğer üç bombacı yerde geniş tepsiden beraberce şişlerine takıp takıp iştahla kebap yiyordu.

Acaba saldırı gününe kadar " kuvvetli suç ihtimali" bulunan ama "serbest" bırakılmış, Yeşil Kartlı ama "görünmez kılınmış" bu saldırganlar Yeni Türkiye'nin tarihine patlattıkları bombalarla katacakları "siyasi" etkinin farkında mıydılar?

Bu fotoğraflar en azından 20 Temmuz yani 10 ay öncesi bir tarihe ait olmalıydı.

Tabii ki bu on ay boyunca Suruç'un akabinde PKK ile çatışmaların tedrici yükseltildiği ve tam tekmil "savaş/şiddet/katliam" tedrisatına giren, hukuk dışı bütün yöntemlerin meşrulaştığı ve hak ihlallerinin rutinleştiği ülkede her bir günü "en uzun ve en kanlı gün" gibi yaşamaya devam etmiştik.

Bu on ay aynı zamanda kitleleri "yerli-milli" Başkanlık Sistemine adım adım zor aygıtını kullanarak razı eden, fiilen felç Meclis varlığı, kuvvetler birliği halini almış yekpare blok "yürütme-yasama-yargı" ve anayasal ihlallerin kamuoyu zihninde "normalleştiği" geçiş dönemi olmuştu.

Ve son altın vuruş ve yerli-milli "temizlik operasyonu" sırası Meclis'e gelmişti, bu hafta dokunulmazlık oylaması sonunda TBMM'de haklarında fezleke düzenlenmiş HDP'li ve bazı CHP'li vekiller toptan yargıya gönderilerek gerçekleşecekti.

Muhalefetin köklüce tasfiye edildiği ve kalanların da siyaseten korumasız bırakılacağı "yerli-milli" Meclis kompozisyonu Yeni Rejimin algısal meşruiyet üretme tesisi gibi hizmet verecekti.