Kaçmak istediği şeyin aslında İstanbul değil, kendisinin de ciddi bir ortağı olduğu “geç kapitalizm” olduğunu kavrayamayan Tahsin, yine bir kadın yüzünden, hayatını allak bullak edecek bir İstanbul’dan kaçış macerasına soyunur

Son Çıkış

Aslı Daldal - Sinema Yazarı-Akademisyen

Geçen yıllarda Kusursuzlar’la tanıdığımız ezber bozma potansiyeli yüksek Ramin Matin’in metropoldeki sıkışmış beyaz yakalıların hikayesine odaklandığı Son Çıkış filmi pekçok açıdan dikkat çekici. Bir inşaat şirketinde çalışan ve bugün pekçoğumuzun şikayetçi olduğu kentsel dönüşüm ve toplu konut benzeri projeleri kotaran Tahsin (Deniz Celiloğlu), işine, hayatına yabancılaşmış tipik bir beyaz yakalı İstanbulludur. Filmin başından itibaren hepimize tanıdık gelebilecek trafik görüntüleri, inşaat manzaraları, stres ve koşuşturmaca sahneleri, fazla da bir alegorik anlatıma başvurulmadan, dosdoğru karşımıza çıkar.

Açık açık bunalan ve buralardan kaçmak isteyen Tahsin kız arkadaşlarıyla takıldığı bir bar gecesinde, “arayan bulur” şiarına uygun şekilde eski bir tanıdığı olan Siren’le karşılaşır. Son zamanlarda çok moda olan “İstanbul’dan doğaya kaçma” trendine uymuş ama bu pek de kolay olmayan her şeyi geride bırakma vartasını hasarsız atlatmış Siren, daha ilk başlardan pek de gerçekçi olmadığı belli olan bir “ütopya” portresi çizer Tahsin’e. Muğla’da organik tarım yapan bir komüne katılan Siren hayatından öylesine memnundur ve işleri öylesine iyi gitmiştir ki, fazla gelmeye başlayan organik ürünleri İstanbul’a pazarlamaya bile başlamıştır. Kaçmak istediği şeyin aslında İstanbul değil, kendisinin de ciddi bir ortağı olduğu “geç kapitalizm” olduğunu kavrayamayan Tahsin, yine bir kadın yüzünden, hayatını allak bullak edecek bir İstanbul’dan kaçış macerasına soyunur.

Filmin devamı neredeyse bir “kara komediye” çalan, aksilikler, şanssızlıklar ve kötülükler yumağı olarak gelişir. Ters gidebilecek olan her şeyin ters gittiği ve kaderin de hiç destek çıkmadığı Tahsin işinden aniden istifa edince, iç güveysi olarak kabul edildiğini anladığımız aile şirketine kredi kartını, telefonunu ve arabasını da iade etmek zorunda kalır. Kredi kartsız, arabasız ve telefonsuz kalan bir bireyin, günümüzün yükselen trendi kişisel gelişim kitaplarındaki “evrene güven”, “evren seni yalnız bırakmaz” söylemleriyle adeta dalga geçer bir şekilde, nasıl perişan olacağını betimleyen film “kara-komik” pekçok detayla dolup taşar. Tahsin, bir kabusu andıran “havaalanına ulaşma” çabasında girdiği kahvede tanıştığı mahallelilerin dayanışmasına sığınır. Ancak kahramanımızın inşaat şirketi çalışanı olduğunu bilmeden sinkaflı küfürler eşliğinde arabalarına alan iki bıçkın serseri, bir süre sonra Tahsin’in gerçekte kim olduğunu anlar. Yine son derece benmerkezci bir kendini kurtarma çabasıyla yardım ettiği yaşlı nine, şehvet düşkünü punk bir teyze çıkar.

Zabıtadan kaçan sokak satıcısı, Tahsin’e bilgece bir iki laf etse de sonunda saatini çalıp gider. Hiç ama hiç kimseden tek bir yardım göremeyen ve bu bağlamda, “her şeyin harika gittiği ütopik bir polyannacılık kadar” grotesk kalan film en sonunda Muğla’ya bağlanır. Ama burada da aradığını bulamayacak olan Tahsin, asıl meselenin “kapitalizmden kaçmak” olduğunu söyleyen ve O’nu kendi küçük komününe çağıran bir başka kıza artık hiç inanamaz ve gerisin geriye İstanbul’a döner.


Son Çıkış aslında, kendisiyle ve içinde yaşadığı sistemle yüzleşemeden, sadece acısını dindirme peşindeki modern bireyin ikiyüzlülüğünü ortaya sermesi açısından ilginç detaylar barındırıyor. Keza, Muğla’daki komünün de ideal bir tarafı olmadığını, bütün o yoga, meditasyon, cemaat ruhu, doğayla bütünleşme ritüellerinin de aslında bir tür faşizm barındırabileceğini ve kapitalizm içinde kaldıkları ölçüde bunların bir “kaçış” ifade edemeyeceklerini vurguluyor. Ancak ne yazık ki, bütün bu verimli malzeme, son dönemlerdeki diğer “nihilist-distopik”filmlerde de olduğu gibi, hiçbir “çözüm”, “çıkış” ya da “umut” barındırmıyor. İstanbul’daki hayattan bunalan bireylere, herhangi bir değişim, dönüşüm kapısı aralamayan film nihayetinde, “zaten çıkış filan yok, her şey berbat, en iyisi oturun oturduğunuz yerde” şeklinde bir alt metne dönüşüyor. Bu bağlamda da, her ne kadar, sergilediği eleştirel tavırla, belli bir politik duruş işareti verse de, gerçekten “siyasallaşamıyor”. Çünkü günümüzde, Vijay Prashad’ın da vurguladığı gibi, postmodern emperyalizmle savaşmanın yolu, hayal etme, alternatifler üretme gücümüzü yeniden kazanmaktan geçiyor1. Yani yeniden “özne” olabilme, acı çekebilme ve bu acıyla mücadele etme gücünü kazanabilmek gerekiyor. Bu yüzden sinemamızın da yeniden siyasallaşabilmesi sürekli tekrar ettiği ölü zamanlardan, “post-özne” formundaki kayıtsız bireylerden, edilgin ya da radikal hiççilik pompalayan filmlerden uzaklaşmasıyla başlayabilecek. Aynı geçen sezon gösterime giren “Hemşire” (Dilek Çolak), “Körfez” (Emre Yeksan), “Kar” (Emre Erdoğdu) ve “Güvercin” (Banu Sıvacı) filmlerinin ufaktan müjdelediği gibi. Tabii burada “Son Çıkış’ın” da hakkını yememek lazım; film nihayetinde “nihilist” değil, sadece aşırı “karamsar”.

Tahsin bütün bencilliğine rağmen, gene de hayatını değiştirmeye çalışan istenç sahibi bir “özne”. Ancak filmi askıda bırakan, bütün yaşadığı olumsuzluklara rağmen İstanbul’a geri dönen Tahsin’in bundan sonraki hayatıyla ilgili hiçbir ipucu vermemesi. Bundan sonraki hayatında acaba Tahsin içindeki arzuyu tümden öldürüp bir Nuri Bilge Ceylan karakterine mi dönüşecek yoksa Beckett’in ünlü formülünü mü takip edecek: “Hep denedin, hep yenildin, olsun, yine yenil, daha iyi yenil”.

1 www.redpepper.org.uk (Erişim Tarihi 12 Aralık 2018).