Walter Benjamin’in ‘Parıltılar’ adlı kitabı yalnızca bir eleştirel kuramcının denemeleri değil, bir çağın çatlağında, son Avrupalı’yla sohbettir. Bir sonbahar havası hâkimdir Benjamin’in denemelerinde. Bu Avrupa kültürünün sonbaharıdır

Son Avrupalı’yla kaldırım sohbetleri

MAHİR ERGUN

Büyük kırılmalar, çağlarda derin çatlaklar açarak gelirler. Etrafta görülen sonsuz bir yıkım, kızgın, fakat gebe bir deprem ve çağların çatlaklarına sıkışan hayatlardır.

Stefan Zweig, intiharından hemen önce Montaigne üzerine yazdığı denemesinde kendi kuşağından söz ederken, “Kaderin bir dünya kargaşasının ortasına fırlatıp attığı bir kuşak.”[i] diyor.

Deneme türünden bahsedildiğinde akla ilk gelecek isimdir Montaigne, Zweig’ın hayatını sona erdirmeden önce onu anması da boşa değildir. Bir dönemin başlangıcında Montagine’in kuşağı varsa, sonunda da Zweig’ın kuşağı vardır. Rönesans’la başlayıp Romantik döneme uzanan Avrupa kültü onlarla son buluyor.

İşte bu yüzden Walter Benjamin, Adorno’ya yazdığı mektubunda, Amerika’ya gelirse kendisini bir kafese kapatıp son Avrupalı olarak gösteriye çıkarmalarını istediğini söylüyordu.

Her sonun kendine özgü belirsizliği vardır. Son Avrupalılar yeni çağın getireceklerine iyimserce dahi yaklaşsalar, karşılarında gördükleri kırılma, yollardaki çatlaklar, kaybolmalarına sebep oluyordu.

Gördükleri manzarada, kapitalizmin ihtirası, yerini emperyalizmin genel buhranına bırakırken, sözüm ona hümanist Avrupa, nükleer mezarlığa gömülüyor ve “Hâlâ at arabasıyla okula gitmiş olan bir kuşak, bulutlardan başka hiçbir şeyin değişmediği dağlarda soğuk ve rüzgâra karşı durup bekliyor ve kahredici saldırılarla patlamaların ortasında insanın ufacık, cılız bedeni duruyordu.”[ii]

Nihayet son Avrupalılar kendi yaşamlarını kendi elleriyle bitirdiler.

Böyle bir karmaşa, sıkışıp parçalanan hayatlar, ansiklopedi sayfalarının donuk harflerinde kavranamaz. Edebiyat burada gerçekçiliğini ortaya koyuyor.

Edebi metinler yazıldıkları dönemin ruhunu yansıtan en gerçekçi belgelerdir. Bunlar, örneğin Breton’un ya da Aragon’un gerçeküstücü dizeleri dahi olsalar, kelimelerde iki savaş arasında yolunu bulmaya çalışan Avrupa’nın gerçekliğini kavramak mümkündür.

Fakat deneme çok daha şeffaftır. Kurgusallıktan uzaklığı ve serbestliği bakımından, yazarının hissettiklerini herhangi bir biçimsel kaygıya düşmeden, olağanca doğrudanlığıyla yansıtmasına olanak verir.

Bu yönüyle Parıltılar, yalnızca bir Eleştirel Kuramcının denemeleri değil, bir çağın çatlağında, son Avrupalıyla sohbettir.

Bir sonbahar havası hâkimdir Parıltılar’da. Bu, Avrupa kültünün sonbaharıdır. Sararıp dökülen yaprakta, savaş bekleyen bir huzursuzluk, uzak görüntülerde fark edilmek istenmeyen bir kıpırdanış vardır.

Çünkü “Düş kuranlar için bir hazdır doğaya dur demek solmuş resimlerin çerçevesinde.”

“Denizin milyarlar ve milyarlarca dalgalara batıp çıktığını, ormanların köklerinden son yaprağına kadar her an yeniden titrediğini, şatonun taş yıkıntılarında duraksız bir çöküş ve sapır sapır dökülüp gitmenin hüküm sürdüğünü, gökyüzündeki gaz yığınlarının bulut haline gelmeden önce kimseye görünmeden cebelleşerek çalkalandıklarını. O unutmak ister bunların hepsini, kendini görüntülere bırakmak ister.” [iii]

Sohbet belki bir sokak arasında, belki bir tramvay durağında başlıyor. Evet bir tramvay durağı olabilir, Alexanderplatz’da tramvay beklerken. Çiseleyen yağmurun altında, etekleri uçuşan kahverengi paltosuyla Benjamin beliriyor. Bir yere geç kalmıştır. Ve çocukken okula geciktiğinde başından geçeni anlatıyor. “Okulun avlusundaki saat bozulmuştu galiba”, diyor. “Hem de benim yüzümden, “çok geç”te kalmış duruyordu.” [iv]

Sonra tramvaydan vazgeçip kaldırımları arşınlıyoruz.

Karşımızdaki Benjamin olduğuna göre Frankfurt Okulu’ndan söz etmeliyiz, Tarih Felsefesi’nden... O ise çocukluğunun soluk hatırasından söz etmeye meyyalidir. Yoğun bir özlem var. Bir okuma kutusunu özlüyor mesela, “Okuma kutusunun bende uyandırdığı özlem onun benim çocukluğumun ne kadar ayrılmaz bir parçası olduğunu kanıtlıyor.”

“Onda asıl aradığım şey onun kendisi: Bütün bir çocukluk, sözcük halinde yan yana dizdiği harfleri el cetvele iterken nasıl tutuyorsa, öylesine ele gelen bir çocukluk. El bu tutkuyu hâlâ düşleyebilir, ama onu gerçekleştirmek için uyanamaz artık.”[v]

Kargaşayı henüz bunca fark etmediği bir çocukluğadır özlemi. “Bir anne yeni doğan çocuğunu uyandırmadan nasıl kucağına alırsa, yaşam da çocuğun kırılgan, duyarlı anılarına karşı öyle davranıyor.”[vi]

Yürümeye devam ediyoruz, yağmur kesiliyor. Benjamin, Berlin’in batısındaki iç avluların havasından, bu havanın Capri’de sevgilisine sarıldığı bağların çevresinde var olduğundan bahsediyor. “Beni sonsuza dek sarhoş edip bıraktı.”[vii] diyor. Asja Lācis’i düşlüyoruz birlikte. Ve iç avluları görüyoruz, koridorların üzerindeki kadın heykellerini.

Avlulardan birinin üst katlarında biri piyano çalıyor, Nietzsche’nin romantik bestelerinden, Kahramanın Ağıtı’nı duyuyoruz.

Derken Unter den Linden bulvarını adımlıyoruz birlikte. Ihlamurların yaprakları sararıp dökülmüş, hâlâ romantik dönemden esen rüzgârla sağa sola uçuşuyorlar. Benjamin, Kahramanın Ağıtı’nı mırıldanıyor ıslıkla.

Fakat Nietzsche sadece bir besteci değildir. İleride Brandenburg Kapısı’nda kahverengi gömlekli gençler toplanmışlar, nefretle izliyorlar etrafı. İçlerinden biri, elindeki kısa kamçıyı, çizmesinin koncuna vurarak tempo tutuyor.

Yüreği daralıyor Benjamin’in, uçuşan yaprakları bırakıp karakter çözümlemelerine girişiyor.

Vakit öğleye yaklaşırken bir yere oturuyoruz, aşktan bahsetmeye başlıyor bu defa, rüyalarını anlatıyor. Kahverengi gömlekli gençler geçip duruyor önümüzden. Yine Nietzsche’yi hatırlıyor Benjamin, belki de onu şaibelere terk etmek istemediğinden. Kısa gölgelerde romantik Nietzsche’yi hatırlıyoruz birlikte:

“Ey Yaşamın öğlesi! Şenlikli zaman!/Ey yaz bahçesi!/Huzursuz mutluluk, kararlı, meraklı beklenti / Gündüz gece, hazır dostlarımı bekliyorum ben:/Nerde kaldınız, dostlar? Zamanıdır, zamanıdır, gelin!

- Siz eski dostlar! Solgunsunuz! Sarsıntıda / Aşk ve korku dolu bakın! / İşte, yapamıyorsunuz burada, yok, gidin, kızmayın! / - Burada uzak buzullarla kayalar arasında - /Avcılı olmalı insan, dağ keçisi gibi sırasında.”[viii]
Ve gidiyoruz. İbiza’ya yollanıyoruz, Berlin’in gri havasından uzağa, güneşli kumsallara. İç avlular, heykelli koridorlar yerine, beyaz badanalı köy evlerinin “boncuk işlemeli perdelerin kıvır kıvır sarktığı açık kapılarından içeri”[ix] sızdırıyoruz gözümüzü. Pek çok konuda konuşuyoruz, daha doğrusu Benjamin anlatıyor biz dinliyoruz. Bazen eski bir tanıdığından bahsediyor, bazen “Sarsıntı lafını duya duya usanç geldi. Onurunu ona geri vermek için bir şeyler söylemek fena olmaz.”[x] gibilerden çıkışıyor âdeta.

Ardından Marsilya’da buluyoruz kendimizi, limanda balıkçılarla oturuyoruz. İyice samimiyiz artık. Bize bir sarhoşluk anısını anlatıyor burada. Fakat hemen ardından da ona saygımızı yitireceğimizden endişe edercesine, öğrenciler ve yüksekokullar üzerine uzunca bir söylev çekiyor.

Kaldırım sohbetlerimizin sonu geliyor nihayet. Yıpranmış çantasından üç yazı çıkarıyor Benjamin ve daha sonra okumamız için tutuşturuyor elimize. “Friedrich Hölderlin’den İki Şiir”, “Çevirmenin İşlevi”, “Kader ve Karakter”...

Güzel bir sohbetti diyoruz yazıları alırken, onaylıyor. Çünkü kimsenin “ötekinden bir şey beklediği, kimsenin ötekisinin duygularını dürttüğü yoktu, işte o ender duygudan başka: İyiliğini katıksızca istemek.”[xi]

[i] Bkz. Montaigne, Stefan Zweig, çev. Ahmet Cemal, Can Yayınları
[ii] Bkz. Parıltılar, Deneyim Ve Yoksulluk, Walter Benjamin, çev. Yılmaz Öner, Belge yayınları
[iii] Bkz. Parıltılar, Uzaklar ve Görüntüler, Walter Benjamin, çev. Yılmaz Öner, Belge yayınları
[iv] Bkz. Parıltılar, Çok Geç, Walter Benjamin, çev. Yılmaz Öner, Belge yayınları
[v] Bkz. Parıltılar, Okuma Kutusu, Walter Benjamin, çev. Yılmaz Öner, Belge yayınları
[vi] Bkz. Parıltılar, İç Avlunun Koridorları, Walter Benjamin, çev. Yılmaz Öner, Belge yayınları
[vii] Aynı yer
[viii] İyinin ve Kötünün Ötesinde (Bir Gelecek Felsefesini Açış), Friedrich Nietzsche, Çev. Prof. Dr. Ahmet İnam, Yorum Yayınevi
[ix] Bkz. Parıltılar, Değerin Yeri, Walter Benjamin, çev. Yılmaz Öner, Belge yayınları
[x] Bkz. Parıltılar, Yokuş Aşağı, Walter Benjamin, çev. Yılmaz Öner, Belge yayınları
[xi] Bkz. Parıltılar, Eski Bir Dostun Ölümü, Walter Benjamin, çev. Yılmaz Öner, Belge yayınları